Talat
Çoğu cümle daha doğmadan ölüyordu dilinde
Ve yüzünde kendi bağırsaklarını çiğniyor gibi bir his vardı
Sonra, omuzlarını yıpratıp insanlıktan gelen uzunca bir soluğun
kesik kesik seslenişlerini dinledi.
T a l a t
Mahzen sanıp yıllanmış cümleleri dudaklarıyla tadarken kendini bilmediği kapıların önünde buldu. Soyundu ve sürgülerini yağladı geçmişin. Sonra bir bir sökmeye başladı damağına sinmiş sözcükleri. Asırlar önce ısırılmış bir dil saklıydı. Ta âdemden kalma, diş izi unutulmuş bir meyve yada topuklarına bulaşmış toprak taneleri ayak izlerimden sonra toparlanıyordu göğümden üstüme serpildiğinde yağmur ruhumun yer yüzüne dökülmeye başladım.
Talat seyrek saçlarını parmaklarıyla yoklarken ıslandı parmakları. Hayatın kal eylemlerinde alışkanlığıydı seyrek saçları arasında cevaplar aramak! Aradığı cevapları bulamayacağını bile bile yine de dalardı derinliğin ketum sessizliğine.
On iki yıl önce, karanlığı bir başka karanlık sahiplenip örttüğünde; Talat uykudaydı. Örtünün yaması dikişlerinden kopmuşçasına sularını yerin yüzüne döküyordu. Geceyi örtmüş olan karanlığı süpürmek için var gücüyle itmeye çalışan rüzgâr mitolojik bir ejderhanın nefesi kadar ürkütücü bir sesle dokunuyordu yerin yüzüne yapılmış insani barakalara.
Yağmur damlaları birbirine birikmeye başlayınca, neredeyse ayak bileklerine kadar biriken suların serinliğiyle uykusundan uyandı.
Eskimiş ahşapla örtülü dam pasıyla barışık çivilerin arasından damlalar art arda düşüp Talat’ı oyalamayı başardı.
-Ruba annesinin bağrışları altında yemek tasıyla evin içine birikmiş suyu kovalara doldurup pencereden sokağa döküyordu. Sırılsıklam elbiselerinin ağırlığı artıkça yağmur suyunun yüzünden akmasına bir de ter tuzu karışıyordu. Ruba, telaşın hükmüne boyun bükmüşçesine evin içine dolmuş suları atıyordu. Evleri eski malzemelerden toplama bir barakaydı. Rüzgâr şiddetini artırdıkça yama yapılmış sac tabakalar bir bir kopup sokağa savruluyordu. Rubanın gözü sularla beraber sokağa sürüklenen yazmasına takılınca aklına Talat geldi.
Talat kendi barakasının endişesinden kurtulup Ruba'nın barakasına düşürdü aklını. Bileklerini geçmiş suların ortasında Ruba'nın sokağına doğru koşmaya başladı. Rüzgâr Talat'ın yüzüne ıslak bir örtü gibi yapışıp onunla beraber koşmasını sağlıyor gibiydi. Talat Ruba'nın sokağına vardığında; sulandırılmış toprağın o cıvık çamurlu haliyle Ruba'yı suların içinde hiç kıpırdamadan ağır ağır sürüklendiğini gördü. Adımını ona doğru attığında diz kapağına bir şey yapışıp dolandı.
Ruba'nın yazması sokaktan aşağıya doğru ilerlerken Talat dizlerine çevirdi gözlerini. Suda salınan saçlarını gördü.
-Ruba
koşar adım sokağa çıktığında rüzgar bir daha şiddetlenip barakadan söktüğü sac tabakayı rubanın üstüne devirdi sac tabakanın keskin kısmı rubanın anlının üstüne denk getirip saç derisiyle beraber bir tutam saçını da sokağa düşürdü ruba yağmur damlası ter tuzu ve kan damlasıyla sokağın ortasına yığılıp düştü
Talat rubanın saç derisiyle bir tutam saçını aldı kanlı deriyi yazmasıyla sardı yeniden uykuya devrildi.
On iki yıl sonra göğün kapanıp sularını yerin yüzüne o günün tekrarı gibi akıtıcınca, uykusunu bölen gürültü damağında çamurlu suyun tadıyla uyandı ve avucunun sırtıyla ağzının kenarını sildi. Başını yukarı doğru kaldırıp evin tavanına uzun uzun bakıp durdu. Sonra biraz daha ağırlaştırıp bakışlarını tavanı süzdü hırpalanmış tahtanın cilalı göğsünden. Damlalar art arda atlayıp Talat’ı susturdu. Anlam veremeden tavan arasına koşar adım çıktı. Tam karşıda bir şah gibi köşeye oturtulan sandığa takıldığında gözleri şaşkındı. Hoş geldin” diyormuş kadar ev sahibi görüntüsü vardı ortamda.
Sandığın anlamsızlığı bastırdıkça korkuyordu içten içe sıkıştı parmakları seyrek saçlarında cevap aramaya başladı ama bulamadı. Şimdi yine bir kapı kirpiklerinden bir sızıntı az evvelki damlalara özenerek atladı ve ahşap zeminin tozlarını dağıtarak düştü. “ Talat oğlum bu düş değil “ diyerek telkinler verdi kendine.
Mat bir ses bu kadar hırpalar mıydı kulağı? “Ne işin var senin burada” hızlandı adımları. Sandığın suntadan ve boyasız olması korkularını bastırdı. Talat karşılaşmaktan korkuyordu bilmedikleriyle belki de. Bundandı hayatın dışında kalma sebebi kim bilir. Talat bilirdi bilmezden gelirdi!...
Önceden yağlanmış gibi hemen açılan sandığa gömülü camları siyaha boyanmış bir cam kutu macunuyla oynanan mavi saplı tornavida bile ben yaptım der gibi baktı gözlerine. Su cam kutudan akıyordu parmakları seyrek saçlarında bir daha aradı anlamı bulamadı.
Cam kutuda su vardı. Suyun içinde bir tutam saç ve saçın bir bölümü sargı beziyle sarılıydı. Talat öyle bir derin ana daldı ki gözlerinde ki korkulu salgıyı saldı saklamadı.
Sargı beziyle saklanıp akvaryumun içinde izole etmenin anlamı neydi. Ölü bir kadın gibi su üstüne vurmuştu sargılı saç! Bunun da adı “ sus ” tu tabi. Talat’a kalan da sus !...
Kül sürmesi
Oldukça etkili bir öyküydü okuduğum ve -insani barakalar- betimlemesi çok acı verici ama bir o kadar da güzeldi anlamıyla .Tebrikler Sinan bey