Son İki Damla

Cansu odasında günlük yazmaktadır :

'Yine camın kenarındayım bugün. Çocuk desenli perdemin arkasından, sağanak yağmurun altında yıkanan şehrin o bildik köşe başına bakıyor gözlerim. Onu bekliyorum her zaman olduğu gibi. Belediye işçileri kaldırım taşlarından birini iyi yerleştirmemiş olmalı. Takılıp düşen insanların tavırlarına gülüyorum. Duvarlara sürtünerek yürüyen şişman kediyi hiç görmedim bugün, başına bir şey gelmiş olmasından endişeleniyorum. Manav Ahmet tezgâhının önüne park etmiş arabanın sahibi ile tartışıyor.
Biliyor musun geçen gün o köşe başında onu bekledim. Olur ya konuşuruz diye. Ama onunla karşılaştığımda sanki kelimeler bir lokma ekmek gibi boğazımda düğümleniyor. Konuştuğum zaman kendimi salak durumuna düşecek gibi hissediyorum. Bu yüzdendir belki, susuyorum avazım çıktığı kadar. Belki de sadece onu dinlemek için konuşamıyorumdur. Hani olur ya sevdiğin bir melodiyi duyduğun zaman bütün gün diline takılır ve aynı nakaratı sürekli söyler durursun. İşte o konuştuğu zaman benimde kulağımda kalan onun melodi tadında ki sesi oluyor. Ve dudaklarımda bütün gün söylediği cümleler tekrarlanıyor: 'Bugün nasılsın bakalım?' dediğinde bende bütün gün taklit etmeye çalıştığım ses tonuyla bugün nasılsın bakalım cümlesini tekrar tekrar söylüyorum kendime. Bazen düşünüyorum da o olmasaydı belki hayata bu kadar bağlı olmazdım. Kendimi kötü hissettiğimde durumuma lanet ettiğim zamanlarda onun sureti beliriyor aynamın kenarında. Sence o da benim için bir şey hissediyor mudur? Durumumun onu rahatsız ettiğini zannetmiyorum. O öyle biri değil. İnsanların dış görünüşüne takıntı yapacak birine benzemiyor. Tabi, aklıma da gelmiyor değil dış görünüşe takıntı yapan biri nasıl görünür diye. Öyle olmuş olsa benimle hiç konuşmazdı.
Hala gelmedi! Gelmeyecek galiba bugün... Annem sesleniyor, gitmeliyim. Sen benim yerime bakar mısın camdan? Eğer geçerse ona benim gibi bak olur mu?'

yazarak defterini camın önüne koyar. Elektrikli sandalyesini geriye doru çeker ve yemeğini yemek üzere salona geçer.

Cansu 22 yaşında başarılı bir tıp öğrencisiyken başına gelen talihsiz bir kaza
omur iliğinin zarar görmesine neden olur. Buna bağlı olarak sağ eli ve boynu hariç felç kalır vücudunun geri kalanını kullanamaz. Hayatını evlerinin içinde ve tekerlekli sandalyesinin üzerinde geçirmektedir. Her şeye rağmen hayat dolu, hayattan beklentisini hiçbir zaman yitirmeyen bir kız gibi görünse de aslında depresif polyanayı oynamaktadır. Kazanın ardından 3 yıl geçmiştir. Arkadaşları artık onu ziyaret etmeyi yavaş yavaş kesmişlerdir. Ailesiyle arasında olan güçlü bağı yalnızlığını alır, onu hayata bağlar. Zaman zaman girdiği bunalımlardan, aynı mahallede oturan üniversite öğrencisi olan ve yalnız yaşayan Fatih'e duyduğu pilotonik aşk kolay atlatmasına hayata daha sıkı bağlanmasına sebep olmaktadır.
Annesiyle birlikte günün belirli saatlerinde dolaşmayı çok seven Cansu'nun mutlu ve güleç tavırları çevresindekiler tarafından sevilmesine saygı görmesine neden olur. Çok fazla arkadaşı kalmadığından en yakın sırdaşı üzerinde kilim motifleri bulunan günlük anılarını yazdığı bir defterdir. Evde annesi, babası ve kendisinden beş yaş küçük erkek kardeşiyle yaşamaktadır. Bütün gününü on altı metrekarelik odasında bilgisayarı, defteri, pencerenin önünde bulunan fesleğen çiçeğiyle geçirir.

Annesiyle dolaşmaya çıktıkları bir gün her zamankinin aksine yalnız dolaşmak ister. Annesi bu isteğini geri çevirmez yanından ayrılırken, sandalyesinin aküsünün azaldığını fazla uzaklaşmamasını söyler ve onu yalnız bırakır.


Yalnız başına dolaşırken, gözlerinin hayata başka baktığını fark eder. Sağlıklıyken farkında bile olmadığı sakat dilenciler, karşıdan karşıya geçemeyen ihtiyarlar takılır gözüne. Sandalyesini duvara doğru yanaştırır ve etrafını izler... Bu esnada elindeki sopayı duvara vurarak yürüyen yaklaşık otuz yaşlarında gözleri görmeyen bir adam Cansu'yu fark etmeyerek çarpar. Çarpmanın etkisiyle sarsılan sandalye az kalsın devrilecek gibi olur. Cansu bu durumdan çok korkar. Adam affedersiniz özür dilerim der. Görmediğini fark eden Cansu önemli olmadığını onun bir şeyi olup olmadığını sorar. Adamın bacağı incinmiştir. Fark ettirmemeye çalışsa da çektiği acı yüzünden okunmaktadır. Durumu fark eden Cansu yardım etmek ister. Gideceği yere kadar eşlik etmek istediğini söyler. Önce kabul etmeyen adam ısrarlarının karşısında duramayıp kabul eder. Sandalyenin arkasına tutunan adamı üç sokak yukarıdaki mahallesine götürür. Karşıdan baba diyerek koşan çocuk kör adamın elinden tuttuğunda Cansu gözyaşlarını tutamaz. İşte o zaman aslında ne kadar şanslı olduğunun farkına varır. Eve doğru ilerlerken sandalyenin aküsü epeyce azalmıştır. Evlerine gelmesine çok az bir yolunun kaldığı esnada yolun kenarına park etmiş bir arabanın içinde Fatihle arkadaşı sohbet etmektedirler. Cansu'yu gören Fatih arabadan inmez ve açık olan camdan sadece başını öne eğerek selam verir. Cansu bu duruma çok bozulur ve aynı şekilde selam vererek hiç durmadan aracın yanından geçmek istese de aracın hemen arkasında duran çöp konteynırının yanında sandalyenin aküsü biter ve olduğu yerde kalır. Fatihle arkadaşı bu durumu fark edemez. Yardım istemek için onlara doğru döner. Konuştuklarını rahatça duymaktadır. Sesleneceği esnada 'bu kız sana yanık oğlum yapsana bir gün şunun gönlünü sevaptır' cümlesini duyan Cansu'nun parmakları annesini aramak için elinde bulunun cep telefonun numaralarını çeviremeyecek gibi kilitlenmiştir. Bu söze karşılık Fatihin ağzından güzel şeyler duymak ümit eder. Ama keşke duymasaydım diyeceği türden olan cevap gecikmez. O gözüyle bakmaya kıyamadığı ve yücelttiği Fatih 'ne yapayım oğlum ben elin sakatını yatsan yatılmaz satsan satılmaz. Bakma sen acımasam yüzüne bile bakmam! Allah var güzel kız ama...' gibi çirkin bir cevap verir. Bunu duyan Cansu'nun elinden cep telefonu düşer ve panik yapar. Yere düşen telefonun sesini duyan Fatih arkasını döndüğünde Cansu'nun hala orda olduğunu görünce kendinden utanır ama konuştuklarını duyup duymadığı konusunda hiçbir fikri yoktur. Yanına geldiğinde Cansu bir şey belli etmemeye çalışır. Fatih, duymadığını zannederek aynı acıma duygusu içerisinde 'yardımcı olayım güzel bayan' der. Gerek yok telefonumu verin yeter dese de Fatih pişmiş hareketlerine devam eder ve. Olur mu? Öyle şey biz ne güne duruyoruz? diyerek evine kadar eşlik eder. Yol boyunca hiç konuşmazlar. Eve geldiklerinde Cansu'yu annesine teslim ederek uzaklaşır.



