Öğretmenlikte Otuzlu Yıllar (b.ö.r.-38-)
Açılışı cumhuriyetin kuruluş yıllarına rastlayan Turgut Reis İlköğretim Okulu'nda çalışmaya başladım meslekte otuzlu yıllarımı. Bu okulda bir dönem mezun verdikten sonra şimdi birinci sınıflarla beraberim. Geçen otuz yıl sanki bir hafta, bilemedin en çok bir ay yaşanmış gibi. Ömür dediğin aslında nedir ki, göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyor. Birinci sınıflarla bir arada olmakla onların heyecanı bana da yansımış durumda. Ruhumu on sekiz yaşında göreve başladığım günlere has heyecan sardı yeniden.
Okulun bahçesindeyiz. Zil çalmış öğrenciler sıraya geçiyorlar. Okula henüz başlayan mini mini birinci sınıflarımı sıraya koyma uğraşı içindeyim.Çocukların heyecanları, tedirginlikleri yüzlerinden okunuyor. Yavaş yavaş ellerinden tuttukları annelerinden ayrılıp okullu olmanın gereklerini yerine getirmeye çalışıyorlar. Çoğusu pek genç veliler en az çocukları kadar heyecanlı. El bebek, gül bebek büyüttükleri evlatlarından artık hayli süre ayrı kalacaklar. Küçücük yavrularının okullu olmalarına sevinirlerken, kim bilir hangi duygular taşıyorlar kalplerinde! Acaba ilk kez okul kıyafeti içinde gördükleri küçükleri ileride hangi okulları bitirip gönüllerinde yaşattıkları mesleklere erişebilecekler mi? Böylesi duyguları elbette her anne-baba gönlünde yaşatır.
Okulun ilk gününün karmaşası içinde nihayet ortalık sakinleşti. Okulların açılış günlerinde yapılan konuşmalar başlamak üzere. Gayet şık giyimli, genç bir anne yanıma yaklaştı. Ön sırada duran çocuğunu göstererek,
'Öğretmenim, benim çocuğum hiperaktiftir. Çocuğuma umarım sınıfta daha da dikkatli davranırsınız...' Açık kalplilikle belirtmeliyim; bu sözcüğü ilk kez duyuyordum. Hiperaktiflik kelimesinin üstün zekâlı öğrencileri betimleyen bir sıfat olduğunu düşündüm. Durumumu velime fazla belli etmeyerek, gerekeni yapacağımı söyledim.
Okulun önü adeta bir panayır yeri. Öğrenciler veliler hepsi bir aradalar. Bir taraftan okul idarecileri ve davetliler konuşmalar yapıyorlar. Sıralardan ağlayarak ayrılıp annesine koşanlar bir yanda. Birinci sınıflar uzun süre sırada durmaktan sıkılmış haldeler. Nihayet sınıflara giriyoruz. Sının durumu da bahçedeki curcunadan farksız. Annelerin ellerine sıkı sıkı sarılıp ağlamaklı olanlar bir yanda. Diğer tarafta bunları sakince izleyen önceki yıl anaokuluna gidip az da olsa okullu olmanın bilincinde olanlar ağlayanları ilgiyle izliyorlar. Ortamı sakinleştiriyorum. Öğrencileri sıralara oturtup velilerime kısa bir konuşma yaparak onları sakinleştiriyorum.
'Sevgili velilerim, öncelikle sizleri kutluyorum. Böylesine güzel, sevecen evlatlar yetiştirmişsiniz. Sevgi ve ilgi ile büyüttüğünüz yavrularınız artık okullu oldular. Anne-baba için böylesi durumlar önemlidir elbet. Çocuklarınıza gösterdiğiniz ve ilerleyen günlerde göstereceğiniz ilgi gelecekte sizlerin güzel günler görmenize sebep olacaktır. Dilerim bu ilginizi hiç kaybetmezsiniz. Bizlere güvenin, çocuklarınız bundan böyle bizim de çocuklarımız oldu. El birliğiyle çalışıp kalıcı başarıları hep birlikte yakalayacağız. Size tek bir konuda söz veriyorum. Çalışmak. İnanın, evlerimizin neşe kaynağı, yarınlarımızın güvencesi olan çocuklarımızı en donanımlı bir biçimde yetiştirmek için çok çalışacağım. Sizden dileğim yavaş yavaş sınıftan ayrılıp beni yeni öğrencilerimle baş başa bırakmanızdır...'
Birinci sınıflar iki şubeyiz. Kırkın üzerinde sınıf mevcutlarımız var. Zümre arkadaşım deneyimli bir bayan öğretmen. Birleri okutmak güzeldir, hoştur. Fakat okulun başladığı ilk günlerdeminiminileri düzene sokmak, sınıf ve okul ortamına hazırlamak hayli enerji ister. Bazısı yerine oturmak istemez. Bazısı sık sık tuvalete girmek ister. Kimileri anneme gitmek istiyorum diye tutturur. Bu bakımdan okulun açıldığı bir iki hafta birinci sınıf öğretmenlerinde ses gider. Boğaz telleri hayli hırpalanır.
Hafta sonları İl Milli Eğitim Müdürlüğünün eş güdümü içinde ildeki birinci sınıf öğretmenleri için hiperaktiflik konulu seminer düzenlendi. Konunun uzmanı bir profesör bayan konu hakkında bizleri bilgilendirdi. Hiperaktiflik benim zannettiğim gibi üstün zekâlılık değil bazı çocuklarda görülen normal olmayan bir durummuş. Bu durumun tespiti için altı özellik taşıması gerekiyormuş ilgili çocuk. Yerinde duramamak, söz almadan konuşmak, arkadaşlarına sataşmak... Benim sınıfımda bu özellikleri taşıyan iki öğrencilerim vardı. Sınıf düzenini sağladığımız günlerde okulumuza yeni bir öğretmen atandı. Müdürümüz yeni gelen arkadaşa birinci sınıf verdi. Mevcut iki sınıf bölünüp yeni bir sınıf oluşturma yoluna gidildi. Sınıfları bölme işini ki, bu iş hayli meşakkatli bir iştir. Bu işi bizlere bıraktı müdürümüz. Veliler çocuklarını belirli öğretmene vermek isterler.
Oldukça tarafsız davranarak sınıfımdan belirli sayıdaki öğrenciyi ayırarak yani gelen arkadaşın sınıfına gönderdim. Hiperaktifleri de ayırdım haliyle. Sınıfımda kalan hiperaktif öğrencimi hastahaneye gönderdik. Böylesi durumlarda velilerin yaklaşımı çok önemli. Eğer veli çocuğunun durumunu kabullenmezse işte o zaman gel de ayıkla pirincin taşını! Benim velilerim çocuklarının farkındaydı. Olması gereken izlek neyse yaptık. İlaç tedavisi uygun görüldü. Böylece sıkıntı yaşamadan öğrencimin sınıfa uyumu sağlandı. Bu arada ben de hiperaktivite konusunda hayli bilgiler edindim.
Okullar açılalı hayli zaman geçti. Bir mesai gününü daha bitiriyoruz. Müdür bey beni odasına çağırdı. İçeri girdiğimde zümre arkadaşlarımla karşılaştım. Sonradan sınıf alan bayan arkadaşım gayet üzgün, neredeyse ağlayacak bir durumda. Yüzünden düşen bin parça. Zorla konuşuyor.
'Müdür bey, İbrahim öğretmenimin sınıfından gelen öğrencilerimde bir sorunum yok. Fakat neredeyse iki aydır bu okuldayım. .....hanım arkadaşımın gönderdiği öğrencilere daha kalem tutma alışkanlığını veremedim.' Ne diyebilirdim. Sessizce sınıfıma döndüm. Müdür beyimiz arkadaşın yakınmasına bir çözüm üretmedi. Sonradan aramıza katılan zümre arkadaşım moralsizce okula gelip-gitti yılsonuna kadar.
Otuza varmayan sınıf mevcudumla uyumlu ve ahenkli bir çalışma düzeni tutturdum. Genç velilerim çalışmalarıma büyük saygı duyuyorlar. Toplantılarıma zamanında katılıp aldığımız kararlara harfiyen uyuyorlar. Bir gün sabah erkenden okuldayım. Henüz zil çalmamış. Sınıfıma büyük sınıf okutan bir arkadaşım geldi. Sınıfımı renkli kalemler de kullanarak yazdığım kısa kısa okuma metinleriyle adeta bezemişim. Köşeler düzenli biçimde işlenmiş. Arkadaşım birden parladı, başladı anlatmaya:
'Bu kadar yazıp-çizmeye ne gerek var. Adeta kendini harcamışsın. Sene sonuna doğru normal bir çalışmayla öğrenciler okumaya geçerler...' Arkadaşım çalışmalarımın neredeyse yanlış olduğunu söyleyecek! Sakince cevap verdim, sevgili öğretmenime:
'Birinci sınıfa alacağım zaman daha okullar açılmadan okuma-yazma öğretimi hakkında yazılan kaynak kitapları yeniden sınava hazırlanan bir öğrenci disiplini anlayışıyla okurum. Önceki yıl birinci sınıf okutan başarılı arkadaşlarla görüşüp onların çalışma yöntemlerini irdelerim. Nihayet kendi deneyimlerimi de ortaya koyup işe başlarım. Sınıfa girdiğim zaman yapacağım çalışmalardan emin olarak işimi yaparım.' Zil çaldı. Ant töreni için bahçeye çıktık.
