Sofra Başı

......Yine bir akşam yemek yiyeceklerdi... Sofraları hep yerde, sofra bezleri yırtılmış, paralanmış lime lime göz göz o sevecen ellerde örselene örselene renkten renge girmiş. Çolak Velinin düşünceleri gibi darmaduman olmuş. Ve üzerinde alüminyum bir sini yıpranmış yırtılmış kenarlarından. Ortaları öbek öbek yamru yumru, bir tas bir sahan duracak kadar düz yeri kalmamış. Her önüne gelen her sofrada bir sille vuruyor sininin yumrusunu düzeltmek için. Ve her geçen gün biraz daha çok yamrulup yumulup eskitilmede üstünden panzer geçmişçesine.. Fadime ananın yaşam biçimi ve vatandaşlığı gibi karartıla karartıla, karartılmada.
......Evin hanımı Fadime ana: her zaman ki gibi çeyizinde getirdiği kalaylı kazanın yanında çömeldi, gri kurşuni eteğini paçasının arasına çaldı, kendini emniyette hissedince ağaçtan şimşir çomçasını eline aldı. Her gün her gün tabaklara aynı şeyi doldurmanın acısı yüzünden okunmaktaydı.
......Kocasının yeri belli: Televizyonu en iyi görebilecek şekilde, tahta divana yaslanacak biçimde yer yemeğini, tek elli çolak Veli. Çelimsiz kuru görünümüne rağmen eskiden beri güçlü kuvvetli biridir. Yaptığı işlerle herkesi şaşırtır. Hiç bir zaman emirbaz olmamış, çocuklarına bile oğlum kızım diye hitap etmemiş. Her şeyi alttan alıp oluruna süren yumuşak yapısıyla, çocukları büyüdükçe daha da çok burun kıvırır olmuş. Çolak Veli herkesten önce yerini almıştı sofranın başında. Çok çok aç görüntüsü verdirerek kendine, imrendirecekti çocukları güya
......Çocuklarsa: Her zamanki gibi oyalanmakta geç kalmaktaydılar. Soğanı bol, etsiz mercimek çorbası sahanlarda soğumaktaydılar. Her geçen saniye babası ve anasının sinirleneceklerini biliyordular. İlk önce kız geldi. Kısa entarisi eski rengi solmuş bir güz yaprağı gibi düşercesine oturdu sofranın başına Menevşe. Dizlerinin açığını edebince kapattı yırtık sofra beziyle. Sert bağırdı kardeşine 'Haydisene' yoksullukla kırbaçlanmış yüz ifadesini saklayamıyordu, keklik gibi kaşlı, güneş gibi simalı, sırma sırma sırıtan dişleri bile.
.......Ve bir yanmış ormanın son fidanı gibi dalsız budaksız, sipsivri upuzun incecik ve kupkuru, zayıf mı zayıf ailenin en küçüğü Memocan en son oturdu sofraya. İlk önce başladı bismillahsız... Başladı ya neye başladı? Kaşıkla çorbayı alıyor yukarıya kaldırıp, gerisin geri sahana boşalışını seyreyliyor. Belki de mercimekleri sayıyor her kaşığa kaç tane düşüyor diye.
.......Çolak Veli burnundan fitilli, olanları görmezden geliyor. Babasını anlayan Menevşe çaktırmazdan bir dirsek vuruyor ve 'doğru dürüst ye' diyor.
......Televizyon açık ve günün haberleri... Başbakan Çillerin oğlunun asker oluşunu, olmayacak bir işmiş gibi görüntülü anlatıyordu övgü ile. Ve asker Mert Yemin billah ediyor. Vatanımı koruyacağım diyor. Bir Nazım hikmetin, Yılmaz güneyin öldükten sonra bile vatandaşlıktan sayılmadığı bu memlekette. Mert'in korumaları Mert'ten de mert koruyorlar Mert'i gözleri gibi. Doktoru özel, aşçısı özel ve güldürdü çolak Veliyi Mert'i Mehmetçikten sayan bu haber.
.......Ve Fadime ana, üçüncü kaşığını da sarkık dudaklarıyla su motoru gibi sordurarak bütün yoksulluğun ezasını cefasını, köyünün toz toprak tezek kokusunu yuttuğu gibi uşşşşşııırrrap diye yuttu. Ve yutuldu da bir kaşık çorba gibi. Bu hayat kitabının içinde hiçbir harfi tanıyamadan, bir kalemi tutamadan.