Eve geldiğinde, annesiyle konuşmadan kendisini odasına kilitler. Annesi üzerine gitmez. İnsanlara muhtaç olmanın verdiği bir üzüntü zannetmektedir. Odasında hiçbir şey yapmadan penceresinden dışarı öylece bakar. Uzun bir süre aynı şekilde kaldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi odasından çıkar ve eskisinden daha mutlu hareketler sergiler.

Ertesi gün annesine bir liste uzatır. Bu listede: bir şişe serum, serum hortumu, akış ayarlayıcı bulunmaktaydı. Annesi bu isteklere anlam veremez. 'Ne yapacaksın bunları?' diye sorduğunda. Öğrenciyken başladığım bir deneyi tamamlamaya karar verdim der. Bu hareketleri annesinin çok hoşuna gider. Onun kendisine bazı uğraşlar bulması için çok uğraşsa da başarılı olamamıştır. Şimdi bir şeylerle uğraştığını görmek onu mutlu eder. Annesi malzemeleri getirir. Cansu odasında bir takım deneyler yapmakta ve günlüğüne not tutmaktadır. Bu deneyleri iki gün sürer. İkinci günün sonunda annesinden bir ünite 0 rh (-) grubu kan ister. Annesi biraz korksa da bu isteğini de yerine getirir, çünkü Cansu'nun son iki gündür yüzü hiç olmadığı kadar güleçtir. Annesi bu durumun bozulmasını istemez. Kanı da alan Cansu normal yaşantısına döner ve ertesi gün annesinden dışarı çıkmak istediğini söyler. Dışarı çıktıklarında üç gün önce olduğu gibi annesine yalnız kalmak istediğini söyler. Mahalleden ayrılmayacağına dair söz vererek izin ister.

Yalnız kalınca Fatih'i beklemeye başlar. Köşe başında boş bakışlarla uzun süre bekler. Köşe başından dönen Fatih'i görünce gülümser ve ona doğru gider. Aralarında geçen kısa ve samimi konuşmalardan sonra Cansu, Fatih'e 'Biliyor musun ben bizim evden başka hiç kimsenin evini görmedim. Acaba beni size götüre bilir misin?' diyerek kendisini onun evine götürmesi için bir şekilde ikna etmeye çalışır. Fatih kabul eder ve birlikte Fatih'in yaşadığı eve giderler. Eve geldiklerinde Fatih ikisine de Nescafe yapar ve yudumlamaya başlamadan Cansu bir bardak su ister. Fatih mutfağa gittiğinde Cansu cebinden çıkarttığı bir kâğıdın içinde bulunan tozu Fatih'in kahvesinin içine döker. Fatih kahveyi içer. Aradan yarım saat geçmiştir ki Fatih bir takım hareketlerde bulunmaya başlar. Vücudu kasılmaktadır. Hareketlerini kontrol edemez hale gelir. Sol eli göğsüne doğru çekilir boynu sağa doğru dönmektedir ve sağ ayağı içe doğru döner. Bütün bunlar olurken Cansu büyük bir soğukkanlılıkla onu izler. On dakika geçmemiştir ki Fatih tamamen felç olur. Öyle ki konuşamaz hale gelir. Cansu 'Umarım anlarsın diyerek sandalyenin sırt tarafında sakladığı günlüğünü hemen yanı başında bulunan sehpanın üzerine bırakarak çıkar. Fatih kendisini çok kötü hissetmektedir. Soğuk terler dökmeye başlar hiçbir yerini kımıldatamıyordur. Ömrünün sonuna dek öyle kalacağını düşünmeye başlamıştır. Sağlamken yaptıkları gözünün önüne gelir. Cansu'nun bunu neden yaptığına anlam vermeye çalışır. Onun için söyledikleri aklına gelir. Cansu'nun duyduğu ve duymadığı bütün konuşmalar geçer gözünün önünden ve onun böyle bir durumuna rağmen hala güle bilmesine hayranlıkla bakmaya başlar. Bu durum bir buçuk saat bu şekilde devam eder. Bir buçuk saatin bitiminde sanki birden bırakılmış gibi olduğu yere ağlayarak yığılır. Deli gibi ağlamaktadır, kurtulmuştur. Biraz olsun kendisini toparladıktan sonra defteri eline alır ve Cansu'nun bunu neden yaptığını anlamaya çalışır.


