Suriyeli Bir Garip Kadın

Buğday unundan yapılmış hafif esmer ekmeğin müptelasıyız eşimle. Bu müptelalık çocukluk günlerimizde köy değirmenlerinde öğütülen undan evde pişirilen ekmekleri anımsatmaktan gelir. Annemin pişirdiği taze ekmek kokusu hala hafızamda saklı… Çoğu kez buğday unu ekmeği tüketiriz. Derince’de ünlü bir fırında pişirilen buğday ekmeğinin satılan bir markete girdim. Market oldukça büyük, çeşit çeşit peynirler, ballar, sucuklar…

Sekiz lira elli kuruş olmuş alacağım ekmek. 6 aydır doğduğum topraklardaydım. Derince ’ye bir gün önce geldik. Evde, bir Köroğlu bir ben kaldım. Çocuklar kanatlanıp uçtular yuvadan! Ekmek büyük. Olsun. Her gün markete gitmektense bayat ekmek yemek daha mantıklı. Neyse, ekmeği aldım. 10 Tl. verdim. Kasiyer, genç bir kız, en çok 20 bahar görmüş. Neşeli ve özgüvenli, kara gözlerinin içi gülüyordu. Yaşıtlarının çoğusunun işsiz olduğu bu topraklarda çalışacak iş bulmanın mutluluğunun gözlerine yansımasıydı gözlerindeki ışık.

Paranın üstünü aldım. Bozuk paraları cebime koyarken yanı başımda bir kadın belirdi. Elli yaşlarında, giysileri oldukça düzgün, boynunu yana bükerek bana yaklaştı. Dilenci gibi bir hali de yoktu.

Elini mahzunca uzattı. Belli ki, para istiyordu… Gözlerindeki hüzün ve ezilmiş hali kalbimi acıttı. İstemini yerine getirmek istedim. Kasiyer kız kadına bir soru yöneltti:

-Suriyeli misiniz? Kadın sessizce:

-Evet, dedi. Kasiyer sorularını sıralamaya devam etti:

-Devletten maaş alıyor musunuz? Suriyeli bayan bu soruya da olumlu cevap verdi. Bu diyaloğa tanık olurken aklımdan şu düşünceler film şeridi gibi geçti hızlı hızlı. Dilenmek, insan onurunu sıfırlayan en olumsuz bir eylem… El uzatarak, baş eğerek bir insanın dilenmesi ne kadar onur kırıcı ve acı… Fakat utanma çizgisinin öte yakasına geçenlerin utanma duygusunu buharlaştığı da bir gerçek. Bu savımla ilgili bir anekdotum bile var.

Bir Cuma günü camiden çıkıyordum. Memleketin dilencileri deyim yerindeyse yediden yetmişe el uzatmış nasiplerini bekliyorlar. Tahminen otuzlu yaşlarında, yanaklarından kan damlayan şık giyimli bir kadın da vardı aralarında. Önünden geçerken bana elini uzattı. Dayanamadım:

-Genç ve benden de sağlıklı bir kadınsın… cümlemi bitirmek kısmet olmadı sözümü kesti. Cevabı ilginçti:

-Maşallah de. Tebessüm edip geçtim.

Suriyeli kadına soru sorma sırası bana gelmişti:

-Bayramlarda Suriye gidiyor musun, kaç çocuğun var, beyin yaşıyor bu?

Kadın ana vatanını bayramlarda ziyaret ettiğini, akrabalarını görüp tekrar döndüğünü, beyinin yaşadığını ve üç çocukları olduğunu söyledi. Konuşmasına devamla sesi azalmaya, mahzun halini ortaya çıkarmaya çalıştığı dikkatimizden kaçmadı. Adeta dilsizleşti. Az önce sorulara hiç de fena olmayan Türkçemizle selam veren kadın kendini saklamaya çalışıyordu…

El memleketinde kendini bu hallere düşüren yazgısı mıydı onu utandıran. Onun için mi konuşmasını kısmıştı. Yoksa kendisini acındırıp benden ve kasiyer kızdan para koparma numarası mı yapıyordu. Bilinmez.

Kanımca yazgısının verdiği eziklikti utangaç rol yapma çabası. Dünya bir sahne, hepimiz yaşam denen süre içinde bu sahnede rolümüzü oynuyoruz. Kimisi kuzey Amerika’da, ya da günümüz Avrupa’sında doğup yaşama şanslı başlıyor. Kimimiz yer altı kaynaklarının ganimet olduğu Ortadoğu bataklığında Suriyelilerimizin acı kaderini yaşıyor. Sadece Suriyeliler mi?

Kasiyer kız, “Ben işe yeni başladım.” diyerek konuyu kapattı. Ufak bir yardım yaparak ekmeğimle dışarı çıktım. Aklıma dinimizin dilenmekle ilgili anımsadığım görüşleri takıldı. Peygamberimizin dilenmenin hiç de hoş olmadığına ait sözlerini okumuştum. Yine de yiyecek bir şeyi olmayanın dilenmesine dinimiz az da olsa izin verdiği bilinir. Buna karşın; dağdan odun devşirip günlük nafaka için çalışmanın gereğini salık veriyor İslâm kaynakları… Günümüzde insan onuru, dini emirler çoktan rafta(!)

Sokağa adımımı attım. Bu kez çok daha düzgün kıyafetli, türbanlı bir bacımız karşıladı beni. Otuzlu yaşlarına geldi denmeyecek kadar genç bir kadın. Bana bir şeyler sormak istedi. Dünya bir sahne ya yardıma muhtaç rolü oynuyordu.

-Para mı istiyorsun? Diye sordum.

-Hayır, cevabını alınca yürümeye devam etmek istedim. Kadın ısrarla bu kez:

-Para istemiyorum. Oğlum için pasta alır mısın? Gibi sözler ediyordu. Yürüyüp gittim. Dilenmenin alafrangası(!) Eve doğru yürürken Dostoyevski’nin soğuk bir kış günü Moskova sokaklarında yürüyen yoksul roman kahramanı gibi hissettim kendimi. Adım başı yaşlı Rus dilenciler, üstlerinde eski paltoları. Türklerle savaşlara katılmış fakat sonunda yoksul düşmüş asker kalıntıları…

Aylardan ekimdi; öyküme tema olan zaman dilimi. 21. Yüz yılda yaşıyorduk. İnsanlık acılardan bir türlü yakayı sıyıramadı. Dünya sahnesi bu… İnsanlık komedyası oynanıyor. Bir tarafta varsıl ülkeler. Yurttaşları başroldeler. Diğer tarafta dilenen, ezilen halklar yarı aç yarı tok figüranlık yapıyor. Dünya ise dönmeye devam ediyor sürekli…

01 Kasım 2019 4-5 dakika 208 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar