ölüyorum
Hava kararacağı kadar karardı, bundan ötesi katran karası olur. Tozlanmış lâmbanın işe yaramasını istemiyorum; istesem de onu dürtecek kimse yok.
Pencerenin yanındaki yatağımdan, hiç durmayacakmış gibi yağan yağmurun cama çarpan tanelerini izlemek oyalıyor beni. Uzaktaki deniz fenerini görmek için gözlerimi kıstım, bakışlarımla karanlığı tarıyorum ama bir faydası yok; ya bizim ihtiyar benden önce öldü ya da artık gecmeyen gemilere kızıp yine söndürdü can yoldaşını.
Kayalıklara saldıran dalgaların sesi her geri çekilişinde beni de benden alıp götürüyor sanki. Görünen o ki, bu son gecemde damlaların camdaki sörfünü seyrederken duracak gözlerim; onlar da iki çerçeveli pencere gibi açık kalacak, kimse çekmeyecek perdelerini.
Göğsüme yıkılan kollarımdaki gücü sık sık sınıyorum. Sevdiğimin doğum günümde aldığı fulârı elimden hiç bırakmadım. Niyetim, aklım başımdayken kendim bağlayacağım çenemi.
Son zamanlarda gecmişimi o kadar çok didikledim ki, anıların da cılkı çıktı. Fazla değil üç ay öncesine kadar, sevdiklerimi düşünmek, onlarla o günleri yeniden yaşamak heyecanlandırıyordu beni; artık yüreğim tık bile etmiyor. Aklıma ne zaman gelse yüzümü kızartan ilk genel ev maceram da şimdi utandırmaz oldu; ya insanlığımı yitiriyorum ya da her şey anlamını yitiriyor bende.
Hayatımdaki berbat gerçekleri söküp, yerlerine uymasa da güzellikler iliştiriyorum; iğreti dursa da böylesi daha iyi. Yani, yıllar önce bir su perisiyle kurduğumuz düşleri gerçekleştirmek için, hiç düşünmeden hayat yolumun ilk sapağında ona giden patikaya yöneldiğim kadının, yağmurlu bir havada, "ben gidiyorum, artık beni arama," demesi mi; yoksa, hep yanında olacağım, diye fısıldaması mı yakışırdı bu koca sevdaya? Elbette, ben gerçeği değil, yakışanı koyarım oraya.
Uzun yıllar önce, gencecik ve incecik bedenim çırılçıplak bırakılarak; edep yerlerimi gizlemeye çalışan ellerimi kara bir kabloyla bağlayıp, orospu çocuğu, çığlıklarıyla tekmelenmek, hangi gerçeğe ve insan onuruna yakışır? Böyle bir edepsizliğin canlı hayatında gerçek olarak kalmaya ne hakkı var!.. Kaldı ki, benim anacığım asla öyle biri değildi!..
Şimdi, toprak rengine dönüşmüş şiltenin üstünde yıkılmış bir bina gibi yatıyorum. Köşe taşları acıdan olan ve yılların özenle ördüğü bu bina, sevdiğim gittikten sonra yavaş yavaş çatırdamaya başladı ve bir sabah sessizce çöktü.
Kalçalarımda ve sırtımda mor çiçekler gibi açan yaralarımın sızlaması durdu, eklem ağrılarım da birden kesildi. Bir mucize oldu da iyleştim mi yoksa!.. Haydi canım sen de, bunlar birazdan öleceğimin en belirgin kanıtı olmalı. Bir zamanlar, sevdiğimin elleriyle ve gülümsemeleriyle boynuma bağlanan fulârın bir ucunu çenemin altından geçirerek başımın üstünden zor da olsa bağladım.Kaç gündür ağzıma bir lokma bile koyamadığım için, bağırsaklarımın kuru bir dere kadar boş olduğunu sanıyorum.
