Ortaokulu Bitiriyorum (b.ö.r. -9-)
Tipi ile birlikte kar yağıyor. Sürekli yağan karlar altında köye doğru yürüyen arkadaşlarıma katıldım. Hava iyice bozdu, gözlerimize karlar doluyor. Gökten benek benek karlar sürekli yağıyor. Meyve bahçeleri, ormanlar, çayırlar ve yollar her taraf bembeyaz örtüye bürünmüş. İlçeye sabahleyin yürüyerek gelenlerin ayak izleri de seçilmiyor artık. Hepimizde bir an önce evimize, baba evimize yürüme telaşı. Dağların doruklarından kopan rüzgâr aç kurtlar gibi uluyor sanki. Bir Van türküsü var, 'Giderim Van'a doğru,/ Yolum İran'a doğru.' Bizde, arkadaşlarla yürüyoruz dağlara doğru, bin üç yüz metre rakımlı köyümüze. Yolu yarıladık. Benim yolum ayrılıyor. Kır evimiz bizim köyden hayli sapa kalıyor. Yalnız yürümeliyim. Karda, kışta, kıyamette yalnız yürümek tehlikeli. Arkadaşlarım öneriyorlar:
'Gel birlikte köye gidelim, gideceğin yol iyice kapalı, yollarda donar kalırsın!' Kendime güveniyorum. Hani biraz ısrar etseler önerilerini kabul edeceğim. Kimse ısrarcı olmuyor. Hele bir yakın arkadaşım:
'Gelmezsen de gelme bizimle, bir somun mısır ekmeği eksilmemiş olur soframızda.' Bu söz üzerine guruptan ayrıldım. Zorlukları yalnız aşacaksın diyor iç sesim. Şiddetli eser rüzgâr bazı yerlerde karları süpürüp çukurlara doldurmuş. Bu durum güzel. Böyle yerlerden kolaylıkla geçiyorum. Bazense boğazıma kadar karlara saplanarak, düşe kalka ilerliyorum. Önümde bir tepe var, hayırlısıyla o tepeyi aşınca evime yaklaşmış olacağım. Hayli yoruldum, ha gayret diyorum. Köy çocuğuyum. Karların içinde büyümüşüm biraz gayretle başaracağım. Eve varmaya ne kaldı diyorum. Moralimi yüksek tutmalıyım. Aklıma güzel duygular takılıyor. 'Kar yağar bardan bardan, yollar kapandı kardan,/ Ne gelen var ne giden haber gelmedi yardan.' Bu türküyü anımsarken, bekleyenlerimi de merakta bırakmamalıyım diye de düşünmüyor değilim. Hele bir eve varayım yar ne demek onu da anlatacağım. Yar olgusunu anlatmazsam öykü çok yavan kalır.
Sırtı aştım nihayet. Önümde, yaz mevsiminde bin bir renkte çiçeklerin açtığı hafif dalgalı bir çayır. Şimdi bembeyaz karlarla kaplı, sanki her taraf papatya denizi. Bir iki adımla karların içine gömüldüm. Güppp diye bir sesle şaşkına döndüm. Çevrem bembeyaz sisle kaplandı. Sanki yaz mevsiminde yaylalarımızda oluşan kesif sis tabakasının içindeyim. Yakınımda çığ kopacak bir dik yamaç, bir yar yoktu. Bu ses nereden geldi diye şaşkın şaşkın sağa sola bakıyorum. Taze karlar yağdığı zaman kar benekleri birbirlerini fazla sıkıştırmaz, havalı bir biçimde üst üste birikirmiş. Benim hızlıca karların içine dalmamla oluşan titreşimle büyük depremlerde toprağın yer karasının içine göçmesi gibi karlar olduğu yerde çökmüştü. Tehlike yoktu, fakat hayli korkmuştum. Ellerim ve ayaklarım donma noktasında, yüzüm mosmor olmuş bir durumda eve vardım.
Bölgemizde günümüz gerçekleriyle karşılaştırması olanaklı olmayan bir uygulama vardı. Erkek çocukları erkenden evlendirmek. Dışarıdan sadece, gaz, tuz ve şeker alınırdı. Bundan öte ailenin bütün gereksimlerini kendi topraklarımızdan sağlıyorduk. Tarım ve hayvancılık başlıca geçim kaynağı. Kışlar hemen hemen altı ay sürüyor. Senenin diğer altı ayında da gece gündüz çalışarak ancak bir yıllık yiyecek nevale elde ediyoruz. Tarlada-çayırda, bağda bahçede çalışacak iş gücüne ihtiyaç had safhada.
