Sındırgı'lı Emmi
(Gerçeğinde olduğu için öykünün çok yerinde yöresel ağız kullanılmıştır. Bazı sözcüklerdeki okunuş zorluğunu gidermek ve anlam değişikliğini önlemek için, sözcükte uzatma işareti olarak da kullanılan (:) yerine çift harf tercih edilmiştir.)
Burhaniye Mayıs 1996
Günlerden cumartesiydi. Aybala, yandaki bilgisayarda oyun oynuyordu. Babasının inşaat şirketinde mimar olarak çalışan yirmi altı yaşındaki ablasına arkadaş olurken, doğum iznine ayrılan sekreterin yerine de bugüne özel sekreterlik yapıyordu. Bunların yanı sıra, lise ikide olduğu halde başına bela ettikleri dershaneden kaytarmanın keyfini de çıkarıyordu. Kapının zili çalınca koltukla birlikte kayarak ayağını masa altındaki butona bastı. Açılan kapıdan orta boylu, kasketli, bol ceketli, yaşlı bir adam girince doğruldu. Bir-iki adım atan adamın durup, ürkek bakmasına anlam veremedi. Masadan ayrılıp öne yürüdü. 'Buyurun amca,' demesiyle çekinerek gelen adam, karşı odadan çıkan boylu boslu, gerdanı açık elbise giydiğinden göğüslerinin çatalı görünen bir kızı görünce afallayıp durdu. Utancından başını öne eğerek, 'Yannış yere gelmedim de mi?'diye sorup, ellerini önde bağladı. Büyük kızın, 'İnşaatla ilgili olarak geldiysen doğru yerdesiniz amca. Lütfen şöyle buyurun,' deyip, masa önündeki koltuğa davet etmesiyle usulca giderek büzülürcesine oturdu.
Ayşe, dışarıdaki çisentili yağmurdan biraz ıslanmış ve yorgun gördüğü yaşlı adama, 'Zaamet etmeyin,' demesine rağmen çay ikram etti. Adam, önüne bakarak çayını içiyordu. Birbirinden güzel iki kıza bakamıyordu. Hele, masaya geçen büyük kıza, göğüslerinin üstü göründüğü için, görgüsü gereği bakmaktan hepten sakınıyordu. Islaklığa ter de katılınca cebinden çıkardığı kırışık büyük bir mendille yüzünü sildi. Adamın nasırlaşmış ve kalın damarlı elleri ve gariban duruşu Aybala'nın yüreğini incitti. Onun, 'Efendiniz nerde?' sorusuyla gülümsedi. Ayşe, efendinin İstanbul'a gittiğini, bir hafta sonra döneceğini söyleyince adamın yüzü daha da kırıştı. Ayşe, 'Efendimizi niye sormuştunuz?' diye sorduğunda, 'Denk düşeese gızıma bi dayre alıvecekdim,' dedi. Aybala, 'O işleri bu hanım da yapar,' deyince adamın kart yüzü gevşeyiverdi.
'Umutlu gelmişdim zati,' dedi. 'Buralada epey inşaat gezdim. Sizin binaları beğendim. Pahalı satarla dedile emme ben gine de geldim.'
'Sağlam iş yaparız,' dedi Ayşe. 'Haliyle biraz pahalı satarız.'
'Helbet iyi mal eyi para eder. Biz de tütün ekeriz. Eyi tütün iyi para eder.'
'Nerelisin amca?'
'Sındırgı'nın bi köyünden.'
'Kızının burayla ne gibi bir ilgisi var?'
'Hasdanede hemşirelik yapaaken burasını pek beğenmiş. Denizini sevmiş. Emekli olunca burda yaşacekmiş. Şimdi Bursa'da. On üç yaşındeki gızıyla galıyo.'
'Kocasına ne oldu?'
'Geberdi!'
Yan koltukta oturan Aybala, gülmemek için dudağını dişledi. Adam, 'Essahtan geberdi mi, gebermedi mi bilmiyoz emme, biz gebermiş gabul ediyoz galik,' deyince gülümsedi.
Bu yakınış Ayşe'nin tuhafına gitti.
'Damadınıza çok mu kızgınsınız?'
