Olvido
Ne bakıp duruyorsun öyle? İnsan gelmeden önce bir haber verir. Belki kıçım açık! Neyse tamam, sakin olacağım. Ben şöyle aynanın karşısına otursam iyi olacak. Bugün senden başka bir ziyaretçim daha var ama kim olduğunu anlayamadım. Herife ayıp olmasın diye ses etmiyorum. Hoş, bu misafir de ben konuşmadan konuşmuyor. Darbe bildirisi okuyacak sanki, yüzünde mimik oynamıyor. Okumuş adam işte. Benim gibi eşek değil ya. Felsefe ve psikoloji de bilir mi acaba? Belki bir yardımı dokunur bana. Neyse neyse. Bu adamı gözüm tutmadı. Seninle konuşalım. Olvido gelene kadar seninle konuşalım olmaz mı? Geç şöyle otur. Etraf biraz dağınık kusura bakma. Ayten yengen gelene kadar böyle. Baksana şu şişelere, bardaklara, şu tabaktan geçen yaz yemek yemiştim, üzerindeki yeşil şeyler eskiden domatesti sanırım. Ayten gelsin, çeki düzen verir buraya. Güzel yemekler yapar, yine palamut kızartır. Bir gelsin de gör, o güzel ve ince elleri ne marifetlidir! Ama o gelince ben diğer odada onunla yatarım. Sen burada yatabilirsin. Ayıp olmaz sana değil mi? Koklarım onu... Güzel kokar hem. Of hele o boynu... Neyse neyse, canım çekti. Yengeni değil canım, yemeklerini canım çekti. Gelecek o yakın zamanda, çok yakın bir zaman hem de. Bundan hiç şüphem yok. O gelmezse bile, ben giderim. Bu hususta canım sıkkın olsa bile, böyle inanıyorum, gelecek. Geçecek bugünler, geçecek. Sabrediyorum! Fakat artık yoruldum... Bugün biraz daha küçük şehir, biraz daha boğucu hava. Aynalarda biraz daha çirkinim, şiirler biraz daha hissiz. DaIga daIga hücum edip pişmanIıkIar / Unutuşun o tunç kapısını zorIar. Kapılar kırılsın artık. Ne olacaksa olsun artık.
Bu şehirde kışlar hep böyle oluyor. Yalnız bana böyle oluyor belki, bilmiyorum. Benim kadar yalnız başka bir insan daha var mıdır acaba? Yoksa bu hüzün ordusuyla tek başına savaş veren bir savaşçı mıyım? Kim dikkat eder bunca hassas şeye? Kim kendisiyle bu kadar çok konuşur, kim yalnızlıktan sıkılıp bir hayalet yaratır kendine? Kim çıkarır kınından kör kılıcını, yalnızlığın soğuk boşluğuna amansızca saldırır?
Soba dumanından artakalan o garip is kokusu, temizlenmiş havanın ardında bıraktığı ciğer yakan kar kokusu... Kokular nerelere götürür insanı? Bu küçük Anadolu şehirleri böyledir işte. Boş vakit boldur. Havayla, suyla didinir durursun. Üstelik bir de terk edildiysen… Tenleri düşünürsün, kokuları düşünürsün. Düşünmek yorarsa şiirler okursun, türküler dinlersin… Bir şeylere adaman gerekir kendini. Yoksa deli olursun. Kokuya sararsın, kumara sararsın, karıya sararsın. Sarar oğlu sararsın. Bir türlü kendine gelemezsin. Can sıkıntından içki içersin. Kumara düşersin kesmez. Hatırı sayılır bir adamsındır insanlar arasında, ama can sıkıntısı peşini bırakmaz. Sonra dağılırsın, uyanır içindeki haz canavarı! Üç kuruşluk adamların diline düşersin. Yeter mi? Yetmez. Yeni bir varlık çıkar içinden. Herkes sana şaşırır, sen de kendine şaşırırsın. Kaçarsın onlardan. Eve sığınırsın. Dıranas ile dost olursun. O şöyle der: İşte, doğduğun eski evdesin birden / YoIunu gözIüyor Iamba ve merdiven. Hapı yuttuk demek Hüsnü! Yaşarken biz henüz, nostaljimiz hep burada uğuldayacak. Her gece karanlıkta Ayten’in inlediğini duyacağız. Bu eşyalar biz olacak. Kaçamayacağız!