Benden büyük üç ablam var. Daha üçüncü sınıfta okurken güneşli bir sonbahar gününde götürdüler ablamı. Davullar-zurnalar eşliğinde gitti ablam eloğluna. Düğünün ertesi günü sabahleyin ailece sofradayız. Ablamın yeri boş. Annemin birden gözleri yaşardı. Başladı ağlamaya,
'Kızımın sofradaki yeri boş kaldı,' diyerek sofradan ayrıldı. Hepimiz hüzünlenmiştik. Diğer ablam da aynı şekilde davul- zurna eşliğinde ben ortaokul ikinci sınıfta okurken evlendi. Babamın biricik zevki kapısına bir sürü koyunun gelmesini izlemekti. Bir sürü koyun demek, yazın günlerce çayırlarda ot biçmek, biçilen otları taşımak demek. Kesinlikle sistem bozulmamalıydı evimizde. Bir ablam kalmıştı evlenmemiş. Onun da sık sık elçileri geliyordu. Elçileri gelen kızın kısmeti kapanmasın diye o ablamın da evlenip bizleri yalnız bırakması için fazla zamana ihtiyaç yoktu.
Bu durumda ne yapmak gerekiyordu. Henüz ilk gençlik çağını yaşayan evin delikanlısını evlendirmek. Bana bir şey soran yok. Büyüklerimiz bizim için en iyisini bilir. Onlara karşı çıkmak ne mümkün. Aile terbiyesi, örf ve adetler bunu gerektiriyor. Okulun birinci dönemini okurken bir hafta sonu köye gittim. Bana müjdeli haber verildi, seni nişanladık! Nişanlım benden yaşça hayli büyük. Yaz tatilinde düğün yapılacak. Çalışmada ablalarımın yerini gelin dolduracak. Köyümüzden bir kız da evlendirilmişti komşu köyden benden de küçük bir yeni yetmeyle. Benim gibi garipler yok değildi.
Orta bir, orta ikide iftihara geçmiştim. Ortaokul üçte bolca roman okudum. Birinci dönemde otuz beş adet roman okumuştum. Birde üstüne üslük nişanlanma durumu beni derslerden soğuttu. Gerçi karnemde kırık notum yoktu. Karlı yolları aşıp eve varınca önce ısındım. Ocak ve soba harıl harıl yanıyordu. İki haftalık şubat tatili hiç hoş geçmedi. Annem-babam ara ara söyleniyorlar...
'Köyde millet konuşacak artık. Oğlanı nişanladılar onun için önceki yıllardaki gibi iftihara geçememiş. Nişanlanan çocuk artık okumaz. Aklı fikri nişanlısında olur... Oğlumuz özellikle bu yıl iftihara geçmeliydi.' Bu akçeli sözleri direk bazen de endirekt duyuyordum. Sanki ben çok memnundum nişanlanmaktan!
Daha ilkokul yıllarımda aklıma subay olmayı kurmuştum. İlkokul ikinci sınıfta okuduğum Eşsiz Asker, Asker Koşması, Bu Vatan Kimin...gibi şiirlerinde etkisi olmuştu büyüyünce subay olma isteğimde. Sırayla sayabiyordum, önce askeri okulu bitireceğim. İlk önce asteğmen olunuyor okul bitirilince. Daha sonra sırayla, teğmen, üst teğmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbay, albay... Nihayet orgeneral olabilirim diye hayal kuruyordum. Ortaokul ikide derslerimdeki başarıları duyan ilçemizde çalışan bir memur akrabam anlatmıştı. Ortaokuldan sonra liseye gidersin. Daha sonra üniversite tahsili yaparsın. Çok çalışırsan ve içindeki okuma, öğrenme isteğini sürdürürsen en sonunda profesör olursun. Bu öneri beni hayli mutlu edip heyecanlandırmıştı. Umduğum dağlara karlar yağıyordu. Daha çocuk yaşta nişanlandım, yakında evlenirsem kısa yoldan tahsil hayatımı bitirmeliyim. Babam da zaten erkenden öğretmen olmamı öğütlüyordu. Sık sık anlatıyordu bana:
'Önünde üç yıl var. Bir an önce okulu bitir. Tayinini bizim köye yaptırırım. Bir elin sürekli ev işlerinde olur. Böylece düzenimizi bozulmaz.' Bu sözleri iki haftalık şubat tatilinde bol bol dinledim. Nihayet ikinci dönem başladı ilçeye, okula döndüm.
Bu kez beni yeni olumsuzluk bekliyordu. Kuzenimin karnesi birlerler, ikilerle doluydu. Zaten sınıf tekrarı yapıyordu. Okulu bıraktı. Yemeğimizi yapan yengemde köyde kaldı. Bundan böyle köyden götüreceğim ekmeklerle beslenmeliydim. Öyle yaptım bende. Hafta sonu köye dönüyorum. Bana bir hafta yetecek ekmek yanında birazcık katık olacak yağ, peynir götürüyorum. Kendi çapımda çorba pişiriyorum. Sadece karnımı doyuruyorum.