Koca sinema salonunda tek başına filimin başlamasını bekleyen seyirci gibiyim.Düşünme yeteneğimi kaybetmemeye çalışıyorum. Telaşlanmanın bir anlamı olmayacağı gibi, bir faydası da olmayacaktır. Bu son her canlı için ve ben de sıramı savacağım. Öldükten sonra ille de bir yere gitmem gerekiyorsa, cennette küçük bir kondumun olacağı kesin. Gerçi ben sonsuz dinginliği inananlardanım; ama dediğim gibi, eğer bir yere gideceksem, biri bana cennetin yolunu gösterecektir. Herkes kendi özünü bilir, ben de beni bilirim; içimdeki terazinin ak kefesi her zaman ağır gelir.
İki küçük fare yorganıma tırmanıyor. Bir zamanlar, bilerek ve planlı bir şekilde öldürdüğüm fareciğin intikamını alıyorlar sanki; üstümde arsızca fingirdeşiyorlar, sakallarımı ve uzun saçlarımı pek sevdiler anlaşılan. Burun ve kulak deliğimden içeri girmeye çalışmaları beni gülümsetiyor, zavallılar boşuna çabalıyorlar.
Hemen kalkmalıyım, sıcak bir banyo iyi gelir. Günlerdir fırçalamadığım dişlerimi kanatırcasına fırçalamak için yanıp tutuşuyorum. En sevdiğim parfümü sürmeliyim, hem de hemen. Siyah kadife pantolonumu giymeliyim, kırmızı kazağım yepyeni duruyor, onunla çok yakışıyor. Sonra sıcak bir çay, iki nefes tütün... Sıcak bir çayı canım hiç bu kadar çekmemişti. Keşke yanımda biri olsaydı, elimden tutup kaldırsaydı; gerisi kolay, gerisini ben hallederdim...
N e oluyor bana! Taşlaşmış yastığımın altında sanki derin bir kuyu var. Kulaklarım uğuldamaya başladı, bu ne korkunç bir ses böyle!.. Uğultuların arasından müzik sesi yükseliyor; bu muhteşem beste yükseldikçe uğultular azalıyor. Bu bizim müzik kutumuzun sesi; kapağını açınca, benim ve sevdiğimin dans ettiği küçük dünyamızın büyük sahnesinden yükselen ses... Kapağını açınca, hapsedilmiş mutluluğun özgürlük cıngılı... Kapağını açınca, sevgimizin şahane bestesi ve ruhumuzun bilinmeyenlerinin sesle kurulmuş denklemi...
İçim genişliyor... Hafiflediğimi hissediyorum. Mutluluğun ve huzurun en güzel yerindeyim, belki de kalbindeyim. Evet, bu his, sevginin milyarlarca çoğaltılmış hâli. Aşk sınırının silinmesi; özgürlüklerin ve biten hasretlerin en mükemmeli. Kâbuslu bir uykudan uyanmanın sevinci; bu bir ruh sevişmesi...
Kim var orada? Ah sevgilim, sevdiğim benim, döneceğini biliyordum. Haydi bulut gözlüm, kaldır beni şu yatak denilen mezardan!.. Sahilimize götür beni, yine deliler gibi koşalım, şarkımızı söyleyelim birlikte. Ah aşkım, içime doğmuştu döneceğin, benim sevdiğim kadın sevdiğini yalnız bırakır mı hiç! Gittiğin günden beri bugünü bekledim... Sırtımda yaralarım var, ne olur önce onları iyleştir! Sesini öyle özledim ki, hadi şarkımızı söyle, hatırlamıyor musun yoksa! Hani var ya, "ölürsem yazıktır sana kanmadan..." Bizim şarkımız değil miydi bu!.. Neden elbisen renk değiştiriyor; demin siyahtı, şimdi açık mavi oldu. Kuzum, yine şaşırtma beni, korkuyorum... Bak işte, şimdi de gelinlik oldu üzerindeki, duvağın masmavi, başında simler uçuşuyor, hep böyle isterdin değil mi? Konuşsana kadınım, susmana alışık değilim ben... Ne yapıyorsun, gözlerimdeki yaşları mı sileceksin? Yapma aşkım, neden gözlerimi kapatıyorsun?..
Şiir tadın da ve hayatın ta kendisi mükemmel bir anlatım .Hayran oldum
Takibinizdeyim hocam...