'Hem de pek fena,' dedi adam, başıyla da belirterek. 'Ondan söz edince hövkem gabarıyo. Gabaat benim gızda. Kendi başını yaktıı gibi bizi de perşan etti...'
'Anlatırsan dinleriz amca. Belki bize de yararlı olabilir. Önce çayı tazeleyelim,' diyen Ayşe, kardeşine işaret etti. Aybala, boş çay bardağını alıp gitti.
'Benim gız Bandırma'deyken, hasdanede amaliyat olan bi oğlanla yüz göz olmuş,' diyerek anlatıma geçti yaşlı adam. 'Birbirleene dutulmuşla. Oğlan, benim gızdan dört yaş güçcükmüş.'
Aybala, ablasından iki yaş küçük, suyunun suyu akrabaları olan bir avukatla on gün sonra nişanlanacak olan ablasına bakmaksızın ve sakınarak sessiz güldü.
'Oğlan, dokdorluk mektebini gazanıp Isdanbol'a gitmiş,' diye devam etti adam. 'Benim gız da, oğlanın ardı sıra Isdanbol'a göçmüş. Özel bi hasdaneye girmiş. Ev dutup barabar galmaya başlamışla. Benim kız, oğlanı hem okutmuş, hem de üstünü başını yumuş. Aşını bişirmiş. Goynuna girmiş. Derken gebe galmış. Bunnardan heç habarımız olmadı. Benim gız bi yaz, gucaanda bi gız çocuğu ve bi oğlanla çıkageldi. Hem pek sevindik, hem şaşdık. Hem de, habarsız evlenip çocukla geldikleenden köylük yerde utandık. Damat bizi beğenmedi. Heç *hışdanmadık. Beğenmezse beğenmesin, gızımıza eyi baksın dedik. Üç sene sona gocası dokdor olmuş. Bi ilaç şirgetine girmiş. Altına araba ve cebine de eyi para girince bizim damat ne oldum delisi olmuş. Garısıyla çocuunu ihmale başlamış. Garısının yanında bilem, barabar çalıştığı gızlanan oynaşcek gadar edepsizleşmiş. Gelmediği günle arttıkça artmış. Sonadan *keri evi temelli terk eylemiş. Habarımız olunca gızın yanına gittim. Bi örendim ki, aboo!.. bunnar evli değilleemiş...'
Hâlâ o dönemin öfkesiyle bir elinin dışını öbür elinin içine vurarak ses çıkarttı.
'Bize yalan söylemişle,' diye devam etti adam. 'Tepeme gaynar sulaa aktı. Utancımdan yerin dibine girdim. Benim gız da, yapılanları kendine yediremiyodu. Altı yedi sene yedir içir, üstüne başına bak. Goynuna gir. Peydahladığı çocuunu doğurup böyüt...' Bu kez de elinin tersini dizine vurdu. 'Sona da sikdir olup gitsin...'
Aybala, patlayan gülüşünü yalancı öksürükle örttü. Ayşe, gülümsedi. Yaşlı adam, söylediği sözün farkında değildi. Kalan çayı yudumladı.
'Sonacııma efendim, oğlanın çalıştıı yere gittim. Garınla gızını neye bırakdın len dedim? O benim garım değil deyince...' Yerinde kımıldadı. 'O vakit ne bok yemeye çocuk peydahladın a deyyus! deye bağırdım.' Az da olsa yine bağırdı. Aybala, gizleyerek sessiz güldü. Adam, yine yanlış bir kelime kullandığının farkına varmadı. 'Köye geldiğiniz vakit evlendinizi sölediniz. Ben annamam deye tersledim hergeleyi,' dedi öfkeli. 'Selbes olceemiş. Canı istedii vakit eve gelceemiş. Başga garılanan gönül eyleceemiş. Benim gız da istedii adamla gezip tozceemiş.'
Ayşe: 'Ne biçim erkekmiş o öyle?'