.......Her şeye rağmen kumandası elinde televizyonun. Karısı ve çocuklarının da kumandası elinde hele şükür! Gözleri televizyonda su istedi çolak Veli. Suyu doldurdu Fadime ana, suyu verdi Menevşe. Cark curk iki yudumda indirdi mideye, boş bardağı aldı Memocan, kollarıyla yaşarmış bıyıklarını silerken, kanalı da değiştirdi. Haberde yine asker haberi... Bunlar mert gibi değildiler tabi... Kendi can güvenliklerini korumaktan aciz, gel denilen yere gelen, git denilen yere giden, emir kulları. Öldürmek için. Öldürülmek için seçilmiş kurbanlar gösteriliyordu şimdi. Şimdi tabutta sarılı bayraktılar. Şehittiler. Alkanlar içinde Mehmetçikler. Götürülüyorlar mezara omuzlarda, şehitler ölmez diye diye. Çolak Veli güldü yine bıyık altından. Biliyordu ki bu gün erken, en geç yarın. Gözyaşları kuruyunca bunlarda unutulacaktırlar. Ve çolak Veli: Büyükçe bir lokma ekmek parçasını, parmağıyla ite kaka yerleştirdiği ağzında, bir kaşık çorbayla, harç makinesi gibi evire çevire döndere döndere callup cullup çiğniyordu. Dişlerinin arasında varlıklıların, emirbazların yaşam biçimlerini çiğnediği gibi.
.......Menevşe ilk kez kaşığını sert vurdu siniye. Başını salladı kestane renkli kaküllerini attı geriye, göz göze geldi önce anası, sonra babasıyla. Çolak Veli gözleriyle süzdü kızını. Ve ilk kez kızının gözlerinde, namluya sürülmüş bir mermi, patlamaya hazır bir bomba görür gibi oldu. Bir garip sevinç duydu içinden, yumruklarını sıktı gençliğinde ki gibi yeniden. Televizyon haberlerini izledi, kimin tarafında yer alacağını anladı diye.
......Hüzün duydu anası Fadime ana: Gözleriyle sert süzdü kızını. Söylemek istediği her neyse, onu söylememesi için.
.......Menevşe anasının bakışlarını es geçti. Babasının gözlerinin içine baka baka... 'Yeter be yeter, gayri boşalacağım. Çıkaracağım içimdekileri.'
.......Çolak veli bir kat daha fazla sevindi yanılmamışlığını sanarak. 'Boşal kızım boşal, boşalmadan bu düzenin kahrı çekilmez. Söyle hadi söyle, neler düşündüğünü babana söyle' dedi.
.......Fadime ana da karıştı lafa: 'Neler anladığını söyleyenleri, ya darağaçlarında, ya da anlından kurşunlanmış, veyâ vatandaşlıktan çıkarılıp, vatan hainleri ilan etmediler mi? Boş ver kızım boş ver! Ye yemeğini sen!' dedi.
.......Menevşe doğruldu dizlerinin üstünde fırlatılmaya hazır bir okun ipi gibi gergince, elleri havada yalvarır gibi tanrıya. 'Çıldıracağım, çıldıracağım vallah billah çıldıracağım, biri şurrrap şaaarrrruup, bir diğeri calp, calp, calp' diye taklitlerini yapmaya çalıştı.
.......Çolak Veli diliyle dişlerinin dibini temizlerken, bıyıkları bir sağa bir sola yamuluyor, alt çenesi geviş getirir gibi oynuyordu. Ve gırtlak kemiği her lokmayı yuttuğunda, boğazının derisini yırtacak gibi inip inip çıkıyordu. ' Yavhu kızım şu Erdal İnönü başa geçeli ben haberlerde Calp'in adını hiç duymadım ki!' dedi
.......Bir kara sinek sahanların üzerinde dolanırken. Bir yumruk savurdu Memocan. Yapamadıkları ve söyleyemediklerinin kiniyle nefretiyle. Sinek yumruğu ıskalayarak bir öpücük kondurdu, Memocan'ın burnuna.
.......Çolak Veli ağzında yeni bir lokmayı calk culk çevirirken bastı elindeki kumandanın düğmesine geçti başka bir kanala, görüntüde gördüğü yine Çillerdi. Bu sefer sesi Malatya'dan geliyordu. İlk kez bütün işçilerin yuuuuh sesleriyle kesiliyordu aslında sesi. Ne yaptı ne ettiyse yumuşatamadı. Zam üstüne zam ile felç ettiği kalpleri. Ne bakan , ne vali, ne de emniyet amiri düzeltebildi. Çünkü. Hepsi bir zincirde halkaydı. Aslında konuştukları o süslü püslü yuvarlak lafların bomboş kuru kalabalık olduğunu, kendileri daha da iyi biliyorlardı. Ne var ki bu güne kadar, Çolak Velinin lokmalarını katıksız yuttuğu gibi halkta boş vaatleri copların gölgesinde alkışlarla yutuyordu.
