Sevginin Bedeli

"Bir gün mutlaka ödeyeceğim!" dedi kapıyı açık camın da etkisiyle istemeden çok sert bir şekilde kapatırken. Ama masanın üzerindeki bardakların sarsıntısının nedeni kapı değildi. Masadan kalkarken yanlışlıkla dizi çarpmıştı masanın kenarına ancak hala titriyordu bardaklar bir şekilde. Hatta dikkatli dinlense çatallar, kaşıklar ve tabakların bile titrediği duyulabilirdi. Bu Irmak'ın kalbinden gelen ve parmak uçlarından dış dünyaya yansıyan korku ve endişenin hareket bulmuş haliydi. Tir tir titriyordu olduğu yerde. Saçlarının dalgası, sanki meltem esintisi vurmuş gibi daha bir belirginleşmişti.

Ödeyeceğim diye bağırmıştı Sorgun, oysa gözle görülür hiçbir şey almamıştı giderken. Ama bunun dışındaki her şeyi yanında götürmüştü, cebinin en ücra köşesine sıkıştırarak. Sanki değersiz bir şey gibi, sanki hiç yer kaplamıyormuş gibi. Hissetse yüzlerce tırlara yükleyip yine de taşıyamayabilirdi ancak o bunu görmek istemiyordu. Irmak da bunun farkında olduğu için, Sorgun'un geri ödeyemeyeceğini adı gibi biliyordu.

Saatler artık an an saplıyordu pişmanlığı ruhuna. Bir gün yine birlikte olacaklarını biliyordu elbette Irmak. En azından öyle olmasını umuyordu. Onun üzüldüğü şey, görüşecekleri güne kadar birlikte vakit geçiremeyecek olmalarıydı. İnsan beklerken, geçen günlere ya da harcadığı zamana değil de, onsuz geçirdiği anlara üzülüyordu daha çok.

Saatler geçti dünyada. Ama Sorgun kalktığından beri Irmak'ın oturduğu masada her saniye bir ömre denk gelmişti. Dolayısıyla binlerce ömür geçmişti Irmak'ın hücrelerinden oturduğu mahallenin sokak aralarına. Kaldırım kaldırım büyüyordu hıçkırıkları içten içe.

Nergis geleliyse 20 dakika olmuştu. Geldiğinden beri tek laf edememişti Irmak'la. Onun neden bu halde olduğunu, neden vücudunda tek damla kalmayana kadar gözlerini çalıştırdığını ve yaşlarıyla bütün binayı yıkamaya çalıştığını anlayamamıştı. Gözlerindeki kırmızılık, cehennemin Irmak'ın gözlerinden dünyaya çıkma çabası gibiydi. Biraz daha ağlarsa, damla damla akabilirdi cehennem yeryüzüne.

"Neyin var?" diye sordu Nergis, Irmak'ın gözyaşlarının arasından bir boşluk bulup.
"Onu çok seviyorum." dedi Irmak hiç düşünmeden. Düşmanını gördüğü an silahına sarılır gibi sevdiğini ateşlemişti ağzının namlusundan.
"Neden onunla güzelce konuşmuyorsun öyleyse?" Nergis'e göre konuşmak, sorunları çözmek için tek yoldu. O, bütün savaşların bir zevk uğruna, hatta can sıkıntısına yapıldığını düşünüyordu. Konuşmayan insanların düşünmelerini de gereksiz buluyordu bu yüzden.
"Çünkü aklımda onu sevdiğim düşüncesinden başka hiçbir şey yok." diye cümlesinin sonunu yutar bir şekilde tamamladı konuşmasını Irmak.

Sustu Nergis de. Birini sevmek, bütün kelimelerin körleşmesine neden olur. Önünü göremezsin konuşacağın sözcüklerin. Takılıp düşersin her harfte. "Peki neden bu haldesin? O kadar yıldan sonra neden şimdi?" diye sordu Nergis üzüntüsünün yerini acıma duygusu kaplarken. Yıllardır tanıyordu ikisini de. Irmak'ı şu anki haliyle göreceğine asla inanmazdı. Ya da Sorgun'un onu bu halde bırakacağına.

