Tambur
"Beni de Musa Kazım'ın yanına gömeceksin tamam mı?"
Bu lafı her yılın Mayıs ayının ilk Pazar günü duyardım Vesile'den.
Bir Mayıs ayının ilk pazar günü ölmüş Musa Kazım, her zamanki inadı tutmuş yine o gün. Bahçenin kuzeyindeki tulumbanın yanındaki servi ağaçlarının yanına gömülecekmiş, aksini yapmaları da mümkün olmadığından öyle olmuş.
Şimdi eliyle gösterdiği yerde kocaman bir mezar var, en iyi Afyon mermerinden yapılmış, etrafı da demir korkulukla çevrilmiş, kümbet falan ..
Sabah erkenden gittim yine evine, her zamankinden farklı karşılardı o gün beni, hiç sorun çıkarmaz, fazla konuşmazdı. Yüzüne şöyle bir baksan hüzün kokardı, koklardım.
O gün geç kaldın yine bile demezdi, bambaşka bir ruh haline bürünür, ağzından kesinlikle kırıcı bir laf çıkmazdı, yüzünden eksik etmediği o aşağılayıcı bakışı da göremezdin...
Birazdan yine her zaman olduğu gibi markete gidilecekti, rakı dahil bir iki malzemeden sonra, kasaba, çerezciye son olarak da çiçekçiye gidilir, gerekenler alındıktan sonra üç kilometre uzaklıktaki bahçeye gelinirdi.
Kahvaltıyı evde yaptığımızdan öğle yemeğini kendisi hazırlardı, her sene aynı şeyler... Kızartma ve menemen... Odun ateşinde yaptığı bu yemekleri başka zamanlar ne kadar çok yesem, asla aynı tadı alamazdım.
Öğle yemeğinden sonra o bahçe evini temizler, mezarın bakımını yapardı. Bense üç dönüme yakın ve Ali Efe'nin kiraladığı bahçede gezinir, ağaçlardan topladığım erikleri ceplerime doldururdum.
Ali Efe'de oldukça yaşlı biri... 74 yaşında ama çakı gibi maşallah. Bir gram yağ göremezsin, hafiften seyirten göbeğimi görecek diye içime çektiğim bile oluyordu yanında utancımdam.
Yalnızca araziyi kiralardı Ali Efe, bahçe evine kesinlikle dokunmazdı, sadece ara sıra evin etrafını süpürür genel bir temizlik yapardı.
"Evlat, akşama mangal yanacak mı yine?"
"Yakacağız Ali amca, buyur gel sen de..."
"Yok gelmeyeyim, Vesile yalnız kalmak ister, bozmayalım rahatını..." O da bilir hikayeyi, civarda bilmeyen yoktur zaten.
Akşamüstü mangalı kurardım önce. Eski, döküm bir mangal, ayakları geçmeli olduğundan her seferinde kuruncaya kadar da epey cebelleşirdim. Sonunda kurup yaktığımda Vesile içeri girer, ben evin önündeki küçük havuzun fıskiyesini de açar, masamı ve sandalyeleri yerleştirip, rakımdan ilk kadehi doldururdum bardağa...
Birazdan Vesile salata ve meyve tabağı ile gelirdi, oturmazdı, elindekileri bıraktıktan sonra pişirdiklerimden tabağına koyar yine içeri çekilirdi.. Yastaydı sanki... Bana hiç seslenmez, içtiğime karışmaz, aksine o gün içmemden zevk alırdı sanki...
Vesile Tambur çalardı.
Çok eskiden kalma bir özelliği, her zaman çıkarmaz kılıfından, eline bile almaz genelde... Lakin o gecenin vazgeçilmez unsuru olurdu tambur... Tambur olmasa o gecenin hiçbir anlamı olmazdı benim için.
Gece ağırlığını hissettirmeye, ortalık serinlemeye başladığında içeriden önce akort ayarları sesi gelirdi inceden inceye... Bu ritimsiz seslere bile bayılırdım.
Artık gece mistik ceketini çekmiştir üstüne.
Usuldan usula tambur sesleri ve ne dediğini anlayamadığım derinden gelen mırıldanmalar...
Önceden öğrettiğinden hangı fasıl geçtiğini bilirim,
iliklerime kadar üşürüm o an,
aslında pek soğuk değildir,
ama üşürüm... üşürüm.
Yerimden kalkmam,
arkama dönüp bakmam,
gözlerim dolar ağlamam,
sesimi duysun istemem.
O'nun o havasında; esen rüzgarın servi ağacına yüklenmesinden bile hiç hoşlanmam, tamburun sesini bastıracak diye ödüm kopar...
İşte böyle...
Vesile tambur çalıyor
gözlerimin önünden mağrur bir atlı geçiyor
kırk yıl ötesinden gelen bu atlı
bakışlarını evin içine fırlatıyor
görüyorum
biliyorum Vesile ağlıyor
ben
ağlıyorum...
"Söz Vesile...
Yaşarsam ve senden sona kalırsam eğer, mirası bölüşürken bu bahçeyi ne edip edip alacağım.
Seni de Musa Kazım'ı nın yanına yatıracağım..."
uzun soluklu fakat güzel bir öyküydü
tebrikler güne düşen öykünün kahramanına.