Rüyadaki Sel
Gürkan, ilginç bir rüya görür, günler, aylar hatta yıllar geçmesine rağmen, gördüğü rüya hala aklındadır ve
onu bir türlü unutamaz.
Aradan uzun yıllar geçer, kızı Zeynep artık öğretmen
olmuştur ve büyük bir heyecan içinde, bütün aile tayinini nereye çıkacağını beklemeye başlar.
Sonun da beklenen evrak nihayet ellerine geçer.
Zeynep o sırada dışarıda olduğu için, evrakı Gürkan alır.
-Bey: Hadi açta bakalım nereye tayini çıkmış?
Meraktan nerdeyse çatlayacağım!
-Hayır...
Kız gelince zarfını o açsın, biz bakmayalım, doğrusuda bana göre bu...
Bak kaç gündür sabrediyoruz, bir kaç saat daha sabredelim.
_İnşallah yavrumun içinden, geçtiği bir yer yazıyordur...
-Hanım: Hayırlısı neyse o olsun...
Gürkan ve eşi gözleri duvardaki saat'te, kulakları da dışarıdaki
ayak seslerinde idi.
Saatler geçmek bilmiyordu, her zaman evde olan kız, aksilik bu ya
çarşıya çıkacağı tutmuştu.
-Bey Kız geç kaldı... Hiç böyle yapmazdı!
Sen diyorum şöyle, bir etrafa baksan?
-Hanım, hanım endişelenme!
Kızın daha gelme vakti değil, dışarıya çıkalı ne oldu ki?
Laf aramızda sen, kızı değil de zarfın içindekini merak ediyorsun...
Sabret, sabret!
Gürkan'ın oğlu da askerde idi, zaten topu, topu iki çocukları vardı.
Sonunda kapının önündeki ayak seslerini, ikisi de duydu.
Birbirlerine karı koca şöyle bir bakıştı.
Evleneni yirmi beş seneyi çoktan geçmişti.
Zeynep içeri girince, annesinin yüzüne şöyle bir baktı.
-Sonunda geldi ha!
Hadi çabuk söyleyin?
Neresi, neresi?
Gürkan içinden Allah, Allah bu kız nerden bildi, zarfın geldiğini diye geçirdi.
-Kızım, dur! Sakin ol!
Deminden beri anneni zor tuttum, evet zarf geldi ama biz zarf'ı açmadık, işte zarf orda kendin aç.
Zeynep iki adım da zarfın yanına vararak, tuttuğu gibi heyecanla zarf'ı
açtıktan sonra içinden çıkan, kâğıda şöylece bir baktı ve sevinçle
annesine, koştu sarıldı ve hemen sonrada babasına...
-Kızım bizi çatlatma yeter!
Neresi imiş?
-Baba Aydın'ın söke ilçesi, ben orayı zaten biliyorum, iki sene önce tatile gitmiştim ya?
İşte orası, tesadüfe bakın ya!
Kimse bana inanmayacak.
-Kızım hadi hayırlısı, ne zaman başlayacakmışsın?
-Baba on beş gün içinde diyor, gelen evrakta...
Hanım hemen hazırlıklara başlayın, yolcu yolunda gerek.
Hep beraber gidelim, kızı oraya kendi ellerimizle yerleştirip dönelim, gözümüz arkada kalmasın.
Bir hafta sonra Gürkan kızı ve karısı ile Aydın otobüsünde yerlerini almışlardı ve içlerinde buruk bir sevinç vardı.
Hızla giden otobüsün penceresinden dışarıya bakarken, kendi kendine kısık bir sesle"
Leylek büyüdü de yuvadan uçuyor.."
Sonunda Söke'ye varmışlardı.
-Bu geceyi bir otelde geçirelim, sabah ola hayır ola...
Sabah erkenden kalkalım, tayinin çıktığı okula yakın, bir yerde sana ev bakalım.
Bir emlakcıya gideriz, kızım artık gerisi sana kalmış, hangisini beğenirsen, bize bu de tamam mı?
-Tamam baba.
Okula yakın bir yerde, kızının beğendiği bir ev bulunmuştu.
Karısı ve kızı temizlik yapacağız, hadi sen, Söke'yi biraz gezde, akşama doğru gel, diyerek ona kapıyı göstermişlerdi...
Gürkan Söke'yi ilk defa görüyordu, güneş kemiklerini iyice ısıtmıştı.
Deniz'e baka, baka, yavaş, yavaş gezinmeye başladı.
Yoruldukça deniz kıyısında ki boş bulduğu banklarda oturup,
yeniden kalkarak, görmediği taraflara doğru yürümeye devam ediyordu.
Bir turistik eşya satan dükkânının önündeki kadın dikkatini çekti.
Şöyle bir kadınla göz göze geldi...
Aman Allahım! Bu o rüyamdaki kız, büyümüş tabi yıllar geçti aradan.
Kadına yaklaşarak daha dikkatli bakmaya başladı...
Kadında tanımadığı ve hayatında ilk defa gördüğü birisinin, kendisine bu kadar dikkatli bakmasına bir anlam verememişti ve rahatsız olmuştu.
Kadın bir şey yokmuş gibi başka taraflara baktı ve yanındaki insanlarla konuşmaya başladı.
Gürkan demek ki bu dükkânın sahibi, diye içinden geçirdi.
Kadın, Gürkan'ın ısrarlı bakışlarına dayanamayarak.