Aradan günler geçti. Güneşli güzel bir nisan günü, beni eleştiren meslektaşımı sınıfıma davet ettim. Öğrencilerimin sıralarının üzerinde ders kitapları ve sınıf kitaplığından dağıttığı kitaplar var. Arkadaşıma, 'İşte öğrencilerim, istediğin kitaplardan öğrencilerime okutuver. Bakalım durumlarını beğenebilecek misin? Öğretmenimiz farklı kitaplardan bazı pasajlar okuttu birçok öğrencime. Defterlerine şöyle bir göz attı. Birden gözleri ışıldadı:
'İşte öğretmenlik bu! Gönül ister ki, her birinci sınıf yılsonuna doğru sizin öğrencileriniz düzeyinde olsun. Kutlarım arkadaşım çalışmalarınızı...' Bu sözler üzerine öğretmenini sınıfımdan uğurladım. Acaba önceki bir gün çalışmalarıma yaptığı eleştirisinde haksız olduğunu anımsamış mıydı arkadaşım sınıfımdan çıkarken!
Birinci sınıfları okuttuğumuz yıllarda sene sonuna yakın bir okuma bayramı yaparız. Ben de velilerimle iş birliği içinde güzel bir program hazırladık okuma bayramı için. En güzel davranış okuma alışkanlığıdır. Bu sözü harf harf büyük kartonlara yazdım. Gösterinin ilk sahnesinde göğüslerinde iliştirilen harflerle sınıf sahneye çıkacak. Öğrenciler sahnede sıra oluşturduklarında bu sözü veliler ve davetliler okuyacaklar. Hazırlıklar, provalar derken güzel bir gösteri sergiledik izleyenlere. Gösterinin sonunda sınıf olarak sahnedeyiz. Sınıf annelerimiz hoş bir sürpriz yaptılar. Öğrencilerime okuma alışkanlığı kazandırma çabam ve en güzel davranış okuma alışkanlığıdır sözünden de etkilenmiş olmalılar. Kendi olanaklarıyla edindikleri birer kitap dağıttılar tüm öğrencilerimize ayrı ayrı. Bu hoş eylem öğrencilerim kadar beni de mutlu etti.
Çalışmalarımı en sonunda takdir eden, amacımın çeşitli ideolojiler takılıp onlara hizmet etmek değil öğrencilerimi en donanımlı bir biçimde yetiştirmek olduğunu idrak eden müdürümüz başka bir okula atandı. Yeni öğretim yıllarında artık yeni yöneticilerle çalışacaktık. Bu kez müdür yardımcı arkadaşımız müdür vekili ünvanlıyla müdür olarak görevlendirildi. Hani balık baştan kokar sözüne inat okulumuzda deneyimli bir öğretmen kadrosu vardı. Bu bakımdan çalışmalarımı aksatmadan görevlerimizi sürdürdük. Vekil müdürümüz her tören sırasında sesinin son perdesine kadar bağırıp çağırarak sözüm ona farklı bir yönetici portresi çizip kendini kanıtlama sevdasına tutulmuştu. Yakında asıl olarak atanmayı bekliyordu.
Derken yeni bir müdür atandı okulumuza. Bu arkadaş vekil müdürün köyünden birisiydi.İki köylü güzel bir uyum içinde çalışırlar diye umdum. Ne gezer! Vekil arkadaş halefine karşı kıskançlık krizine girdi. Çoğu kere küs oldular. Otuz kişiden fazla öğretmen mevcutlu bir büyük okulda bu durum hiç hoş değildi elbette. Okullarımızda yönetici atanma işinde elbette siyasiler burunlarını soktu yıllarca. Her iş mecrasında yürüse kuşkusuz çalışmalar daha verimli olur. Yöneticilerini öğretmenler kendi aralarından; bilgi, deneyim ve liyakat ölçütlerini dikkate alarak seçseler daha isabetli bir iş yapılabilir. Tecrübeli, tarafsız, birikimli, işini seven bir yöneticinin okulunda uyumla çalışma ortamı oluşmaması için bir neden olamaz. Bir ara öyle bir uygulamaya gidilecekti camiamızda. Daha sonra vazgeçildi.Ülkemizde siyasilerimiz her şeyi en iyi bilirler! Okul çalışmalarına öğretmenlerden çok daha fazla vakıflar!
Geçen zaman içinde büyük oğlum okulunu bitirdi. Kısa dönem olarak ta askerlik görevini tamamlayarak iş aramaya başladı. Çeşitli kuruluşlara müracaat etti. Bir özel bankanın müfettişlik sınavını kazandı. Özel sektör, işlerini sağlam yapıyor. İşlerini olması gerekli biçimde yapıyorlar. Araya işten anlamayan siyasileri sokmuyorlar elbet. Oğlum için ikinci sınav evimizde yapıldı. İki müfettiş evimizi ziyaret etti. Bir taraftan eşimin hazırladığı pastalar, börekler yenilip çaylar içilirken bir yandan da yedi sülalemizle ilgili bilgi devşirdi evimize gelen konuk müfettişler. Evimizdeki oldukça zengin kitaplığımız oldukça beğenildi. Oğlumu bir üçüncü sınava daha tabi tuttular. Kısa sürede içinde sınavlar sonuçlandı. Oğlum göreve başladı. Böylece ilk öğretmenliğini birleştirilmiş sınıf bir köy okulunda benim yaptığım kızımdan sonra oğlum da göreve başlamış oldu. İkinci çocuğumuzun da ayaklarının üzerinde duruyor olması evimizde hoş bir mutluluk rüzgârı estirdi. Ailece coşkulu duygular yaşadık.
Okulumuzda vekil müdür, asıl müdür çatışması sürüp giderken ben çalışmalarıma aksatmadan devam ediyorum. Yıllarca aksatmadan sürdürdüğüm çalışma prensiplerimden bir santim taviz vermiyorum. Nedir çalışma prensibim? En basitinden kırk dakikalık ders süresini sınıfımda geçirmek. Her yeni gün okula hazırlıklı gitmek... Böylesi dakik çalışmalarım okulumuza yeni atanan çalışmalarını beğendiğim genç müzik öğretmenimizin dikkatini çekmiş. Bir gün yanıma gelerek:
'Öğretmenim sizin iş ahlakınıza, çalışma disiplininize hayranım.' Diyerek çalışmalarımı beğendiğini söyledi. Genç bir arkadaşıma örnek bir figür olabildiğim için kendimi mutlu hissettim.
Ülkemde dershanecilik uygulamaları devam ediyor. Dershaneler bir biçimde öğrencilerimizi avlayıp bu işten para kazanıyorlar. Elde edilen başarıları kendilerine mal ediyorlar. Okullar adeta dershaneler için birer hazırlık sınıfı işlevi yapıyor. Güzel ülkemin sevgili çocukları dershanelerin dar sınıflarında çile dolduruyor. Tinsel gelişimlerine yardım edecek sosyal aktivitelerden mahrum kalıyorlar. Kitap okumaya, kelime haznelerini geliştirmeye zamanları kalmıyor. İstemeyerek sınavlarda başarıya endekslenerek zamanlarını geçirmek durumunda kalıyorlar. Böylece, okuyan sorgulayan, özgür düşünceli kuşaklar yetiştiremiyoruz. Kesinlikle inanıyorum; eğitim-öğretim işlerimizde dershanecilik sarmalından çocuklarımızı kurtarmadıkça yarınlarımızın güvencesi evlatlarımızı donanımlı yetiştirmemiz olası değildir.
Bu konuda bireysel olarak yapacağım fazla bir şey yok. Önceki öykülerimde anlattığım gibi gözlemleme fırsatı bulduğum Avrupa ülkelerinde eğitim-öğretim çalışmaları sadece okullarda yapılıyor. Öğrenciler üst okullara yıllar içindeki akademik başarılarına göre gönderiliyor. O ülkelerde çocuklar çocukluklarını ve ilk gençlik yıllarını doya doya yaşıyor. İhtiyaçları olan oyun oynamak için zaman bulabiliyorlar. Okuldan kalan zamanlarında çeşitli sosyal etkinliklere katılıyorlar. Fiziksel ve tinsel olarak gelişimlerini tamamlıyorlar. Bu durumları her platformda müfettişlere, müdürlere, belediye başkanlarına anlatıyorum. Ne yazık ki, bugüne kadar sesimi kimselere duyuramadım. Umarım ve dilerim bir günde dört mevsimin birden yaşandığı güzel ülkemdeki eğitim-öğretim uygulamalarında çağı yakalamış uygar ülkelerin gittiği yollardan gitme anlayışını yaşamımıza katma olgunluğunu gösteririz.