"Sanırım benim yüzümden. Onu çok fazla sevdiğimi belli etmemem gerekiyordu. Ama yapamadım. Her saniye benden uzaklaşışını izledim elimden bir şey gelmeyerek. Daha çok sevdim, sevgimle kapatırım aramızdaki mesafeyi diye. Başaramadım. Sanki aramıza sevgimi doldurdum da, onun geçmesine izin vermedim, benden fazlasıyla uzaklara gitmesine neden oldum." Bakışlarını camdan dışarı çıkardı Irmak. Bir süre baktı ve ardından iki saniyeliğine kapattı gözlerini. Sanki intihar etmesine yol açmıştı bakışlarının. Nergis de elini omzuna koymuştu, Irmak'a bu ölümlerden dolayı taziyelerini sunar gibi.

Nergis bunca zaman boyunca hep kıskanmıştı onları. Onların sevgilerini. Şu an hepsinin boş olduğunu görünce içinde bencil bir mutluluk belirdi kendisi istemeden. Tek üzüldüğü, karşısında duran arkadaşının perişan haliydi. Bu düşüncelerinden dolayı kendinden utandı Nergis bir an. "Ne yapmayı düşünüyorsun peki? Bitmesine göz mü yumacaksın bu şekilde?" diye sordu, tekrar konunun içine dahil olmak için.

"Çok basit. Gitmesine izin vereceğim. Yıllardır kendimden çok onun yüzünü gördüğüm adamın, sadece ardından bakacağım her adımında ömrüme çiviler çakarken. O çivilerle sabitlenip bekleyeceğim geri dönmesini. Silmeyeceğim bende kalan anılarının hiç birini. Sanırım zaten istesem de yapamayabilirim bunu. Bunca zaman yüzüne bakmadığım açı, ağzından duymadığım kelime kalmadı. Benden fazla içimdeyken benim, yapacağım tek şey beklemek olur." Ayağa kalktı, masadakileri toplamaya başladı Irmak gözyaşlarını ellerinin tersiyle silerek.

Günler geçiyordu. Hasta olmak istiyordu Irmak. Hatta ölmek. Belki kanser yüzünden. Belki kalp krizi. Belki de damarlarına tıkanan aşk kırıkları yüzünden. Klişe bir ölüm aradı kendine. Yemek yemedi. Su içmedi. Ne kadar zaman geçerse geçsin, hasta olamadı bir türlü. Hatta kendine aynada baktığında neredeyse hiç kilo bile vermediğini gördü. Kendisini bu şekil ayakta tutan neydi bilmiyordu. Yağmur yağarken üzerinde sadece tişörtle dışarı çıkıyor, yağmur dinene kadar toplayabildiği kadar yağmur damlalarını topluyordu üzerine. Geldiğinde sırılsıklam bir şekilde oturuyordu Sorgun'un onu terk ettiği sandalyeye.

Sorgun'u tekrar gördüğünde, onunla yeniden tanışabilir miydi acaba Irmak? Yeniden başlayabilir miydi her şeye, "Merhaba" diyerek? Bütün bu düşünceler, somut bir hal alıp tırnağıyla etinin arasına iğne batırır gibi büyük bir acı hissine bürünmesine neden oluyordu bedeninin. Sözlerini seçerek susuyordu. Parmak uçlarından sızan zaman, kana buluyordu işaret ettiği her noktayı. En çok da Sorgun kana bulanmıştı bu sızı'dan. Onun yer aldığı bütün fotoğraflar alacalı tonla düzenlenmiş gibiydi artık.

...

