Şapkalı Köyün Kavalyesi
Neşe içinde karpuz yiyordu çocuklar. Rüzgar nazlı nazlı sallıyordu mısır tarlalarını. Saksağanlara bugün de ziyafet vardı belli ki. Karahindibalar uçuşuyordu havada. Yaşamak denilen şeyde işte böyle bir şeytan tüyü vardı.
Gökyüzünde avını arayan büyük bir yabani kuş tur atıp durdu. Üç kere Allah senin belanı versin dedi kamelyanın çatısındaki saksağan. Yabancı gördüğü her şeye tavrı bu şekildeydi. Kendi mıntıkasında darısına tehdit olarak gördüğü ne varsa Allah belasını vermeliydi. Bela okurken üçlemek önemliydi ayrıca…
Uçaklar kuşlara kuşlar mısırlara insan insana tehditti. Ülkeler birbirine ve diğer gezegenler dünyaya. Çok karmaşık görünse de her canlı doğasına yakışanı yapıyordu.
Dişlerinin arasına kaçan karpuz iliklerini temizliyordu Şapkalı Köyün Kavalyesi. Dilin ne kadar önemli olduğunu kavramıştı. Bir şey temizlerken, bir şeyi sindirirken en önemlisi de konuşurken. Dilin öyküsünü sayısız yazar yazmıştır ama dilsizliğin öyküsünü yazmak cesaret isterdi.
Mısır tarlalarının arasında Güneş’ ten korunmak için şapka takıyordu herkes. Bu yüzden Şapkalı köy olarak anılıyordu bu köy. Köyün kavalyesi ise bütün davetlerde gözlerin en çok aradığı kişiydi. Herkes onun kendi kavalyesi olmasını istiyor hakkını yitirenler umutsuzca boş boş göğe bakıyordu. Davet ve düğünler dışında ise köy gayet sessizdi. Sessizlik çoğu zaman dilin sayfalarca anlattığından fazlasıydı dedi elinde bastonuyla köyün bilgesi. Rengarenk bir kedi esnedi bu anlamlı sözün üstüne. Sessizlik uykusunu getirmişti anlaşılan…
Şapkalı köyün esaslı kızı ise bahçesinden pancar yaprakları toplamakla meşguldü. Bu yapraklardan nasıl gözleme yaparım diye düşünüyordu o an için sadece. Sonra gözleri uzaklara daldı ve beklediği bir kimse olmadığı halde gözleri bahçe kapısında takılı kaldı. Beklediğin birisi yokken niye bakar durursun kapılara diyerek kızdı kendisine.
İnsan böyle bir varlıktı işte. Olmayanı bekleyen, yiten ve yitirilen, anlam yükleyen sevgiyi de nefreti de göğüsleyendi her gün tekrar tekrar. Devam edecek.
30/07/2023