Saklı Beyaz Yaşamlar
Yaşamak... Lunaparkların karanlık taraflarında... Evlerin arka odalarında... Öykülerin eksik satırlarında... Yaşamak... Usul usul... Yolların bilinmezliğinde... Göğün tedirginliğinde... Şiirlerin sancılı dizelerinde... Yaşamak, her şeye rağmen...
'Geçen zamanı tanımamak için, kendimi tanımayı bıraktım.'
Baş parmağım ne kadar ağır. Bir şeylere baş olabilecek konumda değil. Ya işaret parmağıma ne demeli; kimseyi işaret edemeyecek denli kırgın. Parmaklarım hareketsiz. Parmaklarım, hatta tüm bedenim kımıldamadan duruyor. Hafif bir kıpırtıyı dahi istemediğimden değil, yapamadığımdan.
Son hatırladığım... Kahretsin, hiçbir şey anımsamıyorum. Zihnimim bozkırları, en ufak esintide bile kızıla kesiyor.
Boşa çabalayan bir ruh; lanetlidir. Tıpkı işlevini yerine getiremeyen bir hafıza gibi.
Daire, dairenin üzerindeyim, koşuşturdukça yeniden kendime dönüyorum. Dönüp durdukça kendimi bulmak, aslında kaybolmaya benziyor. Gerçekten aradığın yerine, aramadığın bir şeyi koyamazsın...
Tekrardan hareket etmeye çabalıyorum, nafile...
Beyazım... Oldukça beyaz... Gözlerim, ellerim, tüm bedenim beyazla sarmalanmış. Öldüm mü; eğer ölseydim kesinlikle haberim olurdu. Haberim olurdu öyle değil mi? Ölmediysem bu beyaz niye, peki bulunduğum yer gece mi, gündüz mü? Kestiremiyorum... Kestiremiyorum çünkü eğer beyaza aitsen, ışığı, aydınlığı kavrayamasın. Senin için gündüzler, son gece trenine binip göç etmiştir. Artık sen, iflah olmaz bir gececisindir. Tıpkı tüm iflah olmayan gececiler gibi, kanından şiir akacaktır. Yollar yurdun olacaktır ve yurdun genellikle şerit şerittir. Şeritler, çoraklığına işarettir. Ancak hareketsizsen, asla gidemezsin...
Adım sesleri...
Sesler; sesleri çağırmak... Demek az önce tamamen sessizlikteydim. Adım sesleri sayesinde fark ediyorum bunu. Etrafımda, yakınlaşıp uzaklaşan adım sesleri sayesinde. Kaç kişiler, bir, iki, üç... Belki bazıları adım atamıyordur. Peki kimler? Kimsiniz, konuşamıyorum...
Adım sesleri yeniden yaklaştığında, bedenim harekete geçiyor. Benden izin aldığına emin değilim. Beni dinleyeceğini de ümit etmiyorum. Tenim yürüyor sanki ancak hareket edemiyorum. Bedenim onlarca parçaya ayrılmış, tüm parçalar aynı anda hareket ediyor.
Yırtılıyorum, renkleniyorum, kanatlarım çıkıyor... Onlarca kanat... Rengarenk... Görüşüm belirginleşiyor. Karşımda bir kadın duruyor. Bedenimin her yerine temas etmekte. Oradan da ruhuma ulaşmakta... Hayır dokunmak değil bu, dokunmak ile temas etmek arasındaki farkı anlayacak kadar yaşadım.
Kanatlar sakince beni terk ederken, karanlığım büyüyor. Kadın tamamen gözbebeklerimde tasvir edilmeye başlıyor. Karanlığım büyüdükçe, irisime dek inen aydınlık artıyor. Çırılçıplak kalıyorum, kadın bana sarılıyor. Giyiniğim...
Başımızın üzerinden bir kuş sürüsü geçiyor, Istanbul'un orta yerinde bir çocuk ağzındaki şiiri düşürüyor. Kiremit boyasından umutlar avuçlarımıza gizleniyor. Katledilen bir güzelliğin gözlerine, iki madeni sikke yerleştiriliyor. Kadın bana sarılıyor, zaman yeniden akıyor, kendimi tanıyorum... Korkmadan...