Son dört senedir yaptığı gibi bu sene de saat 12'ye gelmeden çıktı evinden Irmak. Her yıl bugün, bütün bir gününü dışarıda geçiriyordu. Elinde içi çay dolu termosuyla yol kenarlarında gördüğü banklara oturuyordu sırayla. Tek başına saatlerce vakit geçiriyordu. Hiç korkmadan... Üşümeden... Yorulmadan... Sabah olmasına yakın, açık bir kafe var mı diye gezinmeye başladı şehirde. Sorgun'un gidişinin beşinci yılıydı bu. Tam beş yıl önce bugün, Irmak'ı bırakmış ve ardına bile bakmadan terk etmişti. Yine saatler geçti dışarıda. Neredeyse bütün şehri adım adım gezmişti Irmak. Adım adım bitirmişti Sorgun'suz bir yılı daha. Saat gece yarısına geldiğinde dönmüştü eve. Kapısının önünde bir çantayla karşılaştı. Tesirli ya da tesirsiz olması hiç umurunda değildi, açtı düşünmeden çantanın fermuarını. Ağzına kadar parayla doluydu. Irmak'ın dikkatiniyse paradan daha çok çeken bir şey vardı. En üstte duran zarftı bu. Sorgun'un el yazısıyla, "Ömrüm'e" yazıyordu. Nerede görse tanırdı Irmak o yazıyı. Yıllarca ellerini tuttuğu ve o ellerin, vücudunda değmediği yeri kalmadığı adamın. En çok da gözlerini öpmeyi ve dudaklarına dokunmayı severdi Sorgun. Dudakları da dahil, vücudunda Sorgun'un parmak izini taşımadığı herhangi bir noktası yoktu Irmak'ın. Zarfı aldı ve çantaya dokunmadan içeri girdi Irmak.

5 yıldır haber alamadığı adamdan, sonunda bir mektup gelmişti. Elbette ki bu her şeyden daha önemliydi. Açtı mektubu. Kendisinde okuyacak gücü topladı ve başladı kağıtta yazan kelimeleri gözleriyle toplamaya.

"Daha mektubu okumaya başlamadan gözlerinin dolduğuna eminim. Bunca zamandır benim yokluğumu da, gözyaşlarınla doldurmaya çalıştığını biliyorum. Ben de şunu bilmeni isterim ki, en az senin kadar kötü bir haldeydim. Kaçtığımı düşünmeni istemiyorum. Çünkü hiçbir zaman kopmadım senden. Gitmemin nedenini sen de çok iyi biliyorsun. Benimle evlenmeyi ve hep hayalini kurduğum çocuklarımızı yapmayı kabul etmedin. Bir kızgınlıkla ayağa fırladım ve gideceğimi söyledim. Şu an düşününce daha anlayışlı davranabilir miydim bilmiyorum. Belki de o gün bana olan sevgini bir borçmuş gibi yüzüme vurmasaydın, iki saat sonra eve dönmüş olurdum. Şu an eminim ki çantanın içindeki paralara hiç dokunmadan içeri girmişsindir. Onlar sadece senin benim yüzümden işe gitmediğin günlerin zararı. Umarım kabul edersin. Belki yokluğumla, belki ölümümle, belki de bu şiirle öderim sevginin bedelini.

"hiç olmadığı kadar sen kokan bir gecede
ruhumdan güneş çalan kelimelere ağlıyorum
çocukluğumdan arta kalan bir gülüşüm var dudağımın kenarında birikmiş
sen varsın kıyılarında bütün sahillerimin
iki adımda varıyorsun sokağın kapısına
iki adımda yeniliyorum yüzündeki yalana
bir el poker oynuyorum hayatla
sadece ellerim kalıyor cebimi dolduran
ve bir tutam saçın, kitaplarımın arasında

gözlerinin bakmadığı bütün caddeler loş
yürüdükçe düşüyorum
geçtiğim bütün şehirlerde bırakıyorum kendimi
parça parça tükeniyorum gölgelerde
belki hazır değil hayat bizim mutlu olmamıza
belki biz hazır değiliz mutlu olmaya
bırak yatağımı, dağınık kalsın her zamanki gibi
her zamanki gibi sinirlen yine bana
ben duymayım diye küfürlerini
aç müziğin sesini sonuna kadar
ve beni affet
ışıkları kapat
kapıyı kilitleme
gir yatağına
ve en korktuğun anda
beni affet"

15 Mart 2013 8-9 dakika 3 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar