Söz Verdim Ruhuma
Donup kalmıştım öylece... Biri bana burada olanı biteni anlatabilir miydi ki?
Etrafımda da kimse yoktu. Kimden, neyin izahını bekliyordum ben?
Az önce yaşadığım olayın şoku hala üzerimdeydi. Asla gerçek olacağına inanmazdım kendim yaşamamış olsaydım. En kötü kâbuslar bile böylesi kötü olamazdı. En azından ben öyle düşünüyordum.
Ruhum... Ruhum beni terk etmişti. 'Bırakıyorum' demeden, ikaz etmeden, süre tanımadan hem de...
Ben ruhsuz halimle nasıl yaşardım? Yazısız bir kâğıttan, çiçeksiz bir bahardan, ötmeyen bir bülbülden ne farkım kalmıştı ki şu an?
Şoktaydım... Acele etmem, ruhum fazla uzaklaşmadan bana dönmesi için ikna etmem gerekiyordu. Her yolu denemeli tüm imkânları zorlamalıydım.
Dönmeliydi bana!
Kara kara düşünmeye başladım. Çok yüklenmiştim ruhuma. Akıl almaz acılarla sınamıştım. Aslında kızamıyordum da ona...
En son ne zaman mutlu olmuştu? Ne zaman gülmüştü en son? Ne zaman sevmişti? Hatırlamıyordum bile...
Helal olsun! İyi dayanmıştı aslında bu tür bitmek bilmeyen mutsuz hallerime.
Habersiz gitmesini haklı kılar mıydı bu? Kabul etmeliydim ki; kolay değildi benimle yaşamak. Dünyanın güzelliklerine gönül gözümü kapatalı uzun yıllar olmuştu. Kaderin bana sunduğu aydınlıkları görmeyecek kadar bir hüzün duvarı örmüştüm yüreğime. Ruhumun çaresiz uğraşları, beni yormaktan başka bir şeye yaramamıştı.
Arada sesini duyurabilse de, ona bin bir sebep gösterip sevme planlarından caydırmayı beceriyordum.
Sonunda pes etmişti ya da ben öyle sanmıştım. Meğer kaçabilmek için fırsat arıyormuş.
Ne yapmalıydım? Nasıl çağırabilirdim ruhumu? Nasıl?
O, onu seven bir ruhun peşinden gitmişti. Yüzünde daha önce hiç görmediğim bir ışıltı vardı. Mutluydu...
Sesli güldüğünü hiç duymamıştım önceleri. Kahkaha sesleri kulağımdan gitmiyor şimdi. Özgürlüğüne kavuşmanın sevincini yaşıyordu coşarak.
Gözümün önünden nasıl da kaybolmuştu? Çaresizliğin yarattığı panikle deli gibi bağırmıştım. Kaybedemezdim onu asla! Var gücümle, çıkarabileceğim en yüksek sesle çağırıyordum onu. 'Ruhummmmm dön bana!' diye haykırıyordum.
İçimdeki boşluk zifiri zindanlara düşürmüştü beni. Üşüyordum! Ruhumun buradan ayrılalı henüz yarım saat olmamıştı ve benim dünyam şimdiden karaları giymeye başlamıştı. Anlamını yitirmişti dünya; böyle yaşayamazdım.
Bir geri gelse, bir dönse; hayatımı değiştirmek için elimden gelen her şeyi yapacak, onun sözünü dinleyecektim. Hüzünle olan sevdamdan bile vazgeçmeye hazırdım artık... 'Yeter ki beni öyle yarım, öyle anlamsız, öyle ruhsuz bırakmazsın' diyordum tüm benliğimle.
Hiç mi acımıyordu bu halime? Hiç mi dokunmuyordu perişan oluşum kendisine? Hâlbuki beni herkesten iyi tanıyan dert ortağım, sırdaşımdı o! Elimi bırakmamalı sonsuz karanlıklara itmemeliydi beni... Söz vermeye, hatta yemin etmeye bile hazırdım.
'Dön ne olur!' diye haykırmaya devam ettim. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum artık.
Şuurumu kaybetmek üzereydim. O an önümde, gözlerimi kamaştırırcasına nurlara sarılmış ruhum sesleniyordu bana kısık, fısıltı halinde bir sesle. Yanında, birlikte gittiği ruh varken hem de...
-Söz ver bana! Bundan sonra mutlu olmamıza izin vereceksin...
Öyle şaşkın, öyle mutluydum ki o an... Tüm kalbimle haykırdım:
-Sözzzz!
Sevecek, mutlu olacaktım artık. Tekrar sordu:
-Söz mü?
-Sözzzz! Tüm kalbimle sözzzz!
Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarızud83eudd20