Sade Kahve
Kapıyı araladığımda, onu yine tam bir baş belası gibi göründüğü anlarından birinde yakalamıştım. Hala sessizce oturuyordu tahta masasının önünde. Dizlerinin bağı çözülmüş gibi bir titreme almıştı bedenini. Ben korkmuyordum. Ne de olsa onu benden iyi tanıyan biri yoktu. Fakat o korkuyor gibiydi. Heyecanlı tavrından anlaşılıyordu ki, beni fark etmişti. Yüzünün yan çehresinden -görebildiğim kadarıyla- boncuk boncuk terler boşalıyordu. Önünde yine aynı kitabın aynı sayfası açılıydı. Gülümsedim. İstemsiz de olsa acı bir gülümseyiş oldu bu. Yıllar önce bıraktığım gibi duruşuna içleniyordum belki. Gülümseyişimin ne zaman ağlayışa döndüğünü fark edemedim bile. O, iki kolu tahta masaya dayalı, başı dimdik, dışarıya akan gözlerinin doluluğundan hoşnut, öylece dinliyordu sessizliği. Kapının ağzında dakikalarca beklediğim aşikardı. Yılmış gibi, yılların ruhumda biriktirdiği yükleri bir anda üzerimden atabilecekmişim gibi iki adım attım içeriye doğru. Artık buradan çıkamayacağımı, daha doğrusu kalbimin buna asla izin vermeyeceğinin idrakındaydım. Kapıyı örttüm usuldan, buna da aldırmadı. Gözlerim pür dikkat onu izliyordu.
Onca geçen yıldan sonra, hala aynı nefes alıyordu. Hala aynı kitabın aynı sayfasını okuyordu ve hala ruhu benim bıraktığım gibi, kaçamaklarla doluydu. Gür saçları seyrelmişti gerçi, ayrıca sakallarına da karışmışlardı bir hayli fakat geçen günlerin onu yıpratmasına izin vermemişlerdi. Gözlerinin içine bakmak istiyordum. Onlarda hala 'ben' var mıyım diye merak ediyordum belki ya da kendimi görememekten ürküyordum o gözlerde. Yüzümün bembeyaz kesildiğinden emindim. Sanırım ben de bir hayli titriyordum.
Yürümem gerekti, ona doğru gitmeli, onu kucaklamalı, bunca yıl sonra onu bulmuşluğumun heyecanıyla kendimden geçmeliydim. Onun ağlayışını son buldurmalı ve yüzünün gülmesine sebebiyet vermemeliydim. Ve..ve de gözlerinde kendimi aramayı unutmamalıydım elbette. Bütün bunları 'ben' yapmalıydım. Fakat o anda hiç de o kadar güçlü değildim.
Bu girdap sonsuzdu. Beni ve onu içine delice çekmekten bıkmamıştı yıllarca. Ne o, ne de ben cesaret yüklüydük. Karşılıklı susmanın verdiği acıyla avunduk durmadan. O, beni ne unuttu ne de bana tek kelime etme lütfunda bulundu. Ben ise, tamamıyle ona odaklı yaşamımda ne zaman ağlasam gözleri geliyordu gözümün önüne. Bunu tarif edebilmem oldukça olanaksız.
Kafasını çevirip bana bakmamasına da şaşırmadım. Sanırım kahve içiyordu, ben gelince unutmuştu. Güzel bir sade kahve ve sigara kokusu doluydu bu oda ve burayı ne kadar özlediğimi bana hatırlatıyorlardı. Onu unutmuşum bir anlığına ve geçmişe gidip gelmişim. Onunla kitap okuyuşlarımızı, yarım kahvemi onun gelip bir dikişte bitirmesini, şu pencereye bakıp karşılıklı ilham arayışlarımızı, denemeler, öyküler yazarken kendimizden geçişlerimizi, onun taze nemli gözlerinin toprak kokusunu, belki de binlerce şey..hatırlıyordum.
Ne onun bana dönüp bakacak takati vardı, ne de benim onun yanına gidip birkaç laf söyleyecek gücüm. Belki bu son gelişimdi, ya da kesinkes öyleydi. Kırlaşmış saçlarının ardından usulca kırpıştırdığını gözlerinin nemden boğuklaştığını nasıl içimde duyumsayabiliyorsam, o da benim nefes alıp verişimdeki yağmurun kokusunu o şiddetle algılayabiliyordu.
Başım son bir kez şöyle bir dolandı -onun- odasında. Çıkmaya odaklı bedenim, ayaklarıma yön vermekte zorlanıyordu. Oysa, oradan bir an önce uzaklaşmalıydım. Beynime -zor da olsa- bir komut gönderdim ve iç çekişimle ani bir dönüş yaptım. Kapıyı usulca açtım ve geri kaparken oyalandım; yüzünü benden yana döndüğünde, bari yüzümün yarısını görebilsin diye.
20 MAYIS 2014
Eski sevdalar küllense de zaman zaman anılar kalıyor geriye ve yaşanmışlıklar. Güzel bir öykü kutlarım Filiz...👍