-Beyefendi, birisine mi benzettiniz beni?
-Hayır!
Kimseye benzetmedim, ben sizi tanıyorum...
Kadın onu bu sefer, daha dikkatlice süzdükten sonra ama ben sizi hayatımda hiç, görmediğime yemin edebilirim...
-Evet! Bu lafınız doğru, siz beni asla görmediniz...
Kadının dükkân komşuları da konuşmaları duyarak, onun yakınına gelmişlerdi...
-Öyleyse nereden tanışıyoruz?
-Yıllar öncesi gördüğüm, bir rüyayı sizin gözünüzde de aynısını gördüm.
Siz o sunuz.
Kadın ne oluyor dercesine, etrafında toplanan komşularına baktı.
-Beyefendi sizi güneş filan mı çarptı?
Söylediklerinizden hiç bir şey anlamıyorum, lütfen gidermisiniz.
-Haklısınız ve size nasıl izah edeceğimi de bilmiyorum ama beni bir az dinlerseniz olayı size de anlatayım ve bana hak vereceksiniz, kesinlikle ve kesinlikle o sizsiniz.
Bu arada her taraftan tahta sandalyeler gelmişti.
Kadın, Gürkan'ı kadın istemeyerekte olsa.
-Burun oturun şu masalı birde biz dinleyelim, tabii bu masalı çok dinleyen olmuştur da...
Gürkan bozulmuştu ama içinden kadına hak verdi ve bende olsam şüphe ederdim dedi.
-Fazla zamanınızı almayacağım, size on beş sene önce gördüğüm, bir rüyamı anlatmak istiyorum.
Birisi alaycı bir ses tonu ile.
-Siz anlatın, anlatın!
Zaten ölü sezondayız, iş yok, güç yok.
Sizin anlayacağınız masal dinlemeye çok vaktimiz var.
Komşular öyle değil mi?
Belli belirsiz bir gülüşme oldu.
O arada çaylar da gelmişti, Gürkan ada çay uzattılar,
o da yavaş hareketlerle şekeri bardağın içine atarak, uzun süre karıştırdı.
Bütün gözlerin üzerinde olduğunu biliyordu ve bu arada söze nasıl başlayacağını düşündü...
-Ben hayatımda ne Aydın'ı, ne de Söke'yi gördüm, bundan iki gün öncesine kadar.
Kızım yeni öğretmen oldu ve tayini buraya çıktı, o vesileyle buraya geldik.
Rüyama gelince rüyamda, büyük bir sel gördüm...
Gürkan kafasını kaldırıp, kadının gözlerine doğru baktı ve yüzünde ki paniklemeyi fark etti.
-Hanımefendi, istiyorsanız anlatmayım, kimseye zorla masal dinletmeye niyetim yok ama siz o sunuz.
-Lütfen beyefendi, rica ederim anlatın...
Evet! Çok büyük bir seldi, önüne çıkan kocaman çam ağaçlarını bir kibrit çöpü gibi söküp alıyordu.
Dağdan aşağıya dev gibi kayaları katmış beyaz bir yılan gibi gürültülü bir şekilde akıyordu...
Bir yaz günü, selden çok uzaklarda iki genç biri erkek biri kız, hiç bir şeyden haberleri olmadan ayaklarında şort karşı kıyıda ada gibi küçük bir kayalığın üzerinde balık tutmaya çalışıyorlardı.
Gürkan birden, kadının iki eli ile yüzünü kapatıp, hıçkırıklara boğulduğunu gördü ve sustu...
Ortalığa garip bir hava çökmüştü ve o alaycı bakışların yerini merak almıştı.
Kadın, kendini toplayarak.
-Hani benim sizlere devamlı anlattığım sel var ya?
İşte bu o.
Beyefendi, lütfen devam edin ve siz bana bakmayın.
-Sel yıldırım gibi denizle buluşmuştu.
Bunu gören delikanlı önce umursamadan, beyaz köpük kalabalığına baktı ve yanındaki genç kıza seli göstererek, kayalığın üst tarafına doğru çıkmasını istedi, genç kız kendisinden istenileni yapmıştı.
Denizde çok büyük bir dalgalanma ve dalgalar oluştu, bunu gören delikanlı yavaşça ayağa kalktı ve ağır hareketlerle o da kayalığın yukarısına doğru hamle yaptı ama ne yazık ki geç kalmıştı.
Büyük bir dalga çıplak vücuduna kırbaç gibi çarpmış ve dengesini bozmuştu, son bir gayretle tutunduğu yerden kıza doğru elinin tekini uzattı.
İkinci dalga daha kuvvetli gelmişti ve delikanlıyı sıkı, sıkı tutunduğu kayalıklardan söküp almıştı.
Genç kızın umutsuz çığlıkları hala kulaklarımda ve korku ile uyandım.
Hanımefendi, şimdi size soruyorum, benim gördüğüm sadece bir rüya mı idi?
-Hayır bu rüya değil ve bunu buranın bütün eskileri de bilir.
O, gördüğünüz suda kaybolan, benim ağabeyim idi.
Bir daha ondan haber alamadık, eğer öldüyse cesedi de bulunamadı.
CENGİZ DAMAR
👍👍ÇOK GÜZEL BİR ÖYKÜYDÜ KALEMİNE SAĞLIK BAŞARILARININ DEVAMINI DİLERİM 🙂