Sürmeli Göz

genç kadın, sağ eliyle açık yeşile çalan eski bavulunu sürükleyerek gıcırdayan kapıdan tahta avluya girdi, kapının eşiği biraz yüksekti, bunu bilemediği için ayağı takıldı ve sendeledi, sağ elindeki bavuluna tutunarak düşmekten kurtardı kendini, göz uçları ile önce sağına sonra soluna baktı,..

Sarı ile kumral arası bir renkle boyanmış saçları hafit dağınıktı kadının, yarım ay şeklindeki kakülü sağ güzünü kapatıyordu, geç kadın bavulu dizine yaslayarak kakülünü düzeltti, boynunu sola bükerek saçını şöyle geriye doğru savurdu.

Turuncu rengin hakim olduğu, enine daireli göğüs dekoltesi açık olmayan bir bluz ile koyu mavi streç bir kot pantolon giymişti genç kadın. Uzun sayılacak bluzunu pantolonun üzerine sarkıtmıştı, ayağında ise yüksek topuklu, üstten mavi kemerli beyaz bir terlik vardı. Ayakları terlediğinden terlikle taş döşemeli avluda yürümekte zorlanıyor, terden kayganlaşan terlik sağa sola burkuluyor ayaklarını acıtıyordu. Bu terlikle yürürken her seferinde narin bedeni rüzgardaki bir dal gibi başka bir tarafa eğiliyordu genç kadının...

Bu arada öfkeli bir boğanın homurdanmasını andıran rüzgar ise şiddetini iyice arttırmıştı ve biraz sonra yağacak yağmurun haberini vermekteydi.

Yılların yükü ve yağan yağmurlarla ağırlaşmış, sol alt köşesi yer yer çürümüş tahta kapıyı, sertçe kapattı genç kadın, iyice paslanmış menteşe çivileri gıcırdadı kapının. Kapının gıcırtıyla avlunun sol dip köşesinde önceden kalma ve iyice sararmış sap saman yığınını eşeleyen beyaz benekli siyah bir horoz irkildi ve boğuk bir ses tonuyla, her sabah güneş doğmadan kısa bir süre önce tan ağarmasını haber verdiği şekliyle ötmeye başladı birden…

- ü ürü ürü ü ürü ü..!

İki üç defa öttü horoz, horozun bu ötüşüne derme çatma tahta kümesten birkaç tavuk gıdaklayarak cevap verdiler...

Genç kadına bir ninni gibi geldi horozun bu ürümesi ile tavukların gıd gıdısı…

“-bu sesleri de unutmuşum ben!” dedi içinden, 

sonra gözleri ile avlunun sağ tarafında güneye cepheli yapılan iki katlı evi uzunca bir süre süzdü, derin bir nefes aldı, iç geçirir gibiydi nefes alması, yakınında biri olsa bunu fazlasıyla hissederdi...

Duvarları sarımtırak evin boyasının bir kısmı dökülmüş, altından gri sıvası görünmekteydi, yaşlanmaya yüz tutmuş ve saçları tel tek beyazlamaya başlamış bir insanı hatırlatan sarı boyalı evin tahtadan yapılma avlusunun tam ortasında, çevresi yarım metre kadar daire şeklinde gelişi güzel küçük taşlarla örülmüş, kabaca beş altı metre derinliğindeki bir su kuyusu, devamında ise ağaçtan yapılma üç dört adım uzunluğunda ve göz kararıyla bir kol boyundan biraz daha az derinliğinde olan ve hayvanları sulamak amacıyla yapılmış bir havuz bulunuyordu.

Bu arada, su havuzun kenarına serpilen ve akan sudan ıslanmış sağa sola dağılmış tezek parçalarını ön parmaklarıyla eşeleyerek, bulabilirse tırtıl, buğday danesi gibi yiyecekleri aramakla meşgul beyaz benekli sarı tavuk, horozun ani ötüşünden irkilerek başı boynunun üzerinde tamamen arkaya dönerek horoza baktı ve tilki görmüşçesine gıdaklayarak uzaklaştı avludan.

Beyaz benekli sarı tavuğun bacaklarındaki tüyler çizgi çizgiydi, cetvelle uğraşsan öyle düz ayarda bunları çizmek maharet isterdi. Kuyruğu ise yarım ay şeklindeydi.

Dünyadaki tüm tavuklar uzun süreli uçma yeteneklerini evrimleşerek kaybettiklerinden tavukların iki küçük kanadı kalmıştı geriye, onlar da tavukların dengesini sağlamaya yarardı yahut korku anında kısa mesafe uçuşlarına elverişliydi, esasen tavukların çoğu kanatlarını ancak çok korktukları veya bir hayvan ya da insan tarafından kovalandıkları vakit kullanırlardı, zira tavukların korkak tabiatlı hayvan grubundan olduklarını herkes bilirdi, oldum olası her şeyden korkarlardı, kendilerinden korktukları bile olurdu, beslenirken bile bu böyleydi. 

Bu sıra sarı benekli tavuğun peşinden, siyah birkaç tavuk ile beyaz iki ferik de kaçışarak tahta avlunun dört bir yanına dağıldılar.

 Birazdan yağacak yağmurun havada oluşturduğu nem ile birlikte hava daha da yakıcı hal almıştı ve insanın derisine işliyor ve her bir yerinden ter akmasına yol açıyordu. Genç kadın bu bunaltıcı havada tam tepesine düşen güneşten sol kolunu bükerek ve elini siper etmeye çalışarak korunmaya çalıştı, sonra benekli horozla, tavuklara baktı uzunca bir süre:

“beyaz ferikler de ne kadar güzeller..”

"16-17 yaşlarındaki genç kızlara benziyorlar, yaşam kokuyor, sevinç fışkırıyor her bir taraflarından…" 

diye düşündü,

Kimi zaman her insanın yaşayacağı gibi geçmişe gider gibi oldu kısa bir an,  sonra açık yeşile çalan bavulunu taş kaplamalı avludan yavaşça içeri doğru sürüklemeye başladı. Bavul çok ağır geliyordu kendisine, aslında pek zayıf sayılmazdı genç kadın, gücü kuvveti yerinde sayılırdı ancak bilekleri inceydi ve en ufak bir zorlamada kırılacakmışçasına bir his uyandırırdı karşısındakinde. Ne var ki narinliğinin de bir parçasıydı bu bilekler, tıpkı sarı kumrala boyalı ince telli uzun saçları ve her daim yaşaracakmışçasına bakan hüzünlü siyah gözleri gibi…

Aslına bakılırsa güzel bir kadın her şeyiyle bir bütündü, yürümesi, konuşması, susması, gülüşü, ağlayışı, oturması kalkması, saçları, gözleri…parçalardan birisi eksik olmayıversin hemen fark edilirdi, esasında bedeninin her bir parçası, mimikleri tek başlarına da güzellerdi ya, bir arada olunca da tadından yenmezdi hani...

Ne kadar histen ve duygudan yoksun  birisi olursan ol, genç kadının bu kategoriye fazlasıyla uyduğunu saklayamazdın.

Bu arada, sarımtırak boyalı, ahşap merdivenli evin arka bahçesinden karabaş bir köpek hırlayarak yarım adımlarla genç kadına doğru yaklaşmaya başladı, onu engellemeye çalışıyordu. Sonra aniden durakladı ve hırlamasını kesti, boğuk bir ses ile karşısındaki ile konuşurcasına uzunca sayılacak beyaz kuyruğunu sallamaya başladı, herkes bilirdi ki karabaşların bu kuyruk hareketi gelenin dost olduğunun göstergesiydi.

 Karabaşların önsezileri çok çok güçlüydü, ki bilhassa kadınlara karşı da doğaları gereği zaten çok sakin ve muhlislerdi, sahibi ve evini korumakta bu bölgede üstlerine başka bir köpek türü bulunmazdı. Orası ayrıydı, lakin bu kadının kokusu köpeği öylece sakinleştirdi ki, gelen kişi sahibi olsa ancak bu kadar sakinleşebilirdi hayvan…

Genç kadın da karabaşı tanır gibi oldu, hasret gidermek için başını okşamak, tüylerine dokunmak geldi içinden, korkup vazgeçti bu bunu yapmaktan, aslında köpeklerden korkmaz, hayvanları da çok severdi genç kadın, bu sefer bir ürperir gibi oldu.

Öylesine baka kaldı bir süre genç kadın, karabaşın simsiyah suratına baktı, siyahlığı bir maskeye benzetti

- Kahverengi gözleri ne kadar güzel

- Geriye doğru sürme çekilmiş gibi gözlerine

dedi sessizce.

Kendisi de gözlerine sürme çekmeyi çok severdi, küçük gözleri olduğundan büyük göstermede üstüne yoktu sürmenin, hele bir de maharetli ellerde ise... orası bir yana sürme gözler her kadına gizem katardı, tarihten süzülüp gelen bir bakışın devamı gibiydi sürmeli gözler, o bakışlarda acılar, sevinçler, hüzünler, ayrılıklar, sevmelerin, sevilmelerin birikimi vardı…

Bu sırada rüzgar daha bir şiddetlice esti, avludaki iğde ağaçları sallandı, yapraklar bir koro halinde hışırdadı ve kadının saçlarını bir kez daha sağa sola savurdu, rüzgarla gözüne gelen saç telleri genç kadının gözlerinin hafifçe yaşarmasına yol açtı, zira evin bahçesine girdiğinden bu yana ha ağladı ha ağlayacaktı, bunaltıcı güneş iyice kararmış yağmur bulutlarının arkasına sığınarak saklanmıştı bu sıra.

genç kadın kırmızı ojeli, serçe tırnağı kırık sol eliyle aceleyle saçlarını düzeltti, sanki kimsenin saçını bu şekilde dağınık görmesini istemiyordu, hep düz olsun isterdi saçları hep dümdüz..çok takılırdı buna, çocukluğundan beri...

"-Allah kahretsin!" dedi genç kadın.

...

Ve…

15 Ekim 2021 7-8 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 3 yıl önce

    Uzun yıllara dayalı bir dostluk bağı kurduğum, ne vakit daralsam nefes alabildiğim ve tıpkı ailem gibi bir parçam olan sevgili edebiyatla(şiirkolik) ailesine, seçki kurulundaki kıymetli üstatlarıma teşekkürler ve saygılar