Tesadüf
Buhranlı bir kış gecesi, sabaha karşıydı, saatler sıfır beş civarlarında ulaştılar hastaneye...
Yıl, bin dokuz yüz yetmiş beş, ambulans araçlar bile, arabadan başka her şeye benziyordu. Fakirliğin dibinin yaşandığı, yokluğun, her köşebaşında hissedildiği tarihler. O zamanlar, ülkenin durumları bu gün olduğundan bile kötüydü, en azından durumu iyi olanlar için bu günler, daha iyi günler sayılabilir...
İçeriye girdiklerinde orta yaşlı bir hemşire, hemen sağ taraftaki odaya alalım hastamızı dedi, telaşlı bir şekilde, derme çatma sedyeyle hareket ettiler tarif edilen odaya. Doktor bey diye, seslendi hemşire koridorda, durum sanırım acil, acele etseniz iyi olacak diye seslendi, koridorun en sonundaki odadan saçı sakalı beyazlamış olan birisi çıkarak kendilerine doğru adımlamaya başladı...
Neden bu kadar geç kalırlar ki diye homurdandı doktor, hastanın olduğu odaya girerken...
Bir süre sonra, hemşire kan grubunu biliyor musun eşinin diyerek başını uzattı kapıdan, evet dedi Kemal, sıfır negatif olması lazım, emin misiniz beyefendi, dediğinde, Kemal azıcık düşünüp, evet eminim dedi. Hasta bakıcılar ellerinde bir kan torbasıyla koşturarak girdiler az sonra odaya, Bahar'ın sesi bile duyulmuyordu, neler oluyordu içeride, milletin koşturmacasına Kemal'in kaygıları da eşlik edince, eli ayağı birbirine dolaşmaya başlamış, dişlerini sıkmaktan damakları ağrımaya başlamıştı.
Odanın kapısı aralıktı azıcık, görmek için oraya doğru baktığında, arkasından birisi omuzundan çekerek, çekilir misin, ayak altından dedi ve içeriye girdi, kapıyı da tamamen kapattı. Saatine baktı Kemal, yaklaşık otuz beş dakika olmuştu Bahar içeriye gireli, sımsıkı tutmuştu elini yol boyunca, gözlerine bakarak, onu çok seviyorum, unutma, demişti...
Doktor Muhsin Bey, ellili yaşlarda, konusunda uzmanlaşmış, zamanın en iyi doktorlarından birisiydi, tıp eğitimini tamamladıktan sonra, İngiltere'ye gitmiş, on beş yıl kadar oralarda hem çalışmış, hem kendini geliştirmişti, sonrasında ülkesine dönerek İstanbul'da çalışmaya başlamıştı. Çoğu insan bilmese de işi düşenlerin memnuniyetleri, kulaktan kulağa yayılmış haklı bir üne kavuşmuştu. Bu yüzden de biraz egosu yüksek sayılabilecek ama alçak gönüllüğünü de muhafaza etmeye çalışan bir kişiliğe sahipti...
Kemal yerinde duramıyor, dakikalar ilerledikçe biraz daha endişeleniyordu. Kimse neden bir şey söylemiyordu, durumu nasıldı Bahar'ın, kimselere haber verememiş olması da ayrı bir dertti, bir telefon edebilseydi, belki rahatlardı ama sabahın bu erken saatinde, neredeyse, herkes odaya girmiş, etrafta kimse kalmamış gibiydi. Girişte duran bekçiyle göz göze geldiler, telefon dedi, bir telefon edebilir miyiz?
Bekçi sigarasından derin bir duman daha çekti, adın ne senin delikanlı, Kemal dedi, gel hele bu tarafa, arayalım, dedi.
Kemal kayın validesini aradı, hastaneye geldiklerini, eve uğrayıp bir kaç kıyafet alarak gelmelerini söyledi, hatta gerek yok, siz gelin yeter, dedi. Zaman sanki durmuş, her dakika bir saat dilimi gibi ilerliyordu ve odadan hala dışarıya çıkıp da Bahar'ın durumu hakkında tek kelime eden olmamıştı. Kaygıları artmaya devam ederken, bekçinin uzattığı sigarayı alıp yaktı. Bekçi, endişelenme Muhsin doktor çok iyi bir doktordur, inşallah hayırlı haberlerle çıkarlar odadan, dedi...
Bir kaç dakika sonra kendilerini karşılayan hemşire kucağında minik bir bebek ve koridoru çınlatan ağlama sesiyle, arkasından doktor Muhsin ve bir hasta bakıcı daha dışarı çıktılar...
Doktor Muhsin, bir kaç dakika göre bilirsin, durumu hala ciddiyetini koruyor, bebek iyi dedi...
Hemşire kucağında ağlayan bebek, buyurun diyerek, odanın kapısını araladığında Kemal yatağın içinde sapsarı kesilmiş olan eşi Baharı görebildi, yanına doğru ilerledi hızlıca, elinden tuttu, gözlerinden ne kadar acı çektiğini anlaması hiçte zor değildi. Kolay mı, son on yıl birlikte geçmiş, acı tatlı neler paylaşmışlardı,neler...
Her sabah kahvaltısında o çok sevdikleri çayın, hep son bardağı kalırdı Bahara, belki de öyle olmasını isterdi. Hadi yine iyiyim, Abdurrahman Paşa çayı bana kaldı der gülümserdi, demliğe ekler suyu, paşa çayı içerdi keyifle.
Her daim fedakardı eşine karşı bu kadın, yoksa yok, canını sıkma diyerek desteğini esirgemez, evliliğin ne olduğunu çok iyi bilenler gibi davranırdı, olgun ve cefakar...
Kemal, eşinin yaptığı birçok fedakarlık karşısında bazen şaşırmaktan geri kalmazdı ama bilirdi kendisine olan aşkının, her şeyi örttüğünü ve karşılıklı duygularla bezendiğini.
Bahar, bebeğim, dedi, o nerede? Kemal yeni kendine gelmeye çalışan uykudan uyanmış bir adam gibi, sağına soluna bakındı, sonra, hemşire, dedi, hemşire götürdü onu gelir şimdi, sen nasılsın, iyi misin, dediğinde Bahar boş ver beni, bebeğimi getir bana, dedi.
Kemal hızlıca kalktı yerinden, kapıya yöneldi, bebeğimiz, dedi, koridorda belgeleri doldurmakla meşgul olan hemşireye, eşim bebeğimizi görmek istiyor, getireceğim şimdi, siz de artık hastayı meşgul etmeyin dilerseniz dışarıda bekleyin, diye ekledi...
Kemal tekrar odaya girdiğinde Bahar kendinden geçmiş bir şekilde, küçücük kalmıştı yatağın içinde, hemen koştu yanına, aşkım iyi misin dedi, Bahar göz kapaklarını zoraki aralayabildi, ona iyi bak, dedi ve başı sağa düştü. Kemal tüm hastaneyi ayağa kaldıracak kadar yüksek sesle bağırdı, doktor bey, hemşire hanım koşun lütfen, diye haykırdı.
Hemşire içeriye girerek Bahar'ın bileğine dokundu, nabız atıyor merak etmeyin diyerek bir çığlıkta o attı doktor bey diye bağırdı, Muhsin koşarak girdi içeriye, lütfen dışarı çıkar mısınız, dedi Kemale...
Kemalin gözleri dolmuştu, hayır dedi, şimdi değil, daha zamanı var beni yalnız bırakma diye mırıldandı, kayın validesi ve eşi göründü hastane girişinde, koşarak geldiler Kemalin yanına, durumunu sorduklarında Kemal artık göz yaşlarını tutamıyor, kendine hakim olamıyordu. Tüm vücudu titremeye başlamış, kendine hakim olamıyordu, hıçkırarak ağlamaya başladı. Bir kaç dakika geçmişti ki, doktor dışarıya çıktı, ağlamakta olan Kemale, başın sağ olsun, dedi...
Dünya durmuştu, doğan güneş keşke hiç doğmasaydı, saat hiç hastaneye geldikleri zamana ulaşmasaydı, bu çocuk keşke hiç olmasaydı! En çok sevdiğini, tek kıymetlisini elinden almıştı, katil diye bağırdı Kemal, bu çocuk bir katil diye tekrarladı...
Dizlerinin üstüne düşmüş olan Kemali teselli etmeye çalışan kayın validesi ve kayın pederi de hıçkırıklara boğularak ağlamaya başlayınca, hastane koridorunu bir hüzün bulutu kaplayıverdi, hasta bakıcılar ve hemşirenin yardımıyla Kemali yan odaya alabildiler...
Kemal kendine geldiğinde etrafında kimsecikler yoktu, zoraki doğruldu yattığı yerden. Ölünceye kadar ayrılmak yok demişlerdi, ilk günlerinde ve işte çekip gitmişti sevdiği. Doktorların riskli bulmalarına rağmen, çocuk sahibi olmak için canını ortaya atan Bahar, sonunda korkulan sonu yaşamıştı. Yıkılmıştı Kemal, dünya artık tersine dönmeye başlamış, bu ağır yükü kaldıramayacak durumda bir psikolojiye bürünmüştü.
Koridora çıktı, Baharın yattığı odaya gitti, yoktu yerinde, ardını döndüğünde Halil ile karşılaştı. Halil Kemalin çocukluk arkadaşı ve her anında yanında olmaya çalışan sıkı dostuydu. Sarıldılar sımsıkı, her şey düzelir diye, teselli etti Kemali ama hiç bir şeyin düzeleceğine inanmayan bir Kemal vardı karşısında...