.......Buz koymuş gibi yüreğine! 'Oooh' dedi Fadime ana
.......Kızdı karısına Çolak Veli: 'Tabiii herkes oooh çekiyordur televizyonunun başında. Coptan, itten uzaktalar nasıl olsa. Esas o meydanlarda olup, o işçiye emekçiye destek verip onları anlından, gülmemiş yanaklarından öpmek gerekmez mi?' Diye konuşurken yüreklerinin yağı eriyordu. Ama bir garip de kendi başarısıymış gibi sevinç duyuyordu. İçinden ' Bu gün görüntüye vermişlerse bu kadarını, demek ki çok şeyler bekliyor yarınları.' Dedi.
.......Menevşe: Yolarken saçlarını elleri başında, aklı başında değildi. Küçücük yüreği büyüdü de büyüdü. Kalkıp koştu elleri ağzında, öğürü öğürü zor yetişti lavobaya. Ve lavobaya boşalttı, zoraki içtiği üç kaşık mercimek çorbasını.
.......Endişelendi Fadime ana; Çolak Velinin gözlerine masumane bakarak müsade istedi. Trafik lambasında gibi geç işaretini alınca, kadıncağız lokmasını bile yutmadan koştu kızının peşinden.
.......İşte bu kargaşada, uyanık bir şoför edasıyla Memocan da kalktı sofradan. Çokta doymuş gibi şişinerek, hiç kaşık değmemiş dudaklarını da silinerek, odayı terk etti usulcacıktan.
.......Çolak Velinin halâ televizyondaydı, gözleri ve kulakları da. Ekranın tümünü kaplayan tertemiz bir dişi yüz. Kaş attı göz etti. Ekranda kalan sadece rujlu dudaktan kalan öpücüktü. Fakat içinde bir karıncalanma oluyordu ki mavi gözler çabuk kapanıp gitti. Ve Sivas olayları mahkemesinde tahliye edilenlerin adları okundu. Sanık sayısı otuza indi denildi. Çolak velinin son lokması boğazında düğümlendi durdu. Ağzı dolu dolu küfretti haberi okuyan karıya. 'Orisbi şarmıta, Aziz nesin mi yaktı otuz yedi canı! Bir tekiniz bile söylemediniz adını.' Dedi hırs ile kalktı, televizyona bir tekme atacaktı, aklına geldi ki daha senetleri bitmedi. Unutmuştu elinde kumanda olduğunu, düğmesine basarak kapattı. Hırsını alamamış olmalı ki fişten de çıkardı.
.......Fadime ana lavabonun başında kızının sırtını sıvazlayarak soruyordu! 'Ne oldu kızım kıl mı çıktı çorbadan'? diye içi yana yana sordu
.......Menevşe anasının yüzüne bakmadan, iki eli yumruk lavaboya vurarak: 'Sizlerde hiç mi anlayış yok. Hangi çağın insanlarısınız, neden istifra ettiğimi anlamayacak kadar cahil olamazsınız' diye haykırdı.
.......Fadime ana: Cahilliği okumamışlık olarak algıladığından, alınmadı, kızmadı, üstelemedi de Fakat okumuş olanların, insanlığı merhameti bir tarafa bırakıp, her şeylerini kar, sermaye üstüne kurduklarını, Amerika'ya uşak olduklarını algılayıp, her gün televizyonlarda ne büyük cahillikler yaptıklarına, üzülerek sıkılarak tanık oluyordu. Ve kızının solmuş yüzünü ve nefretle öfkeyle bakan fal taşı açılmış gözlerini aynada görüyordu. Birde kendinin yansımasını gördü. Allı pullu başörtüsü altından, tel tel ağararak sarkıyordu zülüfleri. Halâ Anadolu'nun kanıyla canıyla al al allanan o al yanaklarına aşağı ve ak anlında yıldan yıla daha da çoğalarak derinleşen kırışıklarda köyünün hasreti ve kentin birbirinden beter bunalımlarına alışamamanın izleri vardı. En çokta saçının aklığına üzülerek, bileziksiz burmasız rafgan at bilekli ojesiz elleriyle o ak zülüfleri duluğundan başörtüsü altına çaldı. Menevşenin yüzüne su çalacaktı. Hırsla nefretle itildi. Memocan Fadime anayı tutmasa düşecekti.