Kırkından sonra cigara sarar içersin. Hay namussuz dünya, her şey boş ulan boş! Sanki tüm bu cümleleri bir Sokrates, bir de ben söylemişim. Eminim buna benzer bir şey söylemiştir en büyük düşünürler, bir kere olsa da "her şey boş" demişlerdir. O garibanların da karılarıyla sıkıntıları vardır. Her ne olursa olsun, benim Ayten kadar şirret bir karısı olmamıştır hiçbirisinin.. Belki hiçbiri benim yaşadıklarımı da yaşamamıştır. Ve belki hepsi böyle düşünmüştür. Herkes kendi yaşadığı acının, katlanılmaz olduğuna dair bir kanıya varmıştır.
Düşünüyoruz. Yorgunuz. Ay ışığı gibi sürükIenip giden / Geceye bırakıp yorgun erkekIeri dizelerindeki, erkekleriz. Konusu açılmasın istedim ama ne yaptık ettik buraya getirdik sözü! Hep senin yüzünden. Belki baştan beri onun hakkında konuşmak istiyordum, bilemiyorum. Ben Ayten'i sevmem sanırdım. Bir basit alışkanlıktan ibaret sanırdım. Değilmiş. Yani bir boku yerken iki kere düşünmek gerekiyor diyorum. Bir işi başından düşünenler akıl sağlığını koruyor, benim gibiler ise ahlar vahlar içinde bir odada ölümü bekliyor. Ayten gideli üç kış geçti. Kocaman üç kış! Sobayı harlamadan geçen üç koca kış! Camlara, masalara, koltuklara; Ayten'in eli değmeden üç yıl geçti. O cırtlak sesi duvarlardan sekip kulağıma girmeyeli üç yıl oldu! Kahvaltı yapmayalı, mutlu olmayalı, mutsuz olmayalı üç yıl oldu. Üç yıldır hiçbir şey oldum. Yaşamadım. Yavan ve hissizim. İnsan yağmur kokan bir sabaha karşı / HatıraIar bir gün bir camı açtığını. Artık açmıyorum camları. Zamanı, mekanı, anlamı kavrayamıyorum. Hırs yapmışım kendime; arkada kalmayı, boş verilmeyi, unutulmayı. Tek amacım o kadın olmuş işte. Seviyor muyum onu gerçekten, bilmiyorum. Kafamı meşgul etmek için, başka bir şansım olmadığından mı, onu unutamıyorum?
O olsa bu cigaraya da düşmezdim diyorum. Belki zamanla alkolü de bırakırdım. Kıraathane alışkanlığına bir son verirdim. Ah o beni anlasaydı... Olvido’yu bile terk ederdim o isteseydi. O zaman kimse bana deli de diyemezdi. Ama o bana sabretmedi. Sevse tahammül ederdi.
Olvido! Nerede bu piç? Neyse... Ayten gitmeseydi her şey başka olurdu diyorum. Devlet bizi burada unuttu madem, biz de tüm komşular gibi İstanbul'a gidebilirdik. Cıvıl cıvıl İstanbul'a. Hem böylece Ayten’in şikayet ettiği bu lanet şehirden ve bu sıkıcı dünyadan kurtulabilirdik. Yeniden sarılırdı, yeniden öperdi beni. İstediklerini yaptım diye, yeniden severdi bile. Yapmazdı böyle kötü şeyler o zaman. Belki bir çocuğumuz olurdu orada. Ayten ile benim çocuğum... O zaman şiir isimlerinden dostlar edinmezdim kendime. Acımasız ve benim kadar haysiyetsiz dostlarım olmazdı.
Birtakım yanlış hareketler olmuş olabilir. Ama gururum el verse affedebilirdim onu. Gerçi o af diledi mi pek hatırlamıyorum. Gururlu kadındır canım, öyle kolay af dilemez. Suç da biraz benim zaten. Evet, ben bunu hak ettim. Hem tonla acı çektim sonra. Gitmeseydi bari, bedel ödemiş olmamın bir mükafatı olmaz mıydı, bir yanıtı yok mu filozofların buna? Hep eden mi bulur? Bulanın ettiğini de çok gördük bu hayatta. Çok hata yaptım efendiler ve hatalarımın karşılığında çok acı çektim, şimdi Ayten’i bana geri veremezler mi? Çok boğuldum. Çıkamıyorum buradan. Ah bir rahatlasam. Hadi dua edelim. Sevgili Allah’ım, sevgisizim… Ey ömrün en güzeI türküsü aIdanış! / AIdan, geImiş oIsa biIe ümitsiz kış.
Ağlasam mı? Ağlamak da ayıp diyorlar. Etrafta kimse yokken bile ağlayamıyorum. Kimden utanıyorum? Şu aynada konuştuğum kişiden mi? Bu hangi benliğimdi? Saygı duyduğuma göre, özel bir görev vermişim ona. Ağlama karşısında! Ayıp olmasın adama. Olvido gibi dolar seni diline, kurtulamazsın. Sakın kaybetme bu saygınlığı Hüsnü, sen onların velinimetisin, saygı duyacaklar sana, saygı duymak zorundalar! Beni siz yarattınız diyen sanatçılar gibi önümde eğilip saygılarını gösterecekler! Ağlama sakın. Hem ağlamak ayıp. İçki iç, kumar oyna, her şeyi batır; yedi günahın yedisini yazdır hanene, yine de ağlama. Ayten'i kaybet ama ağlama. Ağlamak ayıp büyük düşünür Hüsnü, ağlama. Ya sen! Ey sen! Esen daIIar arasından / Bir parıItı gibi görünüp kayboIan / Ne istersin benden akşam saatinde? Bırakın beni, bırakın. Kendi nefesimi bile duyamayacağım bir sessizliğe bırakın. Orada Ayten de, Olvido da olmaz. Gitmek istiyorum. Uyumak istiyorum.
Of! Kış geceleri sızamıyor da insan. Cin çarpmışa dönüyorsun. Bu meret nedense soğuk havalarda pek etki etmiyor. Sabaha kadar tavana bakıyorum. Ne biçim bir zehirse, insanın beyninin suyunu emiyor. Neyse ki çok su kalmadı beynimde, kafamı salladığım zaman dalgalar beyin duvarlarıma çarpıp durmuyor artık. Boş bir uğultu var sadece. Kurudum, İstanbul’un barajları gibi kurudum.
Boş vakit insana ölümü getiriyor. Düşünüyorum. Küçük şehirlerde intihar oranı daha mı yüksek? Düşünüyorum. Oran olarak bakılınca, küçük şehirlerde kumarbaz sayısı, büyük şehirlere göre daha mı fazla? Düşünüyorum. Oran olarak bakıldığında, küçük şehirlerde ayyaş ve serkeş sayısı bir hayli fazla. Düşünüyorum. Küçük şehirlerde Aytenler Hüsnüleri daha çok terk ediyor. Hep düşünüyorum. Ayten aklıma gelmesin diye Mozambik’i bile düşünüyorum. Ayten’i düşünme. Kimi düşünmeyeyim? Ayten’i…
Şu duvarda asılı olan elbise nasıl? Siyah aldım özellikle. Onun en sevdiği renk, üzerinde beyaz güller var, tam on iki tane. Onun seğiren boynu görünsün diye, yakasını böyle açık aldım. Olvido ile beğendik. İkimiz beğendik bunu. Olvido omzumda oturuyordu, hiç susmadan konuşuyordu, beni mağazadan atacaklardı. Zor susturdum piçi. Yerlere yattım gülmekten. Sonra toparladım kendimi, onlar gibi olmaya çalıştım, içimden konuştum ki beni deli sanmasınlar. Aldım elbiseyi çıktım oradan. Elbise kucağımda sevinçle geldim eve. Ayten dönünce vereceğiz. Bir yıkasak iyi olur bunu aslında. Üzerine ne kokular sinmiştir onun. Bonz, koreks, cigara, sigara ve Olvido’nun osuruk kokusu. Nerede bu piç?
Hah! İşte size bahsettiğim aziz dostum Olvido. Biraz gecikti bugün. Kendileri kenevir kokusunu seven bir cinni olsa gerek. Sahne senindir!
“Bir gün, bir gündü. Sobalar kurulmuştu. Bir gül, bir güldü. Bir numarası yoktu hayatın. Her şey olağandı. Kar yağıyordu. Faturalar kabarıktı. Cem Karaca hayattaydı. Kemal Sunal gülüyordu. Hüsnü kudurmuş bir köpekti. Ayten bir çiçekti. Ayten uzak köylerin ahırlarına yuva yapmış kırlangıçlar gibiydi.”
“Ah Olvido!” Görüyorsunuz ne kadar romantik bir piç!
“Ayten markete gitmişti. Marketçi tam bir piçti. Ayten’in kıvırcık saçlarının arasında kendinden geçmişti. Elini gül desenli eteğinden içeri sokmuştu. Ayten irkilmişti. Ayten adamın dudaklarını dişlemişti.”
“Olvido!”
“Sustum sustum. Sustum ve uçtum. Uçtum ve kustum. Kustum ve öldüm. Öldüm ve söndüm. Söndüm ve közdüm. Közdüm ve uçtum. Uçtum ve kustum. Kustum ve…”
“Of! Başladı yine sonsuz döngü! Sus Olvido sus. Yeni misafirlerimiz var. Lütfen, baksana bize bakıyorlar.”
“Orada kimse yok salak olma Hüsnü!”
“Bana bağırmayı, oradan oraya koşmayı kes! Hem bana yok diyene bakın! Sen de yoksun Olvido. Saygı duyacaksınız artık bana tamam mı? Eh yeter! Aynadaki de bana saygı duyacak! Kim olduğu umurumda değil artık. Sen de gözleri süzülüp duran, sen de saygı duyacaksın bana! Öyle ne diyor bunlar diye içinden geçirip durma!”
“Bak sen şu boynuzlanmış silik tipe! Aslında sen de yoksun Hüsnü. Yalnız ikimiz de birisinin zihnindeyiz şu an. Sence nasıl bir yüz verdi bizlere? Geziyoruz kafaların içinde.”
“Belki o zihin de başka bir kitabın kahramanıdır ve kitapta bizi okuduğu yazıyordur Olvido?”
“Uzatma! Karısını marketçiyle basan Hüsnü. Küçük şehir belediyesi resmi kaşarı Ayten. Tanıyınız efendim! Hüsnü'nün Ayten’i. Kırmızıdır sütyeni. Sütyenin gülleri. Güllerin kokusu, kokuların renkleri. Uçları da kırmızı, kocaman şeyleri. Şeyleri de şeyleri, şeyleri de şeyleri. İnledikçe inledi. Hüsnü onu dinledi. Dinledikçe dinledi, dinledikçe dinledi…”
“Kes sesini be! Kes! Ellerimi kulaklarıma kapatıyorum, yine duyuyorum seni pislik! Ben sana ne yaptım Olvido? Merhamet et!”
“Hoyrattır bu akşamüstüler daima Hüsnü.”
