Taze Çimen Kokusu
Yıllar ne çabuk geçti! Okul yılları, meslek yaşamı derken altmışlı yaşları yaşamaya başladım. Koşullar değişti. Feodal yaşam biçimi sona erdi. İnsanlarımızın büyük çoğunluğu çeşitli okullar bitirip memur hayatına atıldı. Büyük kentlere hızlı göçler yaşandı. Köylerimiz adeta ıssız kaldı. Ancak yaz tatillerinde baba vatanına gelinip evlerin bacaları tüttürüyor. Okul okumayan diğer kesim ise yine kentlere göçüp emekçi, işçi olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Köyde artık çiftçilik yapma, toprakla uğraşma işiyle artık çok az aile ilgileniyor.
Daha çok kısa süre denecek yıllar öncesinde köylerimizde tarlalar sürülür, ekinler ekilirdi. Buğdaylar, arpalar başak verir, ürün ayıklamak için harmanlarda dövenlerle günlerce uğraş verilirdi. Mısırların kesilmesi, taşınması günlerce sürerdi. Hele mısır ayıklamak yarı gecelere kadar sarkardı.
Köy demek sabahın erken saatlerinden iş başı yapıp, akşamın geç saatlerine kadar çalışmak demektir. Hele traktörün, patosün çalışma yaşamına girmediği yıllarda toprakla güreşircesine mücadele etmek yılın on iki ayı süresince devam ederdi. Böylesine uzun süreli çalışmak insanları hayata daha bir sıkı bağlardı. Herkes halinden memnun olarak yaşardı. Kilerde bir yıl yetecek kadar erzakı, samanlıkta hayvanları ilkbahara çıkaracak kadar otu samanı olan köylünün gelecek kaygısı olmazdı
Tüm bu kıt koşullar içinde insanlar olabildiğince mutluydu. Modern ev aletleri hiçbir evde yoktu. Bu aletler nasıl olsun! Köylerimizde elektrik yoktu. Sadece bazı aileler ki, onlar köyün en varsıl aileleriydi. Onlarda radyo vardı. İnsanlar memlekette ve dünyada yaşanan olaylardan habersizce günü gün ediyorlardı.
Hemen hemen her aileden birkaç çocuk okula gidip sınıfları şenlendirirdi. Bizler köy ilkokulumuzda ilkokul okuduk. Geniş okul bahçesinde, köyün çayır ve tarlalarında bol bol koşup oynadık. Meyve ağaçlarına tırmandık. Köyün geniş alanlarında doyasıya koştuk.Yaz mevsiminde yeşil derelerde çimdik. Şimdilerde köy adeta sönmeye yüz tutmuş bir arı kovanı gibi. Güzelim okulumuz kapalı. Köyde yaşayan çok az sayıdaki ailelerin çocukları da taşımacı eğitimle ilçe okullarına gidiyor.
Beni en çok hüzünlendiren okulumuzun kapalı kalması. Okulun bahçesindeki başı kurdeleli kız öğrencilerimizin şen, şakrak seslerinin bir daha duyulmaması. Siyah önlüklü minin mini yavrularımızın yerlerinin doldurulmamış olması... İşte tüm bu durumlar yirmi otuz sene gibi kısa bir süre içinde yaşandı.
Aşırı yorucu olmasına karşın köyde çalıştığım yıllarda en hoşuma giden iş tırpanla çayır biçmek olurdu. Güneşin doğuşuyla elde tırpan biçilecek çayır başında kola kuvvet biçmeye başlardık. Temmuz ve haziran ayları boyunca biçme işi devam ederdi. Üstümüzde temmuz güneşi, hamama girercesine terlerdik. Vücudun su kaybını gidermek için bardak bardak su içerdik. Allah'tan diş sızlatacak derecede soğuk sularımız vardı.
Tırpan dövme zamanlarında kısa molalar verilir. Giderayak çalışmaya devam edilirdi. Gün batma saatlerinde o günün çalışmasına son verilir. O günün çalışmasına son verilirken biçilmiş çayıra bir göz atmamak olmazdı. Güneş son ışıklarını gönderirken hava az da olsa serinler hafif bir rüzgâr çıkar bu günün bu son saatlerinde. İşte bu anda biçilmiş otlardan çok hoş bir çimen kokusu yayılır. Serin serin esen rüzgârla birlikte bu koku adeta biz biçicileri sarhoş eder. Uzun yaz gününün yorgunluğunu bir nemse unutturur.Bir günün yoğun çalışma saatleri sona erer. Dinlenme vaktinin gelmesinin verdiği rahatlıkla evin yolunu tutardık.
