Söz
Bakışlarını gökyüzünde öylesine gezdirdi.
Bu gecenin rengini tanımlamanın bir yolunu bulmak için, benzetmedeki becerisini sonuna kadar zorlamadığını kimse söyleyemez!
Hayal gücünü, önce birkaç güzel ve şımartan sözle canlandırmayı denedi, olmadı; sonra elindeki şarap şişesinin ağzını dayadı ağzına, sarhoşluğa susamış bir tövbekârın tövbesini bozarcasına bocaladı boğazına.
Yine olmadı!
Bakışlarını tekrar boşluğa çevirdi; kirlenmiş ve birkaç bulutla örümceklenmiş tuvale benzeyen gri gökyüzünde, puslu bir aynada gözlerini ararcasına ay aradı derinliklerde.
Yoktu!
Soğuk kar kokusunu genzinde hissedecek kadar derin bir nefes aldı ve kapısına omzunu dayadığı küçük kulübesinden tekrar içeri girdi. Omuzlarındaki paltoyu iskemlenin üzerine çöpe atar gibi attı. Boynundaki atkıya dokunmadan sönmekte olan şöminenin önüne çömeldi. Ellerini cılız ateşe doğru uzattı.
Üşüyorum!?
Şömineden birkaç metre ötede yer yatağından gelen bu zavallı sese döndü. Saçları seyrekleşmiş ve birbirine yapışmış gibi alnından sarkan yaşlı kadının gözlerinin içine acıyla baktı. Hiç konuşmadan kalkıp iki kalın odun daha getirerek özenle ateşin üzerine bıraktı.
Şimdi ısınırsın,? diyerek paltosunu attığı iskemlenin karşısındaki eşine oturdu. Eski ahşap masanın üzerindeki sigara paketinden bir tane çıkarıp dudaklarına yerleştirdikten sonra çakmağıyla yaktı. Dirseğini masaya dayayarak elini alnına koydu.
Köyden uzaktaki bu dağ evini iki yıl önce almıştı. Yazın, seyrek olan çam ağaçlarının arasındaki bu kulübede kuş sesleriyle ve dağ esintisiyle uyanmak her ne kadar ömre bedel olsa da kışın sonsuz bir yalnızlığın içine gömülerek yaşamak hiç de imrenilecek bir şey değildi.
Kırk yaşını geçen ay doldurmuştu. Ocak ayının on beşinde doğmuş, sıradan bir hayat sürerek bu güne gelmişti. Yer yatağında inleyen seksen yaşlarındaki halasından başka kimsesi kalmamıştı hayatta. O'nun da son günlerini yaşadığı artık belliydi.
Şaraptan bir yudum daha aldıktan sonra, yaşlı kadına döndü.
Çorbayı ısıtayım mı??
Kadın, yeğenine uzun uzun bakarak başını iki yana doğru hafifçe oynattı.
Adam üsteledi.
Çorbayı ısıtayım mı??
Kadının solgun yüzünde bir çizgi gibi duran dudakları zorla aralandı.
Yok!.. Canım istemiyor,? diye iniltiyle karışık mırıldandı.
Masadan kalktı, çorba tasını yanan şöminenin kenarına iliştirdi. Kaşıkla karıştırmaya başladı. Isındığından emin olunca, çorba kâsesini de alarak kadının başucuna geldi, yanına bağdaş kurarak oturdu.
Şundan iki kaşık al ki ilacını vereyim!?
Kadın, başını yeğenine doğru hafifçe çevirdi. Bir çorba tasına, bir elindeki kaşığa bir de gözlerinin tam içine baktı.
Bırak ki öleyim!?
Adam zoraki bir gülümsemeyle karşılığını verdi.
Baharı bekle ki rahatça gömeyim!?
Kadın, yeğeninin elinden çorbayı zorla bitirdi. Son yutkunmasının ardından fersiz gözlerine biraz kızgınlık katarak derinlerden gelen bir sesle söylendi.
Koca adam oldun, ne yapacağını bilirsin sen... Telaşlanmak, öküz gibi böğürerek ağlamak yok!? Sol eliyle yastığının sağ tarafını işaret ederek, ? yastığımın altından yeşil yazmamı alırsın, onunla bağlarsın çenemi... Sonra bu yorganı kaldırırsın üzerimden, çarşafı örtersin onun yerine...?
