Öykü Arayan
Geçen gün, canım öykü yazmak istedi.
Öykü bulmak için yürüyüşe çıktım.
Oturduğum site zamanında ormanlık ve dağlık olan bir alana inşa edilmiş
caddeye çıkmak için merdivenlerden yüz yirmi basamak inmeniz
apartmana girmek içinse yüz yirmi basamak çıkmanız lazım. Seksen dördüncü basamakta, ayağım takıldı, düşeyazdım.
Gülmeyin ama, arada debreşen takıntılarım vardır. Takıntı değil aslında, anı renklendiren sevimli saçmalıklarım, diyelim.
Basamakları dükkanları saymak, kaldırım çizgilerine basmamaya çalışmak , arnavut kaldırımıysa yürüdüğüm
kare desenlerde değişik adımlar, çapraz, düz, artı şekli yaparak o kare desenlerin tam ortasına ayağı denk getirmek gibi:)
Merdivenlerden neşeli neşeli iniyor ve içimden sayıyordum.
Tökezleyince durdum. Etrafıma bakındım.Bir kedi vardı, boynunu eğerek bana baktı. Dikkat et düşecektin neredeyse, dedi.
Ben de boynumu eğerek ona baktım, öykü aramaya çıktım, neşeli ama dalgındım dedim
Hıımmm mırrrrrrr
Dört mevsimin elinden sonsuzluk şarabını içmek
bilinmeyenlerin getireceği şüphe ve farkındalıkların öğüttüğü bakışları bulmak mı istiyorsun, dedi.
İşin zor mıırr dedi.Yürüdü gitti...Gıcık kedi!!
Hayy senin mırrrına dedim, bileğim acıyordu.
Derken caddeye, oradan sahile çıktım. İki genç adam, iki çok genç adam
önümde gidiyorlardı, biri telefonla konuşuyordu.Telefonu kapattı, zıplayarak arkadaşına döndü kanki olluuum, Pelini ayarladım
Elvanı da getirecek. Onu da sana ayarlarız. Gece de bizde kalırsın, dedi.
Öbürü az toplu ve büyüdüğünde sarışın, yakışıklı bir delikanlı olacak olanı
Elvan şu memeleri kısa olan mı demez mi:)
Küçük adamlara güldüm, cümleyi içimden düzelttim.Elvan, şu göğüsleri küçük olan mı?
Cevabı duymak istemedim, hızlandım.
Ben limeleşmiş hayallerimi, insanlar ise köpeklerini gezdiriyorlardı. Ortada öykü namına bir şey yoktu.
Ahh dedim ahh karmaşık bir labirentten daha fazlası olmalı hayat.Yoksa bulurdum öykü
Ahh dedim ah göğünde yangına tutulduğum şehir
ne destanlara konu olacak aşkların var, ne aşklara konu olacak hüzünlerin.
Neden aciz insanların, bir boşvermişlikle harcanıyor yıllar .Dizilerle uyutuluyor adam ve kadınlar
uğruna isyana kalkışmamız gerekirken, memleket bizden üryan.
Öyle dalmış, hiç anlamadan Göztepe köprüsüne kadar yürümüşken
bir dedenin gezdirdiği, yaşı büyük olmalı, çünkü kafası kocaman bir köpek bana havladı
hav dedi yani kes ulan dedi, dudağımı büzdüm baktım ve ona dedim ki ama ben bir bayanım.
Hav dedi tekrar, yani kes o halde bayğan!!!
Gözlerimi , köpeğin derin yorgunluğun, derin yoğunluğun buğusu ile kaplı olan kapkara gözlerine diktim.
Ben öykü arıyorum, öykü ararken de düşünüyorum.
Sizi rahatsız etmek istemezdim, özür dilerim dedim.
Sahibi dede, yorulmuş olmalı ki oturdu, ben de biraz uzaklarına oturdum.
Ama yönümü yürüyüş yoluna değil, denize döndüm, betondan ayaklarımı sarkıtarak az aşağıdaki dünyaya eğilip, baktım.
Uzak okyanusların içindeki dünyayı, görmeye çalıştım.
Sokakların temizlenemeyen, her yıl seni de içine alan şehrin kirlerini denize bakarak arındıramazsın dedi.Yani hırr hırr dedi.