Annem ve babam öldükten sonra kış mevsiminde köy evimiz kapısına kilit vuruyoruz. Hayvan besleyecek kimsemiz yok. Haliyle hayvanlar satıldı, elden çıkarıldı. Otuz yıla yakın bir süre geçti elime tırpan alıp çayır biçmeyeli... Çayırlardan, tırpan biçme günlerinden bana hoş bir anı olarak taze biçilmiş çimen kokusu kaldı. Henüz biçilmiş çayırların yanından geçerken özellikle çayırın ortasına yaklaşır aynı kokuyu az da olsa hissetmek isterim. Bu kez neşeli ve kaygısız gençlik günlerimi, köyümün eski şen halini anımsar hüzünlenirim.
Neydi o günler... Başlarımızın üzerinde kavak yelleri eserdi. Havaların uygun, güneşli olduğu zamanlar sabahtan akşama kadar çalışır, birazcık boşluk bulduğumuz anlarda da arkadaşlarla bir araya gelip futbol ve voleybol maçları yapardık. Yarından kaygımız olmazdı. Ailede birinci derecede sorumluluk taşıyan anne ve babamız vardı. İşlerin başarılmasında en çok onlar sorumluydu.
Artık tarlalar ekilmiyor. Köyümüzde ve komşu köylerde buğday, arpa, mısır ekimi tarihe karıştı. Tarlalar çayıra bırakıldı. Köyde kalan çok az aile hayvancılık yapıyor. Çayırları biçerlerle biçiyorlar. Köy bakkallarında ekmek satılıyor. Ancak evlerimizin yakınlarında bir bostan yeri kadar alanlara fasulye ve mısır ekiyoruz.
Bizde evimizin yanı başında mısır ve fasulye yetiştiriyoruz. Çayıra dönüşen tarlalarımızı ve çayırlarımızı köyde oturup hayvancılıkla geçinen yeğenim biçiyor. Hafta içinde yeğenim traktörüyle gelip biçim yaptı. Gün batım saatlerinde biçili alanları dolaşıp yıllar önce soluduğum taze çimen kokusunu bir kez daha hissetmek istedim.
Köyde düzenimizin bozulmadığı, anne ve babamın yaşadığı yıllarda kapımıza yüz, yüz elliye yaklaşan sayıda küçükbaş hayvan gelirdi. Ayrıca her ailenin sahip olduğu gibi bir çift öküzümüz ve sığırlarımızla ailemizde canlı bir hayat hüküm sürüyordu. Çayırlarımızda ağıllar kurulur koyunlar gecelerdi. Sık sık bu ağılların yerleri değiştirilirdi. Böylece çayırlarımızın gübreleme ihtiyacı giderilirdi. Ayrıca ahırların arkasında kıştan biriken doğal gübre tarla ve çayırlarımıza atılırdı.
Gübre ihtiyacı karşılanan çayırlar hele birde uygun zamanlarda yağmur alırsa alabildiğine gür çimenlerle kaplanırdı. Günlerce kağnı arabalarıyla ot taşırdık samanlıklarımıza. Bu yıllarda arazilerimizin gübre ihtiyacı karşılanmıyor. Bu nedenle eski yıllarda dört-beş kağnı arabası ot devşirilen bir çayırdan ancak yarım araba ot biçilebiliyor.
Ot az olunca gençlik yıllarımda çayır biçme günlerinde soluduğum o güzelim çimen kokusunu da artık hissedemedim. Farkına olmadan geçen gençlik günlerim gibi ruhuma ferahlık veren taze çimen kokusu da kaybolup gitmiş. Artık yeterince hissedilmiyor...
Evlerimizde elektrik yoktu. Haliyle buzdolabı, çamaşır, bulaşık makinesi de yoktu. Televizyon haliyle yoktu. Telefon da yoktu... Çeşitli deterjanlar da girmemişti evlerimize. Tüm bu yokluklara karşın insanlar, bizler olabildiğince mutluyduk. Akrabalık, komşuluk ilişkileri üst düzeydeydi. İşlerin çoğunu yardımlaşma ile yapardık. Küçük şeylerden bile zevk alırdık. Örneğin taze biçilmiş bir çimen kokusu bile beni mutlu ederdi.
Velhasıl köy hayatı çok güzeldi. Maalesef çok kısa süre içinde yaşanan hızlı iç göç köylerimizin adeta kimyasını bozdu. Çocukluk gençlik günlerimizin coşkulu yaşamı sona erdi. Köye mevsimin farklı zamanlarında dönen arkadaşlarımızda yeterli bir çoğunluk oluşturmuyor. Bir tarafı yemyeşil çayırlar, diğer tarafı iğne yapraklı ağaçlardan oluşan orman denizinin kenarındaki kır evimde sakin bir ortamda yaz günlerim geçiyor. Zaman bol. Kitap okumak, bahçede toprakla ilgilenmek de güzel. Ara ara maziyi düşünüp efkârlanmak olmazsa...