Sana Geliyorum (1)

Yağmurlardan arta kalan o toprak kokusunun, tıkanan damarlarımda bir usare olacağını nereden bilecektim. Ben eylüle küsmüştüm goncayken yapraklar. Daha serçeler dadanmamıştı ağaca, daha bülbül figanda değildi gülün endamına, daha çiçekler tercüman değildi aşkın hissiyatına.





Ellerimde hüzün vardı. Kırmızı kan lekesini andıran. Gelincik tarlalarından, sevdaya teklifsiz sunulsun diye aşırılmış güller. Onlar anlatıyorlardı ızdırabı; çiğ düşmüş gözyaşlarıyla... Umutsuzca yuvasından ayrılan annenin bulamadığı nevalenin yüreği dağlayan acısı, çığlıklarla beraber pervaneleşiyordu semada. Her kanat çırpışında bir kez daha ölüyordu anne, karşı konulamaz histerik bir yaklaşımla...





Yaşama dört elle sarılmış geleceğe dönük beklentilerim vardı kuşkusuz. Aşk ikliminin gelmediği bir coğrafyada, sevgisiz, monoton bu tiyatroyu oynayan, gülmeyen simalar mevcuttu çevrede. Yüreklerine kurşun yarası değmemiş platonik saçmalıklarla doluydu, bir ucu büyük ihtiraslarla yakılmış aşk mektupları... Ağlayışları bile yabancıydı, beni hoyratça söyleten şarkılarıma. Bakışları, uzayın derinliklerinden yolcuları görmüş gözler gibi, hayret ve dehşet yüklüydü endamıma...






Sahile acımasızca vuran dalgaların melodisini, duyan yoktu benden başka. Yakamozu seyredip hayaller kuran, kelebeklere isimler takıp, mutluluktan uçanlar yoktu. Ben, aşkı, aşk ikliminin seyyahlarında zirveleşen duygularını, bende de hasıl olması için satın almıştım. Onlar da benim gibi ince ruhlu, benim gibi sırılsıklamdı zemheride. Biliyorlardı tabutun arkasından gidenlerin acısını. Yeni tatmışlardı cennet kokusunun dudaklarda bıraktığı muştuyu. Mezarında bir ben anladım neden ağladığımı, bir de o anladı; insanın her geçen gün biraz daha kaçtığı soğuk ürperti.





Göçmen kuşlar, aheste aheste gitti buralardan. Garda vedalaşan ellerde ve dillerde yine aynı temenni, ?Görüşürüz..? Evden ayrılan yiğitlerin ardından sallanan eller, edilen dualarda da hep aynı inilti. Gurbeti vatan bilip uzaklardan kısacık bir iki hal hatırla dindirilen yürek fırtınalarında da aynı özlem. Tekraren dönüşü olmayan bu yolun, yolcularının heybelerine bakacaklarmış, gümrükte. Ne getirdiklerini tek tek inceleyeceklermiş. Ben ne götüreceğim acaba. Ateşe odun mu, sevgiliye gül mü?...






Yağmurlardan arta kalan o toprak kokusunun, tıkanan damarlarımda bir usare olacağını nereden bilecektim. Ben eylüle küsmüştüm goncayken yapraklar. Dallarda meyveler kıyama durmamışken şiirler yazıyor, kurgular yapıyordum beynimde. Aşk kitaplarının basılmadan sırasında bekliyordum, uykusuz. Özgürlük savaşçısı addetmiştim kendimi. Düşmanı olmayan bir beldenin, kendine düşman tek adamıydım barış adına.




Beni anlamak için zıt anlamlı kelimelerin anlamını bilmek ve küçücük neşemle, küçücük köşemin farkında olmak yetiyordu. Bana biçtikleri elbise, ruhumu sıkıyor; verdikleri rol beni öldürüyordu. Yaşamak için sevmeye karar verdim. Yaşayacak, vazgeçmeyecek, direnecek, bana biçtikleri deli gömleğini onlara giydirecektim. Zaten öyle olmam gerektiği yazılıydı, okunup idrak edilemeyen sayfaların arasında...






Artık son deminde ayakta duramayan serseri bir mayın gibi infilak üzereyim. Seni tanımadan geçen zamanımın kaybedilmiş kalıntılarına mersiye yakmak niyetinde değilim. Son bir hamleyle üzerime çullanan fırtınanın gazabından kurtulmuş olarak sana geliyorum.





Şunu da biliyorum ki, ben zaten hep seninleydim...







Yağmurlar geceye davetiye çıkardı
Ağladı güneşin bana bakan yüzü
Hicran kuşattı ömrü dönmeyişinin ardından
Beraberce kuşandık hüznü
Bakakaldı yüreğimin gözü
Sormadın ve döndün






Duymadın martıların çığlıklarını
Ölüme doğru sonsuz uçuştayken
Zümrüdü Anka kuşunun kanadındaydın
Meğer ben çıkmışım yola erken
Buladım ve döndüm
O kutlu seferden

10 Ekim 2008 3-4 dakika 24 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 16 yıl önce

    kutlarım ZEKERİYA bey severek okudum çok güzeldi duygu seline kapıldım...👍😙

  • 16 yıl önce

    Harika olmuş Zekeriya bey. Zevkle okudum, bazen uçtum, bazen duruldum ama emin olun bırakmak istediğiniz yerdeyim şimdi. Teşekkürler...👍