Tohma Deresi
......Tarlalarda ırgatlardı ellerinde orak, kadınlı kızlı ellerinde kazma kürek fistanlı, başları börklü, tozlu topraklı kan ter içinde gölgesindeydiler kara kayanın. Azık vaktiydi, sofraları düzgünce bir taş. Eşekle getirdiğim azıkları, bulgur pilavı, soğan ekmek ve süzme ayranları, soğuk pınarda ıslıydı yaş. Gülerek doyasıya yediler, kaşıkları elleriydi!
......Dinlenmeye geçtiler... Yattılar kayanın gölgesine! Yastıkları kolları, döşekleri taştı topraktı, hepside horuldadı uyuyakaldı.
Çocuktum, ufacıktım, azıkçıydım. Tohma deresinin merakından uyuyamıyordum! Şu tohma deresini görebilmenin işi bana kaldı. Şu yamaç kayalığın tepesine çıkabilsem, göreceğim biliyorum... Yakıcı güneşin o kavurucu sıcağında elimdeydi Darende keliklerim anlımdaydı güneşe siper, zor bela yürüyordum yalınayak. Umurumda bile değildi ayaklarımın toprakta kavrulması! O sarp kayalık yamaçlardan yuvarlanmayı da göze almıştım... Yeter ki yakalanmadan tırmanayım.
......Kuş kayası iriydi dilmeç dilmeç... Birçok kayanın oluşumu tek vücut baş eğmez yiğidi gibiydiler o dağın... Köyüydüler, kentiydiler bin bir çeşit kuşların... Göğe ulaşan kuş kayasının tepesinde kartallar bekçisi gibiydiler vadinin.
...... Yöreb yöreb tırmana tırmana dolandım kuş kayasını geçtim. Kılıç kayasının içindeydim. Artık kuş bakışı bakıyordum tepeden aşağı bir şahin gibi. Tâ ileriden tütüyordu evlerinin bacaları Alvar köyünün. Gür bir bağ bahçe yeşilliğinin içinden! Heyecan içinde kalbimin çarpıntısı, kalaycı körüğü gibi foşurdatıyordu genişlemiş burun deliklerimden sık sık alıp verdiğim nefesimi. Eh artık en yücesindeydim dağın. Bir savaş kazanmış paşanın sevinci az kalırdı o an benim sevincimin yanında! Bir kurşun atmadan kimsenin canını yakmadan ulaşmışım bu menzile! Dile kolay... Tepeden bakıyorum köyüm Çörmü'ye. Ortasında mezarlık, iki yanı iki büyük dere, her çatta bir ev darmadağınık duruyor sere serpe. İyi ki uymuşum şu çocukluk aklıma... Şu güzelliklerin hepsini bir anda bir arada görebilmek, Allah'ın kollarında olmak gibi bir şey! Öbür yanımda tohma deresi bir mavi urgan gibi sarmış Bicir köyünü, köyün içinde döndürüp duruyor un değirmenini.
...... Arklarla kol kol dağıtılmışsın tohma deresi... Tarlalarda bağlarda bostanları suluyor olman, Hâlâ küçültememiş seni. İçine girenlerin; 'Boyumu yutuyor' diyenlerin anlattıkları kadar varmışsın... Ben de görüyorum şimdi seni. Bu dağın dibinden köpük köpük, dalga dalga büküle büküle bükler arasından, sazlıklar içinden akıp gidiyorsun. Yüreğinin içinden gibi ötüyor yeşil kurbağalar! Yüzüyorlar yeşil yosunların içinde bahtiyar! Yeşil ördeklerin biri konuyor biri kalkıyor, sanki bana selam veriyor. Kıyılarında kavaklar büyümüş bük olmuş. Dağlara inat, elimi uzatsam başlarından tutacağım gibi. Söğüt dallarında kuşlar şarkılar söylüyorlar, selvi kavakları, folkloru gibi memleketimin! Sevinip sallanıyorlar nazlı nazlı! Kenar boyu bahçelerde, henüz olmamış meyveler çağla mayhoşluğunda ekşimtırak. Bu yüzden olsa gerek. Irgatsız, hiç te şen şakrak değiller. İlk yaz kar ve yağmur sularıyla, kavakları yutacak kadar yükseldiğin günler, geride kalmıştı da masmavi ipeksi bir örtü gibi genişlemiş geçidinden eşekler geçiyor. Yine de içimine doyumsuz o suyun, kunlamamış eşeğin karnına değiyor. Eşeğin birinde yük karı koca, diğerlerinde ormandan söktükleri palamutların, dalı budağı kökü kütüğü... Durdular eşekler orta yerinde, sarı sarı boşalırlarken, nasılda nefessiz kaldı karı koca! Sanki eşek onların sırtındaydı, bir çubuk vuramadı, çüş diyemediler! Sen biliyorsun ya işte tohma deresi, suyundan geçenece eşeğe nasılda dayı diyorlar.
