Osman’ın Ardından
Osman, hastane koridorlarının soğukluğunda tek başına yürürken, her adımı kendini daha da yalnız hissediyordu. Kuzeni ve adaşı Osman, birkaç saat önce trafik kazasında ağır yaralanmış, yoğun bakımda hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Zihninde, bir an önce başlamak için sabırsızlandığı o seyahatin planları dönüyordu. Ne de olsa, yıllardır birlikte gitmeyi hayal ettikleri, sonbaharın son günlerine denk gelen o uzak yolculuktu. Birlikte zaman geçirecek, her anı paylaşıp, anı biriktireceklerdi.
Ama şimdi, her şey bir anda değişmişti.
Bu hafta gidelim demişlerdi en son. Bir hafta önce, telefonla konuşmuşlar, biraz gülüp eğlenmişlerdi. Geleceğin kaygılarıyla değil, geçmişin acılarıyla değil, sadece bir macerayı paylaşmak için heyecanlanmışlardı.
Osman, kuzeninin hayatta olup olmayacağını beklerken, geçmişi ve geleceği bir arada taşımak ne kadar zorlayıcıydı. Yıllarca mücadele etmiş, küçük dünyasında mutlu olabilmek için büyük fedakârlıklar yapmıştı. Birçok hayalinden vazgeçmişti; aşkından, kariyerinden, her şeyden. Ama hep şunu söylemişti kendine: "Mutluluk, fedakârlıktan doğar."
O an, kuzeninin hayatının sonlarına yaklaştığı bir yerde, bu sözlerin ne kadar yanlış olduğunu düşündü. Belki de mutluluğa ulaşmak, aslında hiç de fedakârlık gerektirmiyordu. Gerçek mutluluk, her şeyin ne kadar geçici olduğunu ve sahip olunan her şeyin sonsuzluk karşısında ne kadar anlamsız olduğunu kabul etmekle başlıyordu.
Osman, duvarın dibine çökmüş, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Acıyı içinde hissetti. Bu kayıp, her şeyin kaybolabileceğini, her şeyin bir an için var olup sonra silinebileceğini öğretiyordu. Ama öfke yoktu içinde, yalnızca bir kabulleniş vardı.
İçinde bir ses, tüm bu duyguların Allah tarafından, O’nu daha iyi tanımak için yollandığını fısıldıyordu. Ne kadar acı verse de, bu duygu bir çeşit aydınlanma getiriyordu. Her şeyin ne kadar fani olduğunu, en değerli şeyin ise kalpteki huzur olduğunu anlamaya başladı.
Bir an, kuzeninin gidişi, ona hayatı ve ölümün gerçekte ne olduğunu öğretmişti. O, hayatın ona sunduğu her acı ve kaybı, yeni bir anlayışla kabullenecek ve bu kabulleniş, onun içindeki huzuru keşfetmesini sağlayacaktı.
Yavaşça doğrulup kuzeninin yoğun bakım odasına doğru yöneldi. O an ne kadar kırık olsa da, içindeki güç, yolculuğunun aslında bir son değil, yeni bir başlangıç olduğunu hissettiriyordu. Kuzeninin ölümüne, acısına ve kaybına rağmen, gerçek yolculuk başlıyordu: içsel bir keşif, geçmişle yüzleşme, kendini affetme ve sonsuzlukla barış.
Osman, kuzeninin odasına adımını attığında, ortamın soğukluğu bir kez daha onu sarstı. Yatak başındaki monitörün hışırtısı dışında hiçbir ses yoktu. Her şey yavaş, bir o kadar da ağır hissediliyordu. Kuzeni, hastalığın pençesindeki bir varlık gibi gözlerini kapamıştı. Odaya giren bir başka doktorun, kuzeninin durumuyla ilgili söylediklerinden sadece birkaç kelime duyabiliyordu. Her şey silikleşmişti; kalbinin derinliklerinden, adeta boğazına tıkanan bir düğümle, geriye sadece "bu hafta gidelim" cümlesi yankı yapıyordu.