'Sorma hanım gızım. Söyledikleeni aklım hafsam almadı. Ganım dondu. Benim gız garılık yapamıyo mu dedim, hayır dedi. Çocuuna, evine bakmıyo mu dedim, gine hayır dedi. Namusuna halel mi getiriyo dedim, a ah dedi. O vakit gan beynime akıvedi. Öleyse çocuklu garını neye bırakıyon a pezevenk deyip tokadı dakı dakıveceedim emme, elimden gurtuldu. Bıçaam yanımda olseedi o dakika garnına saplaceedim. Beynim pek beter dönmüştü. Sesime gelenle oldu. Beni dışarıya çekeeleken bu godeş, sizi de sata! Ekmek yediği tekneye sıça! dedim.'
Aybala yine sessiz gülerken Ayşe, saklı gülümsedi.
'O hövkeyle eve geldim,' diye devam etti adam. 'Olanları gızıma annatdım. Benim gök gözlü gız hoş, gözel emme, eesik akıllının teki.' Farkında olmadan Aybala'yı bir kez daha sessiz güldürdü. 'Adamını seviyomuş da...Onun dedii gibi yaşayanna varmış da... Gıza da pek fena hövkelendim. Seni keraneye satmadıına dua et! deye bağırdım!'
Azdan yine bağırdı.
'Dertlere düşen benim gız işinden oldu. Çok sıkıntı çekdik. Yok pahasına bi tarla satdım. Ben de çöktüm anası da...Zor zaamet, altı ay Isdanbol'da galdık. Benim gız, sözde gocası gelir deye *tataviye bekledi durdu. Ne gelen oldu...ne de arayan...İşte o vakit gafası dank etti. Torunu nüfuza geçirtmek için ha bakam de bakam deyerek mahkime kapılaanda süründük. Sındırgılı bir tanıdık yardımıyla, kızı tekrar saalık bakanlığına aldırdım. Şimdi, Bursa'deki bi hasdanede çalışıyo.'
Aybala: 'O adam kızını arayıp sormuyor mu hiç?'
'A ah. Arayıp sormasın daha eyi.'
Ayşe: 'Kızın, o adamı hâlâ umut ediyor mu?'
'Etmiyo. Gafasından temelli atmış galik.'
'Evlenmeyi düşünmedi mi?'
'A ah. Evlenmesini ben de isdedim. Baya da isdeyeni çıkmış. Evlenmek isdemiyo. Erkeklere güvenci galmamış galik. Gızı böyüdü ya, hele şincik evlenmenin sözünü bilem etdirmiyo. Gine haram süt emmiş birisine düşeesem, o da gızıma göz goyar diye düşünüyo.'
'O adam, kendinden yaşlı diye kızını bırakmış olabilir mi?' diye soran Aybala, ablasına çaktırmadan gülümsedi.
'Bi adam, ayrılmayı gafasına goydukdan sona sürüylen bahane bulur,' dedi adam. 'Benim garı benden üç yaş böyük. Üsdelik daha acar.'
Aybala, nedenini bilmeksizin sessiz güldü.
Ayşe: 'Karınızın sizden büyük olması aranızda bir sorun yarattı mı hiç?'
Aybala, sesli gülmemek için kendini zor tuttu.
'A ah,' dedi adam. 'Yokarıda Allah va, garımdan pek memnunum. Benim gıymatımı pek bilir.
Dünyayı galbıra goyup elesem, ööle bi gadın bulamam ben...'
Aybala, ağzını kapatarak kıkırdarken Ayşe, gülen yüzüyle bravo çekti.
'Bizim orda seramik toprağı çıkıyo,' dedi adam. 'Benim tarlayı satın aldıla. Onun parasıynan gızıma bi dayre alıvecem.' Kızların yüzlerine bakıp önüne odaklandı. Ayşe'nin, 'Başka evladın yok mu?' sorusuna, 'Bundan böyük evli bir gızım daha va köyde,' dedi. 'O hakgını gardeşine devretti.'
Aybala: 'Kendinize ayırmadınız mı?'
'A ah. Tütün parası yetiyo bize. Dere gıyısında bahçamız va. Oraya fasille ekeriz. Düzlük bi yerde de tarla va. Ona da buydey ekeriz. Çoluk çocua minnet etmeden geçiniriz biz.'