Şu koca kafalı köpek dedi.Koca kafalı köpek, gittikçe gıcıklaşıyordu. Ben köpeğe pis pis bakarken, devam etti.
Güneşin kötü bir kopyasından ibaretsin, ne kadar gülümsemeyi sevsende, seni cayır cayır
üşüten cehenem ateşinin ortasındasın.Tüm insanlar gibi!! Öykü bulacakmış,mış mış.
Bayğaan, çocuk ellerinizden kaçırdığınızdan beri dünya, fır fır dönüyor sizler yakalamaya çalışıyorsunuz.
Tüm öyküler ruhlarınızda, yakalamaya değil yakalanmaya kodlayabilseniz ayarlarınızı...Dna nızda hatalama var...
Yani uzun uzun, haaavv havvvv dedi. Kafası neden öyle büyük anladım.
Bana bak dedim, insan oğlunun vücudunda sizdeki gibi tüyler yoktur. El örgülü kazaklarımız vardır dedim.
Renk renk motifler, desenler.İşte o kazaklar çile denilen yumakla yapılır.(Hayata bakışı örgü benzetmesi ile anlatan bir kitap
okumuştum. Kitap ismini ve yazar ismini koca kafalı yüzünden çıkaramadım ama tüm insancıklar adına gıcık köpeğe
bir şeyler söyleyebilmeliydim.) Çile bülbülüm , çileeee şarkısı aklıma geldi, mırıldanmaya başladım.
Kalktım, aklım da sinirim de yeterince bozulmuştu.
Koca kafanın sahibi olan yaşlı bey amca, korktun mu kızım dedi.
Hiç havlamazdı sessiz sessiz yürürdü, neden böyle gürültü yaptı anlamadım ama korkma ısırmaz, dedi.
Yok amcam( köpeğe şirin şirin bakarak) ben hayvanlarla iyi anlaşırım. Ben de şarkı söyleme hissi uyandırırlar ,dedim.
Bey amca, yüzüme garip garip bakarken, ben bunu ısırmayayım diye düşünerek, koca kafalıma sevgi ve minnet ile baktım.
Akıllı köpeğin, bana sunduğu o güzel kara gözlerinden ruhumun militan ve bilge yanını alarak, dedeye iyi günlerimi diledim.
Koca kafalı bu, susar mı?
Yürüyüşün devamı için, üstümü başımı düzeltirken
Hav dedi bizimkisi , Bayğan, bizim de nasırlaşır patilerimiz...
"Her yeni doğan çocuk, Tanrı'nın bu dünyadan umudunu kesmediğini gösterir". Çocukları da hayvanları da sevmeye devam et bayağn...
Bilgili köpeğe gülümsememin en renkli ışığı ile saygılarımı sundum.
Koca kafalı körfezin uzak sularına bakarken, kuyruğunu sallıyordu.
Bey amca esniyordu. Karşıyakadan bir vapur yaklaşıyordu, martılar vapuru takip ediyordu.
İnsanlar yürüyor, bisiklete biniyor, koşuyor, balık tutuyor, sevgililer öpüşüyor, gençler palmiyelerin altında gitar çalıyor.
Caddede arabalar vızır vızır şarkılarını yarıştırıyor, Caddenin öbür tarafında kafelerde sohbetler ediliyor, çaylar, biralar içiliyor,
tavlalar oynanıyordu. Sokak hayvanları neşeli neşeli kaşınıyor. Çocuklar annelerinin eteğinden çekiştirip seyyar satıcılardan
pamuk şekeri, kağıt helva istiyordu. Pamuk şekerler yenilirken, dünyanın her yerinde yeni bebekler
büyüyüp pamuk şekeri istemek için doğuyordu.
Tanrı bile , umudunu yitirmiyorsa, her saniye yeni bebekler doğabiliyorsa, yaşamı sevmek için bundan daha iyi sebep var mıydı.
Kadının biri öyküsünü bulmuş, çile şarkısını bitirmiş, günün en şen şakrak adımları ve
elleri cebinde, bir erkek kadar güzel çalabildiği ıslığı ile yürüyordu.
En sevdiği kafeye gidip, sıcak sımsıcak, hayat gibi sıcak
çayını yudumlamak istiyordu.
GÜZEL GÖNLÜNE .... TEŞEKKÜRLER ğğğ