Sensizliğe Sürgünüm
Sensizliğe sürgünüm, çöl sıcaklığı harında serap göreli gibi, kum taneleri arasına sessizce sensizliğe doğru kıdım kıdım sızan..
Çaresiz yorgun ve tükenik.. Kum yığınları ortasında yuvarlanmalı düşüşler yaşıyordu ay ışığında ruhum.. Oysa ne güzel masum esiyor etrafımdan salına salına geçen kum taneleri, çöl harikası kaktüs çiçeklerini umursamadan..
Sürgünlüğümün, başlangıç nedeni neydi hatırlamıyorum. En son seni ne zaman görüp görmediğimi hatırlamadığım gibi, Dün müydü ne ? Yoksa hayal miydi dünkü gördüğüm ? Ve dün hangi yoldan geçtiğimi hatırlamadığım gibi..
Bilmiyorum, gönlümden sana boşalan sevgim, sendeki aşk deryasına kavuşmuş muydu yoksa ? Hasretin, zaman tünelinin geçtiği her noktadan bir örümcek ağı gibi ilmik ilmik örüyor bedenimi bu gece.. Seni simlerle ipek ağına bağlamış, bana getiriyor ve her defasında bırakır gibi yapıp kaçırıyor uzaklara, sürgünlüğüme bırakıyor..
Bin bir parçaya bölünmüş zamanın uykusundayım şimdi. Senden öncesi ve senden sonrası parçalanmış dilimlerdeyim... İki büklüm seyretmek seni.
Sisli bir havada yollarına bakmak, tırnaklarım buz tutmuş da sökülürcesine acılar çekip de hala seni sayıklamak.
Ve ardından, ruhum da sen, seraplarımda sen, göz kapaklarımda sen kapıyorum sen, hiç bitmeyen rüyam. Kahrediyorum sensiz gecelerin yıldızlarına. Lanet ediyorum sensiz doğan Güneşe.. Kahrediyorum sensiz sokaklara sensiz parkların ağaçlarına, banklarına, çimlerine. Lanet olsun el ele tutuşup da yürüyemediğim sensiz korukluklara. Sana son kez sarıldığım, seni son kez doya doya öptüğüm, sana son kez baktığım yere. Lanet olsun ardına bakarak gidişlerindeki, giderken döktüğün gözyaşlarına..
Uzaklardan karanlığın ortasından bana doğru akan beyaz bir ışık parlıyor kör edici, gözlerim buğulu kamaşıyor bakamıyorum, ama bağrıma örülmüş ağlardan kurtulup geri koşuyorum takılıp düşecekmişim, kör olacakmışım umurumda değil hiçbir şey, koşuyorum ışığa doğru, karanlıktan korkarım ben, bana gülümseyen sürgünümdeki yıldızımmış meğer parlayan, ben her gece uyumadan önce baktığın yıldızlardayım ve parlıyorum belki sürgünlüğümden ruhunu aydınlatırım diye..
Ruhum daralıyor, bedenim üşüyor, hiçbir şey hissetmiyor duygularım. Sürgündeki sevdasını bulup vurmak için, başı boş dolaşan bir ok tarafından kalbimden vurulmuş gibi kalemimden kan damlıyor. Bir damlası hasret, bir damlası öfke, bir diğeri acı ..
Yakama yapışmış içime işlemiş kangren hasretin öldürdü beni ! Şimdi geceler çaresiz, geceler sensiz. Bir öpüşten daha sıcak, şimdi yağmur damlası gelip konar dudaklarıma sesiz sessiz. Söylemiş miydim yokluğun öldürdü beni hiç sebepsiz.
Hasretin yalın ayak sessizliğiydi benden sana doğru sızan.. Göğsümde umutlar, sıkışıp kalmış vuslatlar. Dikenli ama çiçek kokulu yollar üzerinde sana gelmek isteyen gelirken tir tir titreyen umutlar vardı, yollarında ölmek üzere olan..
Bense ardından ağıtlar yakıyorum.. Sesim çığlık oluyor, benim varamadığım sana, rüzgarların haşin esen dalgalarında onlar varıyor.. Tir tir titriyorum.. bedenimde ruhum, sevgimde aşkım üşüyor.. Isınsın istiyorum olmuyor !! Beni yine yalnızlık vuruyor..
Zaman ne kadar çabuk akıp gidiyor.. Yağmurlu bir gecenin ardından aşkın sürgün sessizliğiydi sana doğru sızan..
Ve her yağmurun ardından her doğan Güneşle alt üst olan...
( N.K. 05 Ocak 2011)