Sarı Saçlı Mavi Gözlü Zübeydem
Kar yağıyordu dışarıda. Üşüyorduk.. Sabırsızlıkta eklenince üstüne..
- Neden kimse ilgilenmiyor? Diye arkamdan gelen sesle irkildim birden, şivesi farklı ama ne istediğini bilen tok bir sesti.
Çalıştığım yerde çarşamba günleri pazar kurulur bütün işler bir güne sığdırılırdı. Köylerden akın akın arabalar gelirdi, insanlar tıkış tıkış arabaların içinde, yeşillik ne varsa getirir satar ihtiyaçlarını alır dönerlerdi. O gün pastaneden hastaneye her yer tıklım tıklım olurdu nefes alamazdınız mesai saati bitene dek. Akşamları yorgunluktan ayaklarınız koyacak yer bulamazdınız evinizde.
Daracık bir yere koymuşlardı para çekme makinesini.. Yarım saattir yaklaşık 10 kişi birbirimize değmemeye çalışarak banka kuyruğunda önlü arkalı bekleşiyorduk.. İkindi vakitleri idi ..
Farklı duyduğum sese döndüm baktım bir çift mavi göz gri beresinin altından gözlerimle buluştu, merhabalaştık sessizce.. Spor iyi giyimli 50 yaşlarında bir bayandı. Her zaman görmeğe alıştığım insan tiplerinden değildi. Yaz olsa tamam derdim. Yazlıkçı. Ama kışın kimse gelmezdi ki bu taraflara. Yabancıydı belli.
- Haklısınız ama siz gelmeden önce gelip baktılar, bir aksilik var uğraşıyorlar. Dedim.
Ve beklemeğe devam ederken konuşmayı sürdürdük..Nereli olduğunu sorduğumda nazikçe cevapladı beni yine o tok sesle. İyi konuşuyordu Türkçeyi, Amerikalı imiş. İstanbul'da Robert kolejde İngilizce öğretmenliği yapmış ve emekli olmuş. Eşiyle birlikte yazlıklarına gelmişler ve pazara uğramışlardı, 5 dakika sürmez çeker gelirim demiş eşine parasını. Ne bilsin bizim çarşamba gününün azizliğini üstüne para çekme makinesinin bile bu yoğunluğa alışık olmayıp teklemesini ne bilsin..En sonunda makine yapıldı ve önümüzdekiler paralarını çekmeğe başladı, ben sıramı ona verdim. İşim bitmişti dairede acelem yoktu , teşekkür etti, gözleri ne güzel gülüyordu..Çok hoştu tavırları bizim topraklarda büyümüştü sanki.. Bizden biri gibi.. Ben elimle dairemin yerini de gösterip ekledim;
- Üşümüşsünüz. Arzu ederseniz size çay ikram edeyim, kendimiz yapıyoruz yeni de demlendi. Arkadaşlarım da var sohbet ederiz. Dedim.
- Eşimle buluşayım zaman kalırsa geliriz. Dedi.
Vedalaştık ayrıldık. Paramı çektim, 1-2 yerde daha işim vardı onları da hallettim bu arada zaman geçmiş.. Daireye doğru yöneldim ama aklımdan başka yerlerde geçiyor gideyim aradan çıksın diye düşünürken bir kafamı kaldırdım daireye baktım arkadaşlarım camdan el kol hareketi yapıyorlar, bir tanesi camı açıp seslendi;
- Çabuk Gel! Neredesin? Misafirlerin var. Yarım saattir seni bekliyorlar. Davet etti, görmeden de gitmeyelim diyorlar..
Sahi ya, unuttum ben davet etmiştim de gelirler diye hiç ümidim yoktu. O mavi gözler aklıma geldi bir an. Koştura koştura merdivenleri çıktım. Odaya girdiğimde başından beresini çıkartmış, sarı saçlarını salmıştı, yanında eşi, ellerinde çay beni bekliyorlardı.
Özür diledim nefes nefese.. Çok utanmıştım, unuttuğum için.. Gelmez sanmıştım oysa..Neyse ki arkadaşlarım ellerinden geleni yapmışlar ağırlamışlardı benim sürpriz konuklarımı.. Çaylarını keyifle yudumlarken sohbette koyulaşıyordu gittikçe... (Çayın yanına akşamdan yapıp yanımda getirdiğim peynirli maydanozlu böreklerim vardı onları da ikram etmiştim.) Washington'lu idi. O zamanlar Bush başkandı onun gaflarından konuştuk biraz..O Türkçe konuşurken arada İngilizce konuşunca bende yarım yamalak İngilizcemle konuşmağa başladım. Başladım da öyle komik oldu ki bu yerlere yattık gülmekten ..( Kendimce çeviri yaparım, söylenileni anlarımda telaffuzum berbattır.)Sanki yıllardır sohbet ettiğimiz insanlardı, nasıl güzel kaynaşmıştık, zaman geçiyordu...O an aklıma geldi, ben koşturmadan tanışma faslında adını sormayı da unutmuştum..