***
Ayşe, 'Üzgünüm amca. O fiyata daire veremeyiz,' deyince yaşlı adam koltukta büzülüp kaldı.
Üzülen Aybala, içli soluk verdi.
'Biraz daha para bulamaz mısın amca?'
'Bulamam a gızım,' dedi adam yılgın.
'Köydeki damadından al.'
'Oğlan evercek. İsdeyemem. Tütün parası desen...o da seneyi bulur. Hanım gızla...Dul bir gadınla, yetim gızına yardımcı oluven. Buvasını ölmüş gabul ediyoz galik biz.'
'Abla bir çözüm bul,' diyen Aybala, dokunsan ağlayacak gibi oldu.
***
Ayşe, giriş katından bir daire önerdi. Adam, kızının korkacağını dile getirdi.
'Burası sakin bir yerdir,' dedi Ayşe. 'Aynı katta komşuları olacak. Girişte olursa, emekliliğinde yapacağı sağlık hizmetleri daha kolay olur.'
İhtiyar adam, çaresizliğin acı soluğunu verirken kızların da yüreklerini dağladı.
***
Yaşlı adam; boynu bükük, ümitle kızlara bakıp, gözlerini yine öne döndürdü. Ayşe, indirim yapıp ödeme kolaylığı sağlayarak zemin kattan da bir daire teklif etti. Girişteki daire için, 'Pencerelere demir parmaklık yaptırırız,' güvencesi verdi.
'Şincik garar veremecem,' dedi adam. 'Gızımla görüşem, hangisini isderse gabulüm. Allah razı olsun. Melek gibigızla olduunuz yüzlenizden belli oluyodu. Dilleeniz de pek datlı. Gurban olduğum Allah, ne eyi, ne gözel insanla yaratmışsın...' Bu defa sakınmadan hayranlıkla baktı kızlara. 'Arada elimize para geçeese ödeme yaparız. Borçlu olup düşünmekdense, uyuz olup gaşınmak daha eyidir,' demesiyle, borcuna sadık olduğunu belli etti. 'Gaparo alceniz mi?'diye sorup arkasından da, 'Almayın. Gızım gabul etmezse param yanmasın,' deyişinden ve mahzun bakışından etkilendi kızlar.
'Hayır amca,' dedi Ayşe. 'Kızınız, on beş yirmi gün içinde gelip dairelere baksın. Fiyatlarda bir artış olmaz. Dairelerin planlarını vereyim. Kızın görsün.' Kalkıp, karşıdaki dolaptan aldığı katlı planları adama verdi. 'Karşılıklı bir şeyler içerken açıklama yaparım,' deyip ayrıldı. Aybala, 'Ablam da yandaki bitmekte olan apartmanda oturacak. İlerde kızınla komşu olur. Ablama gidip geldikçe ben de kızını ve torununu tanımış olurum,' deyince yaşlı adam pek sevindi.
'Aman ne gözel... Dayrelerden birini mutlak alırız. İçime ayrı bi sevinç doldurdun gözel gızım.'
Aybala'nın içine de sevinç doluverdi...
*
'Pek gözel, pek cana yakın gızlasınız,' dedi yaşlı adam, sunulan meyve suyunu içerken. 'Efendinizi eyi seçin. Arpadan da un olur emme, yufga açılmaz...Allah, gönünüze göre efendi vesin...'
Yaşlı adam, gösterilen yakınlık ve iyiliğin borcunu da dileğiyle ödemek istedi...
*Hışdanmamak: Önemsememek.
Sonadan *keri : Daha sonra
*Tataviye : Boş yere anlamında.
Kendi öyküme ilk yorum kendim yapayım.
Öykünün başlığı Sındırgılı Emmi. Yayın formatında bir yazım hatası olmalı ki, Sındırgı'lı Emmi yazılmış. Yazım kurallarına göre (lı) eki ayrılmamalı.
Harika bir konu ve süper bir anlatım...hele şive bölümleri tadından yenmez gibiydi. 👍Eee tabi yazan uste olunce,gaymak gibi oleyyo yazı...selam eder tebriklerimi sunarım üstadım...👍
Merhaba değerli Dadaşım,
Teşekkür ederim. Saygılar.