Defin işlemleri bitmiş Bahar ebedi yolculuğuna uğurlanmıştı. Kemal hala daha Baharın ona emanet ettiği biricik yavrusunu görmemişti, onun hakkında tek şey kulaklarında çınlayan ilk çığlığıydı ve ne zaman aklına gelse Baharın öldüğü anı yaşıyordu! Duramazdı artık buralarda, yaşayamazdı onun kokusunun olduğu odalarda, evin her köşesinde izi vardı. Kemal ağır bir depresyon yaşıyordu ama kimse bunun farkında değildi! Herkes bir şekilde teselli vermeye çalıştıkça, o daha da çok kaybediyordu kendini. Uzunca bir mektup yazdı, döktü içinde ne varsa, altına da beni aramayın diyerek bir not yazıp, çıktı evden...
En güzel kıyafetlerini sıraladı yatağının üstüne, önce duşunu aldı, sonra uzunca bir zaman saçlarıyla uğraştı, makyaj da yapmalıydı, saatine baktı zaman daralıyordu. Makyajını tamamlayarak kıyafet seçimine geçti, kırmızı boydan bir elbisesi vardı ne zaman elbise tercihi yapacak olsa bunu seçerdi zaten, yine aynını yaptı...
Apartman çıkışı, direk caddeye bakıyordu, merdivenlerden aşağıya indi, girişteki aynada son kez kendine baktı, kapıcı Hacer'in övgülerine de mazhar olarak sokağa çıktı.
Bir kez daha saatine baktı, çok şükür geç kalmadım dedi, oldum olası sevmediği topuklu ayakkabıları tercih etmesi de rahatsız ediyordu kendisini, bir an durakladı ve hızlı adımlarla tekrar apartmana yöneldi. Hızlı adımlarla tırmandı merdivenleri, kapıyı açtığı gibi topuklu ayakkabılarını çıkarıp, düz spor olanlardan birisini geçirdi ayağına. Ayakkabı takıntısı olduğu için mi, yoksa biraz modaya düşkün bir yanı olduğundan mıdır, bilinmez, bir düzine ayakkabısı vardı...
Tekrar merdivenlerden aşağı indi ve dışarıya çıktı. Heyecanlı olması gayet normaldi, hangi insan sakin olabilirdi ki, onda da fazlasıyla mevcuttu bu zaman diliminde.
Hızlı adımlarla yürüdü caddenin köşesine kadar, az ileride park ettiği aracına ulaştığında sol tekerin patlamış ve dibe kadar çökmüş olduğunu görünce, istemsizce Allah kahretsin, dedi.
Aysar yirmi altı yaşında, güzelliği ve zarafetiyle etrafında yaşayan herkesin hayranlığını üzerinde toplayan, zeki, başarılı bir genç kızdı. Babaannesi, anneannesi ve dedeleri tarafından büyütülen, annesi onu doğururken vefat ettiği için kendisiyle bir kez bile karşılaşamadığı bir babaya sahip olan ama ona karşı sevgisi dağlar kadar büyük olan, kalabalıkların içinde yalnız yaşayan bir genç kız...
Kemal uzun zaman önce terk ettiği ülkesine dönüyordu, sadece dönmekle kalmıyor, doğduğu günden bu yana nefret ettiği kızıyla buluşacaktı. Ömrünün belki de son günlerini yaşıyordu. Alkol ve sigaranın vücuduna verdiği tahribatlar sonucu, bir kaç ağır hastalığı birden taşıyan bir vücuda sahipti ve artık iflas sirenleri çalıyordu.
Belki de içinde sızlayıp duran bir evlat acısı onu ülkesine dönme kararı vermeye zorlamıştı. Her ne kadar nefret ettiğini söylese, görmese de kızına her daim maddi olarak yardımını esirgememiş, gereken ne varsa yapmış, eğitimini en iyi şekilde alması için desteğini esirgememişti...
Aysar hava limanına ulaştığında saatine baktı, taksicinin ağır tavırları yüzünden geç kalmıştı işte! Hızlıca içeriye geçti tam içeriye girmişti ki kalabalık bir insan grubunun toplandığını gördü, adam yere düştü, sanırım ölüyor diye bağıran bir kişinin sesi yükseldi salonda.
Az ilerisinde olan olayı görünce dayanamadı, genç yaşında başarılı bir kalp damar cerrahisi olan Aysar atıldı kalabalığın içine, saçları beyazlamış, boyu uzunca olan bir adam yerde yatıyordu.
Ben doktorum, ben doktorum deyince, etrafı boşaldı, hemen ilk müdahaleyi yaptı yerde yatan adama. Artık nabzı atmaya başlamış kendine gelir gibi olmuştu, yeşil gözleriyle baktı Aysar'ın gözlerine, elini uzattığında Aysar istemsizce tuttu elinden, ne kadar sıcaktı avuçları, bu güne kadar duymadığı bir his uyandı Aysar'ın içinde, bu nasıl bir şeydi böyle!
Yerde uzanmış yatan Kemal, hayatını kurtaran bu genç kızın, kendi kızı olduğunu hastaneye ulaştığında öğrenecekti...