Fatih defteri okumaya başlar:


Ben hala onun bu kadar çirkinleşeceğine inanmıyorum. Benim içimde büyütüp beslediğim, sevdiğim adam bu olamazdı. O benim için elmasın kirli hali sadece bazı şeyleri görmesi gerekiyor ve ben bunları görmesini sağlayacağım.

Bugün annemden gerekli olan malzemeleri istedim. 1,50 Lt suyun damlalarını ayarladığım zaman iki bucuk saatte boşaltmayı başardım. Okuldan kalma şizofren hastalarda kullanılan iki adet norodol ilacım var. Tek başına kullanıldığında geçici felç yapar onları ezerek toz haline getirdim. ilacı ona içirdikten sonra yapacağım şu: eve gelip sol koluma bir damar yolu açacağım bu damardan aşağıda bulunan beş litrelik su şişesine kanım damla damla akacak Fatih bu kısma geldiğinden hızla evden çıkmaya çalışsa da ilacın etkisinden olsa gerek sendelemektedir ona ulaşmak için var gücünü kullanır. Sağ kolum da hayatımı kurtaracak olan kan bulunacak. Ama bu kanın vanası kapalı olacak eğer Fatih olurda beni kurtarmak isterse bu vanayı açması yeterli olacak. Büyük ihtimalle ben bu sahneyi göremeyeceğim. O gelene kadar yaklaşık bir litre kan kaybetmiş olacağım bu durumdan dolayı yüksek ihtimalle baygın olmam gerekiyor. Bunun neden yapıyorum. Fatih'i geçici felç yapmak durumumu anlamasına neden olacak ve bakalım beni kurtarmaya vicdanıyla mı, yoksa aşkla mı, gelecek?

Fatih eve gelmiştir. Kapıyı hiç durmadan deli gibi çalar. Kapıyı Cansu'nun annesi açar. Kadını sol koluyla iterek Cansu'nun odasına yönelir. Kapı kitlidir. Kapıyı omzuyla birkaç kere vurduktan sonra kırar. İçeride gördüğü manzara: Cansu'nun kanının aktığı su şişesine damlamak üzere olan bir damla kan . Gözünden henüz çıkmış bir damla gözyaşı vardır. Kan dolan şişenin üzerinde 'kan kaybından değil sen kaybından ölüyorum' yazılıdır. Fatih sağ tarafında bulunan kan ünitesinin vanasını açtığında kan hortumu kolundan çıkar ve her yere kan dökülmektedir. Panik yapan Fatih, hortumu yerine takmak için uğraşır. Ama Cansu'nun sağ kolunda damar yolu bile açılmamıştır. Kurtarıcı hortum, başından beri boşta durmaktadır. Her tarafı kan içinde kalan Fatih şaşkınlıkla Cansu'ya baktığı an son damla kan ve gözyaşı aynı anda düşerler. Kafasını kaldırıp aynaya baktığında şöyle yazmaktadır. SANA KAHRAMANIM OLMA LÜKSÜNÜ VEREMEZDİM...

01 Haziran 2010 11-12 dakika 2 öyküsü var.
Yorumlar (1)