- Adınız neydi? Adınızı söyler misiniz lütfen. Dedim. Birden. Eşi cevapladı sorumu;
- Zübeyde. İsmi Zübeyde. Dedi. Gülümseyerek devam etti;
- Benim adım da Kemal.
O an odada bulunan herkes sustu. Şaşkınlıkla karışık bir hayranlıktı bizimkisi.. Eşi anladı bizim halimizi ve devam etti açıklamasına;
- Atatürk'ün annesinin ismini özellikle istedi biz evlenirken.. Türk vatandaşıdır kendisi.. Biz tanışmadan çok öncede okur severmiş M. Kemal'i dünya görüşünü..Nutuk ve ilgili kitapları okumuştur. Okur araştırır hala... Diye bitirdi sözünü..
Hayranlığım daha çok artmıştı bu kadına. O tatlı tatlı gülümsüyordu, ısınmış dinlenmişti.Eşi Kemal Bey mühendisti, Amerika'ya eğitim-iş amaçlı gidiyor, tanışıyorlar, evleniyorlar. Ardından gelip Türkiye'de yaşıyorlar. Çoluk çocuk...
Vakit iyice geçmişti ve ayrılık zamanı gelmişti hava iyice kararıyor mesaide bitmek üzereydi. İzin istediler bizden kalkmak için. İzin onlarındı. Huyumdur misafirlerimi yolcu ederken illa bir şey vereceğim. Böreğimi beğenmişlerdi kalanı paket yaptım verdim. Memnuniyetleri yüzlerinden okunuyordu. Teşekkür ettiler defalarca..Sarıldık öpüştük ve ayrıldık..
(Bir daha görüşmek kısmet olmadı ne yazık ki..)
Onların arkasından arkadaşlarım bana takıldı milleti davet edip unuttuğum için biraz kızıp ardında aldıkları keyifle;
- Ne âlem kadınsın nerden buldun bunları ne güzel insanlardı. Dediler..
Günlerce konuştuk Zübeyde'yi ve Kemal beyi. Benim yarım yamalak kurduğum İngilizce cümleleri hatırladıkça gülüyorduk o an kadar taze sıcaklıkta..
Hepimiz Nutuk okumağa başladık. Kimse birbirine bir şey demiyordu ama... Ne yerdeydik ne gökteydik..
İçinizden elin Amerikalısı işte dersiniz kim bilir pervazsızca. Oysa Gelinimiz bile olmadan daha önce dünyanın öbür ucundan bizim büyüğümüzün değerini anlamıştı.
Zübeyde'm.
M. Kemal'imi
Sahiplenmen gelir aklıma
Aklıma gelir hala dalgalı deniz
Sarı saçların mavi gözlerin
Aklıma geldikçe eksikliğim/iz
Daha çok okumamız gerektiği ve okuduklarımızı idrak edip yaşama geçirmemiz gerektiğini anlar ben de söylerim kendimce - Pür ateş.
_____________________________________________________
Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım.
Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Atatürk'ün Gençliğe Seslenişi
Ey Türk gençliği! Birinci görevin Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır.
Varlığının ve geleceğinin tek temeli budur. Bu temel senin en değerli hazinendir. Gelecekte bile, seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır. Birgün bağımsızlık ve cumhuriyeti savunmak zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, bulunduğun durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar, çok elverişsiz bir nitelikte ortaya çıkabilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetini yok etmek isteyecek düşmanlar, bütün dünyada eşi görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri ele geçirilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her köşesi eylemli olarak ele geçirilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acı ve daha tehlikeli olmak üzere, ülkenin içinde iktidara sahip olanlar duyarsızlık ve sapkınlık ve hatta ihanet içinde bulunabilirler. Üstelik bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını işgalcilerin siyasi istekleriyle birleştirebilirler. Ulus fakirlik ve çaresizlik içinde yorgun ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu durum ve koşullar içinde bile görevin Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Gereksinim duyduğun güç damarlarındaki asil kanda bulunmaktadır.
Kurgu ya da gerçek; amaç, yönlendirme, anlatım olarak sürükleyici ve güzel. Yararlanılmalı.
Kutluyorum.
Sayın Tatar Kurgu değil efendim, gerçek yaşadığım olay.. bir arkadaşıma sohbet arasında bu anımı anlatırken "bunu yazmalısın" demişti ondan sonra yazdım ....
Teşekkür ederim Saygılar...