.......Memocan da kızdı kolları arasında ki anasına ve kumandasına basılmış gibi başladı aniden konuşmaya: 'Niye kızdığını bal gibi de biliyorsunuz, halâ da niye kızdın diye soruyorsunuz. Her gün her gün aynı yemek!. Giysi dersen hiç yok. Eğlenceyi, sinemayı, tiyatroyu aklına bile getirme. Birde üstüne üstlük her yemekte o ağzınızdan çıkardığınız o iğrenç sesler yok mu! Şapurtta şupurt. Yok efendim bir de sizin her hoşlandığınızdan hoşlanacağız, siz kime saygı gösteriyorsanız bizde ona saygı göstereceğiz. Her ne bulduysak Allaha şükredeceğiz. Yok böyle bir şey yahu yok. Siz buna yaşamak mı diyorsunuz? Yaşamak birtek nefes almak mı yahu...' diye sert sert konuşmasını sürdürürken
.......Çolak Velide istiğfarın nedenini merak edip kulağını kapıya koyup dinliyordu. Memocanın ileri gittiğini düşünerek öksürdü. Banyoda ses seda kesildi. 'Ah ah' çekti ta içinden, dişlerini sıkaraktan 'ah ulan ah' dedi Çolak Veli 'yine yanılmışım, hayatım hep yanılmakla geçti. Oysa siz yanılmayasınız diye uğraşıyorum. O heveslendiğiniz, yaşamlarını güzel saydığınız güzel ve şık giysililer, yemeğini çatal bıçakla, ağızlarını şapırdatmadan lüks otellerde kadeh tokuşturan baylar bayanlar Değil midirler ki bizlerin... yani o beğenilmeyen işçi sınıfının artı emeğini yiyenler dürüst müdürler? Ben sadece bunları düşünebilesiniz, o imrendiğiniz kişiliklerine özendiğiniz hergeleleri tanıyasınız istiyorum. Ama görüyorum ki boşuna!... Bizler hiç yok yere birbirimizi yerken, hiç yok yere bölünüp parçalanırken. Onlar haklarımızı yemeye devam edecek. Boynumuzda boza pişirip Kibarca sefalarına sefa katacaklar. Yine hep aç, aptal, cahil diye diye üstelik aşağılayarak devranlarını döndürecekler. Ah ulan ah aaah ah... Kim anlayacak ki. Kim anlamak ister ki beni. Beni anlamak cesaret işi! Şu kıza bak yahu. Bir ağız şapurtusuna içi dışına çıkıyor da. Kan revan içinde sokaklar, yok edilen bir Filistin. Kan gölü Bosna. Açlıktan ölen Afrika! Ve ülkemizde adsız isimsiz, Anadolu köyüyle kentiyle yakılıyor da bir insanın içi cıııızt etmiyor. İnsan aranıyor insan. İnsanlık kalmamış şu dünyada, insan aranıyor insan.' Diye sesini yükselterek sert çarptı kapıyı. Sallandı duvarda ayna, biraz daha erken düştü, musluktaki damla. Ve Çolak Veli söylenerek uzaklaşıyordu. 'Görmek istediğimizi, duymak istediğimizi değil. Göstermek istediklerini gösterip, duyurmak istediklerini söylüyorlar. Kumanda elimizde ne kadar orijinal olursa olsun, ne duymak istediğimizi duyabiliyor, ne de görmek istediğimizi görebiliyoruz. Güçleri mülkiyetleri. Güçleri güvenlik güçleri! Kıskıvrak bağlanmış gençlik. Teknolojinin ağıyla tüketime zorlanmış. Kişiliksiz kimliksiz bu gençlik Ya futbolda fanatik taraftar, ya bir giysinin markasıyla bulmaya çalışıyor kendini. Tarikatların ağı, Mafyanın kucağında...' diye sinirli sinirli nereye gittiğini bilmeden çekip gitti.

10 9 1994

18 Kasım 2010 12-13 dakika 8 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 7 yıl önce

    1994 yılından bu yana çok fazla şey değişmedi insanlık adına ki öykünün finalinde zaten bunu belirtmiş yazarımız

    Paylaşım için teşekkür eder günün öyküsünü kutlarız👑👑