Bir an, Osman ne kadar çaba sarf etmiş olsa da, mutlu olmak için gerçekten neyi seçtiğini sorguladı. Ne kadar çok şey feda etti? Ne kadar çok şeyi, sadece birilerine zarar vermemek için kendi içinde bastırdı? Her şey birden kaybolmuş gibiydi, geleceği olan bir yolculuk, umut edilen anlar, hepsi belirsizleşmişti. Ama o an, tam da bu belirsizlik içinde, bir farkındalık oluştu. Hüzün ve keder, içindeki acının, tanıdık ama derinleşen bir haliydi.
Osman, derin bir nefes alıp, gözlerini kapattı. O an, hatırladı: "Her duygunun, Allah tarafından insanlara, O'nu daha iyi tanımak için özel yollandığını"… Bu farkındalık, içindeki her şeyi değiştirdi. Kederin bile bir öğretmeni olduğunu, acıların onun ruhunu daha da olgunlaştırmaya çalıştığını fark etti. Kaybı kabullenmek, aslında ne kadar özgürleştiriciydi. Çünkü o, hayatı tüm ölümlülüğüyle kabul ettikçe, kendisini affetmeye başlıyordu.
Bir saat sonra, kuzeninin hayatını kaybettiği haberi geldi. Osman, gözyaşlarına engel olamadı. Ama o gözyaşlarında, derin bir acıdan çok, bir tür kabulleniş, bir tür şükür vardı. Kuzeniyle birlikte gitmeyi planladığı o yolculuk, artık onun zihninde hayalet bir hatıra olarak kalmıştı. Ama içindeki duygu, hiçbir zaman tamamen silinmeyecek bir iz bırakacaktı.
Hastaneden çıkıp, şehre doğru yürürken, Osman’ın zihninde geçmişin her hayaleti daha da silikleşiyordu. O eski ben, eskiden mutlu olabilmek için her şeyi feda eden adam, artık yoktu. Şimdi, kendine, hayatta yapması gereken şeyi soruyordu: Gerçek mutluluk neydi?
Yolculuk, geçmişin izlerini silmek ve geleceği yeniden inşa etmekti. Hayat, asıl yolculukların ve öğrenmenin kaynağıydı. Osman, sonunda anladı ki, mutluluk, fedakârlıkla değil, anlam bulmakla ilgiliydi. Gerçek mutluluk, her acıyı ve kaybı, bir öğretmen gibi kabul etmekti. Geçmişin hayaletlerinden, öfke ve pişmanlık gibi duygulardan kurtulmak, güven duygusunu yeniden inşa etmekti.
Bir süre sonra, Osman’ın hayatında güven tekrar inşa edildi. Yavaşça, kendisini affetmeye başladı. İnsanlara, kendisine, ve Allah'a duyduğu güveni yeniden buldu. Önceki hayallerinin yerini, daha derin ve anlamlı bir huzur aldı.
Zamanla, geçmişin etkisi azaldı, yerini yeni bir dünya aldı. Bu dünya, Osman’ın içinde inşa ettiği "Mutluluk" dünyasıydı. Bu dünyada, hayal kırıklıkları, acılar, kayıplar, her biri birer öğretmendi. Artık, mutluluğu dışarıda değil, içinde buluyordu. Ailesiyle ve en yakın arkadaşlarıyla birlikte, yeni bir hayat kurdu.
Bir gün, adaşının mezarı başında dururken, Osman şunları söyledi: “Bize öğrettiğin her şey için teşekkür ederim. Seninle gidemediğim o yolculuk, beni buraya, buradaki huzura götürdü. Gerçek yolculuk, içimde başladı. Ve artık mutlu bir yaşamım var.”
Ve böylece, Osman gerçek mutluluğu bulmuştu: Ne geçmişin ağırlığı, ne de geleceğin belirsizliği, onu bu yolda engellemiyordu. Sonunda, hayatı olduğu gibi kabul etti ve kendi içindeki huzura kavuştu.
Osman'ıma hasret ve özlemle,
Unutmayacağız.
29.12.2022