Rotasız Yol
Uzun zamandır yoldaydı. Nereye neden ve nasıl gideceğini bilmeden uçsuz bucaksız ovaların ıssızlığında saatlerdir yürüyordu. Hayal kırıklıklarının görüntülerini hafızasında tekrar tekrar çevirmekten ne yorgunluğunu hissedebiliyordu ne de susuzluğunu. Hızlı ve kararlı adımlarla sadece yürüyordu. Kaderin pusulasında yürüdüğü yolların ve yüreğine çarpıp geçen kentlerin hiç bir önemi yoktu. Önemli olan tek şey her şeyi ama her şeyi geride bırakarak uzaklaşmaktı kendini en son bıraktığı yerden. Ne kadar yürürse yürüsün kendinden kaçamadığını anlaması uzun zaman alacaktı anlaşılan.
Yüzüne vuran çiğ tanelerinin aygınlığıyla birden duraksadı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bulunduğu yeri tanıyamıyordu. Yan tarafta akıp giden usul ırmak sularına takıldı gözü. Ay'ın yansıttığı gölgesinin suyun yüzeyindeki oynaşmasını izledi bir süre. Adeta meditasyon gibiydi. Sanki sular akıp gittikçe sıkıntıları akıntıya karışıp köpük köpük kayboluyordu. Sıkıntısı akıp gittikçe içinde oluşan boşluğu derin ve garip bir huzur kaplıyordu. Sazlıkların arasında kurbağalar ötüyordu. Sanki büyüleyici bir klasik müzik konserinde en ön sırada oturuyordu. Rüzgâr usulca saçlarını dalgalandırıyordu. Yıldızların aydınlığı gecenin tavanını süslüyordu...
Bir ağacın gövdesine sırtını yaslayıp içini kaplayan huzurun egemenliğine boyun eğmeye karar vermişti...
Aniden sazlıkların hışırtısında Ay yüzlü bir güzelin Güneş gözleriyle karşılaştı. Sanki bin yılların birikimini sorumsuzca boşaltan bir volkanın lavları yakıp kül etmişti içinin son kalan enkazını. Gecenin karası ateş böceklerinin ışıltısıyla süslenirken Ay yüzlü kız ona doğru yürümeye başladı. O adım attıkça bahar kuşları cıvıldıyordu yıldızların izdüşümünde. Dünya güzel bir gezegendi sanki ya da yaşamak özel bir ayrıcalıktı belki. Sırf bu an için yaşamaya değmez miydi o en zorlu anları bile?
Ay yüzlü kız elini uzatıp kaldırdı onu sırtını yasladığı ağacın gövdesinden. Sözlerin anlamını yitirdiği bir andı. Gözler anlatılması gereken herşeyi anlatırken sanki bütün doğa sus pus olmuş onları izliyordu.
Sazlıkların hışırtısında rüzgârın senfonisi çalıyordu. Yürek yüreğe tutuşup ruhlarını aşkın büyüsüne kaptırmış gibi dans ediyorlardı. Ateş böcekleri zarif bir tacın zümrüt süslemeleri gibi alınlarını süslüyordu. Bütün doğa susuyordu. Sadece sazlıkların hışırtısında rüzgârın senfonisi çalıyordu.
Tam da bu anın hiç bitmemesi için dua ederlerken bulutlar yağmur döktü aydınlığın ak duvağına. Yavaşça karaya belenmeye başlamıştı gökyüzünün oyası. Sazlıkların hışırtısındaki rüzgârın senfonisi duyulmaz olmuştu fırtınanın uğultusunda. Ay yüzlü kız kollarından sessiz dereler gibi akıp kaybolmuştu.
Islandıkça ıslanıyordu yüreğinin en kuru çölleri. Sırtını yasladığı ağacın gövdesinden sıçrayarak uyandı aniden. Rüyaymış dedi iç sesinin yankısında gözlerinden akan yaşları silerken.
Ve yerinden doğrularak yola koyuldu. Artık daha bir hınçla yürüyecekti ömür denilen uzun yolu. Bir daha hiç mola vermeyecekti kendine. Usulsüz rüya görmeyecekti. Dokundurmayacaktı bir daha! kim dokunursa dokunsuz, bir dokunuşluk canı kalmış yüreğine...
Teşekkür ederim Şiirkolik Ailem 👍