“Şiirleri sevmiyorum artık Olvido! Perdeler çekili. Gece mi, gündüz mü, akşam mı? Saatlerden, takvimlerden haberim bile yok.”
“Gün saItanatıyIe gitti mi bir defa / YaInızIığımızIa doIdurup her yeri…”
“Sus Olvido yoksa, yok olacaksın anladın mı?”
“Kah kah kah! Sen bana hiçbir şey yapamazsın Hüsnü. Sen hiç kimseye hiçbir şey yapamazsın! Hani gidiyorduk İstanbul’a? İstanbul'a Ayten’i nisyan etmeye gidiyorduk hani? Edemezsin Hüsnü, bir hiç olarak bu evde gebereceksin. Cesedin kokacak, iğrenç köpek! Aylar sonra kokuna gelecekler. Batık orospu çocuğu. Yatık orospu çocuğu. Batık ve yatık, salak ve ahmak, yıkık ve yenik! Sen zırla dur, Ayten de hoplayıp duruyordur. Kah kah!”
“Niye böyle oldu Olvido, niye?”
“Ayten’i ucuz kerhanelerde aldattın Hüsnü. İşten çıktın Hüsnü. İçki içtin Hüsnü. Cigara içtin Hüsnü. Karıyla kardeş oldun Hüsnü. Eve ekmek getirmedin Hüsnü. Eve bazen kendini de getirmedin. Ben burada Ayten’i izledim hep. Onun yalnızlığında büyüttüğü şeytanlarla dost oldum. Telefonlarda sen gelene kadar konuştuğu adamları dinledim. Hepsi onu duvarlara vura vura şey etmek istiyordu! Yenildin Hüsnü, kaybettin! Zamanında elinin altında olan ve buna rağmen dokunmadığın o bacakların artık hayalini kurabilirsin ancak! Ama başkaları gerçeklerini yaşayacak. Eskitecekler onu. Tadacaklar. Yok edecekler. Seni silecekler içinden. Tükürüklerini yüzlerine sürecekler. Tüketecekler. Sana hiç Ayten kalmayacak.”
“Bunları diyeceğine canımı alsaydın keşke. Fazla haklısın Olvido. Bu seni çekilmez yapıyor.”
“Ayten güzel karıydı be Hüsnü. Ucuz orospulardan bel soğukluğu kapmana sebep olacak kadar çirkin değildi en azından.”
“Haklısın be! Kalçaları güzeldi Olvido.”
“Yüzü biraz çirkindi.”
“Yani teni de güzeldi. Garip bir karıydı çözemedim. Güzel kokardı. Kiraz çiçeği kokusu. Hım… Dün gibi aklımda.”
“Memeleri büyüktü.”
“Çenesi yamuktu be Olvido. Güzel kokardı.”
“Ama memeleri büyüktü Hüsnü.”
“Çok konuşuyordu be Olvido. Senden bile çok konuşuyordu. Güzel kokardı, boynu kabul.”
“Ama memeleri büyüktü.”
“Beni terk etti Olvido.”
“Boş ver Hüsnü, yolluydu zaten.”
...
-Olvido?
Gitmiş. Gelir yine. Sana da ayıp oldu. Ölümden zor olanı bu işte. Birinin hayatta olması, onu özlemeniz, ama onun asla bir daha sizinle olmayacağını bilmeniz.
İstanbul'a gidince ilk işim bu Olvido’dan ve kendimden kurtulmak olacak. Ayten hiç gelmeyecek, belki ben onu bulacağım. Neyse, seni uğurlasam iyi olacak, hakkımda beni utandıracak kadar çok şey öğrendin. Umarım Olvido gibi yalnızlıktan uydurduğum bir hayaletten ibaretsindir. Umarım Ayten hakkında kötü şeyler düşünmemişsindir.
Bu öykü Ahmet Muhip Dıranas'ın Olvido isimli şiirinden esinlenilerek yazıldı.