Kendime söz verdim. Bu dönemde sürekli ders çalışacağım. Roman okumayacağım artık. Sene sonunda iftihara geçeceğim. Yalnız olmanın bir faydası var. Ortam sessiz. Beş numara petrol lambasının altında saatlerce ders çalışıyorum. Yine de bir kitap okudum, Robinson Cruzo. Farelerle amansız savaşa tutuşuyorum. Yaramazlar ekmeklerime dadanıyorlar. Ne yapsam onlardan kurtulamıyorum. Aynı binanın farklı odalarında oturan köylülerim de var. Onlarda benim yaşadığım koşullarda yaşıyorlar. Yarı aç yarı tok günlerimiz geçiyor.
Evimizin az ilerisinde ilçenin saygın bir ailesinin evi var. Onların orta ikinci sınıfta okuyan oğulları ile arkadaş olduk. Okuldaki iki yıllık sıra arkadaşım gibi bu arkadaşımda çok içten, dürüst birisi. Ailenin tek erkek çocuğu. Anne-babası üzerine titriyor. Kendisinin evlerinin hemen yanı başında müstakil bir odası var. Ara ara onu ziyaret ediyorum akşamları. Biraz ders çalışıyoruz. Çoğu kez de sinemadan artistlerden anlatıyoruz. O arkadaş, artistlerin adreslerini edinip onlardan fotoğraf istemiş. O fotoğraflara hayranlıkla bakıyoruz. Cüneyt Arkın ve kartal Tibet sinemaya yeni giren jönler. Onlardan resim istedik. İkimize de adımıza imzalanmış fotoğraflar geldi. Çok mutlu olmuştum.
Günler çabuk geçti. Ortaokul bitirme sınavlarına hazırlanıyorum. O yıllarda ortaokulları bitirme sınavları yapılırdı haziran ayı içinde. Okulu bitirmek için bu sınavlarda geçer not olan en az beş almak şarttı. Benim başarısız olurum kaygım yok. Amacım iftihara geçmek. Birde öğretmen okulu ve sağlık kolejleri sınavına girip bu okulları yatılı okuma olanağı var önümde. İki okul sınavları için gerekli başvuruyu yaptım. Önümde sınavlar var. Sıkı bir çalışma düzenine girdim. Sonbaharda roman okumak için daldığım ormanın derinliklerine bu kez ders çalışmak için dalıyorum. Haziran geldi. Her taraf yemyeşil. Çimenler boy atmış. Meyve bahçeleri, ormanlar zümrüt yeşili. Güneş ışınlarının tüm tonlarını yansıtıyor. Birer ikişer gün arayla sınavlara giriyoruz. Acaba diyorum her sınav çıkışı. Dokuz onluk kâğıt yazdım. İftihara geçmeme yetecek mi alacağım notlar.
İlk kez Artvin'e gittim, öğretmen okulu sınavına. Bu arada evrakları eksik gönderme durumu olmuş. Sağlık koleji sınavına girmem mümkün olmadı. Demek ki, kaderimizde sağlık sektöründe çalışmak yokmuş. Öğretmen okulu sınavım güzel geçti. Sonuçlar birkaç ay sonra belli olacaktı. Haziran sınavları da bitti. Güzel, güneşli bir günde karnelerimizi aldık. İyi derece ile okulu bitirmiştim. İftihar listesinde değildim. Bu kez orta birde iftihara geçen sıra arkadaşım iftihara geçmişti. Biricik arkadaşımın başarısına en az onun kadar sevindin. O, benim en iyi arkadaşımdı. İkinci dönem notlarım çok başarılıydı. Demek ki birinci dönemin düşük notları engellemişti iftihara geçme durumumu.
Tatile giriyordum. Bir okula daha bitirmiştim. Beni bekleyen iki önemli olay vardı. Öğretmen okulu sınavını kazanıp bir mesleğe yönelmek. Birde daha on beş yaşında evlenip genç bir koca olmak köyde beni bekleyen nişanlıma. Bakalım kader ağlarını nasıl örecek. Gerçi işi kadere bırakmamak lazım. Soruları doğru yanıtladıysam genç bir öğretmen adayı olmama bir engel olamazdı. Diğer durumda kaderimi baban çiziyordu. Allah herkese akıl, fikir vermiş, aklınızı kullanın kullarım demiş. Babam da aklını bir yerde kendi düzenin devamı için çocuk yaştaki evladını nişanlamak yönünde çalıştırmıştı.