Sarı Çıyan

Kadın, kavurucu temmuz güneşinin ışığını emerek kızgın bir fırına dönüşen kara feracesinin içinde, çapasını hırsla yumuşak toprağa indirip kaldırıyordu. Çapanın madeni yüzünün toprakla bir anlık buluşması, karpuz fidesi ekili karıkların yüzeyinde oluşan kaymaksı kabuğu parçalayarak toprağın nemli bölümünü ortaya çıkarıyor; fidelerin çevresi taze toprakla örtülüyordu.
Çapa kadının kollarında havaya yükselirken, ortaya çıkan küçük toz bulutu ile toprak kokusu bunaltıcı sıcak dalgasına karışıyor; temmuz ortası günü esir alan yakıcı güneş ışıkları işlenmiş toprağın sarılarıyla birleşerek, yerle gök arası boşlukta renkli fısıltılar yayarak titreşiyorlardı.
Saatlerdir iki kat olmuş bir halde, alışık devinimlerle çapa sallayan kadının yüzü feracesinin koyu gölgesinde mor bir lekeyi andırıyordu. Çapaladığı toprağın rengiyle uyum içindeki gözleri, yüzünün terli mor rengi ortasında kaygıyla parıldadığında hızla doğruldu. Bostan tarlasının kuzey köşesindeki meşe ağacının lacivert gölgesini kaygılı bakışlarıyla taradı. Acele bakışlarla taradığı ağacın gölgesinde aradığını göremeyince, yüzünün mor rengi bir anda sarıya dönüştü. Telaşla karpuz fidelerini ezmekten sakınarak, ağacın gölgesine doğru koştu. Gölgeye vardığında, saatler öncesi uykuya yatırdığı ve işe dalarak varlığını unuttuğu çocuğunun bıraktığı yerde olmadığını görünce, telaşının yerini yarı öfke, yarı korku duygusu aldı.
Öfke duymasının nedeni; çocuğun on aylık olmasına karşın her zaman bıraktığı yerde durmaması, kaşla göz arası ortadan kayboluvermesiydi. Onun bu halleri yüzünden kocasından yediği dayakların sayısını unutmuştu. Çocuk doğduğunda kız olmadığı için 'İçinden boğmak geçtiğini!' anlamış gibi ondan intikam alıyordu sanki. Korkusunun nedeniyse; kocasının aniden gelivermesi ve o kocaman elleriyle kendisini dövmesiydi.
Öfkeyle 'Seni sarı çıyan!' diye söylenmesi ve ardından sıraladığı ana yadigarı ilenmeleri, cırcır böceklerinin sıcaktan yakınan seslerine karışarak sarı sıcağın titreşen renklerinde asılı kalırken, çevresine göz gezdirdi. Çocuk görünürlerde yoktu.
Altı çocuk doğurmasına karşın, sağlıklı ve diri bir görüntü sergileyen gövdesi, duyduğu öfke ve bunaltıcı sıcaktan dokuma feracesinin içinde ter içinde kalmıştı.
'Seni inşallah çingene karıları çalarda, bende kurtulurum!' diye söylenerek, hangi yöne gitmesi gerektiğine karar vermeye çalışırken, çocuğun ağlama sesini duydu.
'Eh, bende senin etlerini çimcik çimcik doğramaz mıyım!..' diye, öfkeyle söylenerek sesin geldiği yöne doğru hışımla ilerledi. Lastik ayakkabılarıyla ardında küçük toz bulutları bırakarak ağlama sesinin geldiği yere vardığında ağzı burnu toprağa bulanmış; altı sidik ve dışkı içersinde debelenen çocuğuyla karşılaştı. Kavurucu güneş ışığıyla tere batmış ağlayan çocuğu öfkeyle kavrayarak geldiği yöne doğru hışımla yürüdü.
Meşe ağacın gölgesine varınca, çocuğu toprağa atar gibi bırakarak çapayı eline aldı. Fosur fosur yumuşak toprağa çukur kazarak, hız kesmeksizin ağlayan çocuğu çukura yerleştirdi. Çukuru çocuğun beline kadar toprakla doldurdu. Çapa elinde yarım bıraktığı karığa doğru ilerlerken, 'Seninle oynayacak değilim!.. ' diye söylendi.
Kadın, yarım saat öncesi konumunu alırken; temmuz gününe hakim olan ses, beline kadar toprağa gömülmüş çocuğun sıcak boşlukta yankılanan ağlama sesiydi.

09 Şubat 2010 3-4 dakika 6 öyküsü var.
Yorumlar