......Bent tutuyor iki aklı selim kazık çakıyor çipilinde göbeğine. Bir ark daha inşa ediliyor kayalıktaki sarp tarlasında üç beş kayısı yetiştirmek için. Kim bilir? Böyle kaça bölünmüştün Kangal'ın Hamal köyünden buraya ve buradan Fırat'a kadar kaç değirmen döndürüyorsun çıngıraklı, nasıl da lezzetli oluyor o domuzluğundaki balıkların. Yani kaç köy var? İçinden süzüle süzüle geçtiğin? Bak benim buradan gördüğüm. Sofular da var. Bicir'i geçipte Alvar'a varmadan biraz daha bükülseydin eğer! Bizim köye Çörmü'ye de uğrardın güzelim.
...... Bütün ırgatlar kalkmış orak çalıyorlar, Gürün elliklerinin içinde, altın başaklı ekinler pırnat pırnat, deste oluyor. Bizim ırgatlar beni kayanın en tepesinde görüyor! Bar bar bağırıyorlar.
......'Düşeceksin inme bekle' kimi çok endişeli, kimide çok sevinçli! Çocukluğumu yenmişliğimin gururu ile gülüyor gözlerim çıngı çıngı. Koştu geldi gelin bacım. Çıktığım yere çıkamadı. Kızmış görünerek... 'nasıl çıktıysan öyle in' dedi... Çıktığımdan da kolay indim. O günden sonra o tarlanın ekini bitene kadar o tepenin başındaydım.
.....O günlerde dağ köylerinin sürü sürü kuzuları indiriliyordu. İtiyle, çobanıyla, ve birer birer suyuna atılan kuzuların, mayıstan sararmış, çör çöp, bıtırak toplamış kirli yünleri yıkanıyordu tertemiz ak pamuk gibi oluyor. Kuzuların sevimliliği, bir kat daha artıyordu! İşte o zamana kuzu yunumu deniyordu. (örneğin: yeğenim kuzu yunumun da doğmuş) Ve her kuzu yunumu bir bayram havası olur. Küskünler barışır!.. Çevliğinde yüzerler yarışır. Bir sofra kurulur ki. perneklerce çobana ikram edilen, tereyağı, un ve dut pekmezinden koca bir tencere helva yapılır. Yiyenin tadı damağında kalır! Mutluluğun resmi ancak bu kadar güzel olur tohma deresi!
......Harman sonu geldiğinde ise: Kuyruğundan tutar deli tosunun sırtına biner, çevliğine girer cüce Cafer. Nede kef verir! Senin suyuna girip çıkmak, atla beraber, öküzle beraber, kısır koyun, koçla beraber... Yunup yıkanmak. Bütün günahlarından arınmak gibi bir şey olur! Tohma deresi.
......İşte o mevsimde: Bahçelerin arkları susuz kuru, değirmenlerin arkları, taşar dolu olur. Çıngıraklı değirmen taşları, yük yük unları öğütür durur. O yükler ki yan yana üst üste hele kaç köyün unudur. Allaha emanet durur. O değirmenler: İnsanlıkta öğütür! Tohma deresi! Sana paralel bir çizgi gibi bitişik, dere boyu yol alır. Yüklenmiş ucuz emeği, köylü ırgatlarımızın, altın hasatları tefeciler elinde. Krom, kurşun, bakır, demir doğudan batıya, fabrikalara kamyon kamyon Ve üstü açık kamyonlarda, sığışabildikleri kadar! Emmiler, dayılar, nineler dedeler, çoluk çocuk, pılı pırtısıyla, toz duman içinde, yoksulluğun kırbacı altında. Senin şu zamanki akışın gibi sessiz sukut, bin bir köprü altından geçtiler. Her biri bir umut peşinde, her biri bir kanalda, kurallara baş eğdiler. Seninle yoğrulan yüreklerini, suyundan toprağından ayırdılar. Biliyorum tohma deresi! Seni tanıyan her birinin yüreği, en az benimki kadar yanıyordur yaralı. Duyuyorum ki tükenmişsin sende! Duvar dibinde kalan ben gibi!
18 ? haziran - 1994
Seçkiye alan Ve göz nuru döküp okuyan şiirdaşlara yürekten teşekkür ederim.