Adam dayanamadı, elini halasının alnına koydu.
Öleceğin falan yok senin, hem bunları düşünme sen!?
Kadın bunları duymamış gibi inleyen sesiyle devam etti.
Sıkıca giyinirsin, sonra kapıyı dışardan kilitle... Köye gittiğinde muhtarı bulup ona söylersin. Tek başına bir şey yapmaya kalkışma!..?
Adam, elindeki çorba kabını masaya bırakmak için kalktı. Şakaklarında zorlu bir zonklama vardı. Duvarda asılı gaz lambasının fitilini biraz daha çıkardı. Odada belli bir aydınlanma oldu. Şöminede oynaşan alev, masanın, sandalyenin, şarap şişesinin gölgelerini duvarda göstermeye devam ediyordu. Şarabından bir yudum daha aldı. Gözü, pencerenin dışında, tam camın kenarında bir karartıya ilişti. Yavaşça pencereye doğru yürüdü. Eliyle camı silerek baktı. Üşümüş bir serçe öylece büzüşmüş duruyordu. Çıkıp onu avuçlarına aldı, getirip şöminenin önündeki postun üzerine bıraktı. Bir sigara daha yakıp, tekrar halasının başucuna geldi, yine aynı yere bağdaş kurarak oturdu. Buruşmuş derisinin bir eldiven gibi kemikleri sarmaladığı elini tuttu. Diğer eliyle kadının alnına dokundu. Hiç sorulmayacak bir soru birden dudaklarından döküldü.
Korkuyor musun??
Kadın, ?neden,? dercesine yeğenine baktı.
Adam devam etti.
Anladın işte!..?
Yaşlı kadının gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Elini yeğenin elinden sıyırarak göğsüne götürdü, elbisesinin içine sokup bir fotoğraf çıkardı, yeğenine uzatırken zorla mırıldandı.
Bunu kefenimin içine koymayı unutma!?
Yeğeni, ?olur,?anlamında başını salladıktan sonra kenarları kırılmış fotoğrafa baktı. Ayakta, sol elini belindeki palaskasına sokmuş, diğer elini de kalbinin üzerine koymuş bir asker fotoğrafıydı bu. Arkasını çevirdi. Silinmeye yüz tutmuş yazıları zorla okudu... ?Benim gönlümün sultanı, seni sana emanet ediyorum, beni bekle, ölmeden geleceğim, düğünümüz olacak... Beni unutma!? Adam birkaç kez fotoğrafa baktı, her bakışından sonra arkasındaki yazıyı bir daha okudu. Halasına döndü.
Vay benim halam vay, büyük bir aşk ha!?
Kadın zorla konuştu.
Nişanlımdı... Kore'ye gitmeden vermişti. Ben sözümde durdum, bekledim. O durmadı... Öldü... Gelmedi!?
Bu namuslu, bu onurlu, bu sabırlı ve sevgiyi damıtarak sitemle karıştıran bu ses, bu inançlı sözler adamın ağlamasına yetti.
Kadın aynı içtenlikle ve inanmışlıkla devam etti.
Şimdi o beni bekliyor, ben gidiyorum ona, neden korkayım ki!?
Sabahın ilk ışıkları karlı dağlarda yansırken adam paltosunu giyiniyordu. Döndü yer yatağında yatan halasına uzun uzun baktı. Tekrar yanına gidip diz çöktü. Yüzündeki çarşafı kaldırdı, son kez baktı ve kapıyı dışarıdan kilitleyerek köyün yolunu tuttu.
Öğleye doğru birkaç adam ve bir atlı kızakla döndü.
Kapıyı açtı, içeriden iki serçe uçtu!..
Çok güzel,yürek burkan ve birazda acıtan bir öyküy'dü..Neden korkalım ki elbet bekleyen birileri olacak,cennetin nehirlerinde doğacaktır gün.
Yürekten tebrik ediyorum hocam.
öykü bitince, işte kadının sevgisine mashar olmak bu diyor insan.. her erkek bu şansı yakalar mı? bu mümkün değil, sadece zorunlu bir oyunun figüranı olur bir çoğu..ve seviliyorum diye kendini aldatır, akıcı, duru bir dil, sevgiden beslenen bir harika bir öykü... yine sevgili yazarın hoşgörüsüne sığınarak "söz" başlığı belki farklı olabilirdi saygılar