Paradoksun Başlangıcı...

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.


Kaç ömür sığar aynı şehirde başka hayat yaşamaya. Sıradan geçen her gününü bundan sonra bambaşka hayallerle yaşayıp ve her defasında bundan önceki hayatını eski bir resim albümünden bakarak yâd etmeye...

Kapıya gelen postacının getirdiği telgrafı açıp, ??Mektubunu aldım kızım en kısa zaman da görüşmek üzere.'' yazan notu sanki babasının sesinden tekrarlarcasına okumuş ve küçük bir heyecanla tekrar salona geri dönmüştü.

O bilmediği bir hayata tek başına ayakta durmaya çalışan genç bir kızdı. İstanbul'a bu sene gelmişti. İçinde bulunduğu şehir kocamandı. Çocukken kurduğu hayaller gibiydi. Uçsuz bucaksızdı...

Burada Marmara Üniversitesi'nde Tarih bölümünü okumaktaydı. Yeni üniversite öğrencisi olmasına rağmen bilgisiyle herkesi kendine hayran bırakıyordu. Siyah saçları, siyah gözleri büyüleyiciydi. Kendince geliştirdiği bir paradoksla kurduğu hayalleri yaşayabilen bir genç kızdı. Muhteşem bir güçtü bu. Hayalin bir adım ötesini görebilmek ve onu istediği gibi yaşayabilmek aklın alamayacağı türdendi.

İçinde her zamankinden farklı bir düş belirmişti. Salondaki kütüphaneden Yahya Kemal Beyatlı'ya ait şiir kitabını karıştırmaya başladı. Çocukken de elinden düşürmediği bu şiir kitabının her sayfasına kendinden birkaç not işlemişti.

Sayfaları çevirirken katlı beyaz sayfayı gördü. Lisedeyken yazdığı bu hikâyeyi tekrar okumaya başladı. Hikâyeyi babasından dinlemişti. Ve buraya kelimesi kelimesine yazmıştı.

Her yazdığı notun bir önemi vardı ve kurduğu paradokslar için bunları her seferinde yüksek sesle okumaktaydı.

İşte Elif paradoksunun anahtarını bulmuştu. Ve hayat onun için şimdi yeniden başlıyordu.

***


Güneş kızıllığına kavuşmaya yakın deniz dalgasının sesinin gür çıktığı anda kız kulesinin o muhteşem görüntüsünün yanında yürüyordu. Öyle değişik bir sevgiyle sarılmaya başlamıştı ki bu şehre içinde bulunduğu her anı yaşamanın ve her günü mutlu olma adına değişik çalışmalara adamıştı.

Simit satan kısa boylu bir çocuğun yanına gitti. Akşamın yakın saatlerinde hala tepsisinde duran simitleri satamayan çocuğun haline dikkatini vermişti. Ellerinin sanki yıllardır çalışan bir adamın elleri gibi büyük ve yıpranmış olduğunu görünce içi acımıştı. İki simit dese de fikrinden döndü ve oradan uzaklaştı. Çocuğun yüzünde mutsuzluk daha da belli olmaya başlamıştı. Her sattığı simitte ne kadar da mutlu olsa da her gün aynı yerde hiç yaşanmamışçasına aynı şeyleri yaşayıp bu hayatın zorluklarına çocuk aklıyla kızacaktı.

Düşüncelerinin karman çorman olduğu bir anda kendisinin de akıl veremediği bu tavrın ne olduğunu beyninde yormaya başlamıştı. Aslında düşüncesi daha da farklıydı. Biraz ileri de bir ateşin başında ellerini ısıtmaya çalışan üç dört çocuğu gözüne kestirdi. Yanlarına gitti ve kendisiyle gelmelerini söyledi. Çocuklar gülerek aralarında bir şeyler fısıldıyordu. Elif tekrar simit satan çocuğun yanına geldi ve her çocuğun karnını doyuracağı kadar simit almıştı. Elif düşüncesinde haklı olduğunu göstermişti. Bu onun kurduğu ilk paradokstu. Çünkü tek taraflı mutluluğun dünya da var olmadığını biliyordu. Bu yüzden mutluluk zincirinin olduğu yerde gerçek mutluluğa ulaşacağını savunuyordu.

Mutlu olmak birine bağlanmak olmamalıydı.


***

13 Şubat 2010 3-4 dakika 5 öyküsü var.
Yorumlar