Üç Maymun Hikayesi
"Bilinmeyen bir zamanda, egzotik bir öykü"
O kahrolası Don Piedro'yu dövmemeliydim bu kadar. Zavallı adamın tek suçu annemin su götürmez fahişeliğini diline dolamaktı. Oysa o tek bacaklı sarsak herifi bir baba gibi sevmiştim. Onun gizemli kişiliğini onca adam arasından bir tek ben sezmiştim. Ne tür badireler atlattığını, hayatının girdaplarını tam olarak bilemiyorum, geçmişiyle ilgili hep ketum davrandı, dayanamayıp ona kaç kişiyi öldürdüğünü, hazinesini nereye gömdüğünü ya da donanma subaylarından nasıl olup da bunca zaman kimliğini gizleyebildiğini sorduğumda beni acımayla karışık süzdüğü bile olurdu. Onu bir baba gibi sevdim ben ama o bana daima mesafeli bir suskunlukla yaklaştı. Sırlarını paylaşmak şöyle dursun benim bütün iyi niyetimi ısrarla görmezden geldi. Sırdaşı olmak için yaptığım bütün girişimleri, 'ah zavallı yavrucuğum! Senin şu hayal gücün yok mu' türünden sözlerle geçiştirdi.
'Don Piedro! Seni koca eşek, uslanmaz bir korsan olduğunu biliyorum', evet böyle bağırdım ona ve ekledim, 'kansız korkak, bu çıfıtların arasında daha ne kadar kahır çekeceğim diye yakınmalarından bıktım'. Don Piedro'nun cevabı ise bildiğiniz üzere annemin iffeti üzerinde kuşku uyandıran bir takım sözler oldu. Hiç tereddüt etmeden bulunduğum yerden fırladım, üzerine atıldığım bu yaşlı ama hala dinç hayvanla boğuşmaya başladım. Etraftakiler, 'Yapma Carlos! Acı zavallı ihtiyara' diye beni sakinleştirmek için dil döküyordu. Ancak onursuz bir adam annesi için dövüşmekten kaçınır, onunla işim bittiğinde Don Piedro'yu sürükleyerek yatakhaneye götürme zorunda kaldılar. Bazı arkadaşların takdir eden tokalaşmalarına muhatap oldum, bir tanesi de kendi içkisini uzattı. Uzun zamandır okyanusta sıkıntıdan patlayan bu barut fıçıları gerçek bir kavga izlemenin verdiği saadetle takdirlerini sundular ve gülüşmeler arasında uzaklaştılar.
Gecenin ilerleyen saatlerinde yatağımdan kalktım ve Don Piedro'nun yanına gittim. İhtiyarın ceplerini karıştırmaya başladım ve işte nihayet yeleğinin göğüs cebinde hazine haritasını bulabildim. Tahmin ettiğim gibi bu eski korsan hazinesini bir adaya gömmüş ve karanlık hatırası unutulup da paracıklarına kavuşuncaya kadar aramızda kaybolmayı seçmişti. Ancak yatağa bir kemik yığını gibi serili halini, tahta bacağını, az önce yediği demir yumruklarla pelteleşmiş suratını görünce ona acımadım desem yalan olur. Ne de olsa bir zamanlar bu denizlere korku saçmış bir korsandı o.
Haritayla beraber filikaya bindim ve filikayı askıda tutan makaranın iplerini gevşeterek denize indim. Gemim içindeki avanaklarla karanlıkta kaybolurken ben yeni bir macera için sabırsızlanıyordum. Ancak umduğum gibi gitmedi hiçbir şey.. Haftalardır...tanrım..belki aylardır bu sandalın içindeyim. Bazen hala yaşayıp yaşamadığımdan bile emin olamıyorum. Okyanusun bu kadar dalgasız olacağını bilemezdim, bu lanet filika olduğu yerde sallanıyor, günlerce burada biraz ileri biraz geri giderek oyalandım. Ümidimi kıran en önemli unsur buydu. Ellerimi kürek gibi kullanmayı denedim fakat az sonra dermanım tükendi. Belki başka koşullarda bulunsam, mesela burası bir göl olsa ve hemen yanı başımda dantelâlı fistanıyla bana göz süzen bir kadın; o zaman bu etimi kavuran güneşi sefahat arkadaşı olarak değerlendirebilirdim. Hatta bu ahşap yatakta, bu salaş filikada o hatunu fırdöndü kovalardım. Ahhh! Bir bardak suuu! Bir bardak su için şu an vücudumdan bir parça verebilirdim.
Ama birden umulmadık bir olay gerçekleşti; gökyüzü bir an içinde karardı, dalgalar kudurdu. Filikanın oturağına sarıldım, dağ gibi bir dalga geliyor filikamı kuyruğundan kavrayıp bir başka dalganın kucağına fırlatıyordu. Sanki şeytan kırbacını şaklatıyor gibiydi, zifir gibi gökyüzünden yıldırımlar düşüyordu.
Uyandığımda kucağımda filikanın oturağını sıkı sıkıya tutuyordum. Kumsala yüzüstü uzanmıştım ve dalgalar suratımı tokatlıyordu. Başımı kaldırdım, öylesine parlak bir ışık vardı ki gözlerim yandı. Sonra arkamda birilerinin durduğunu hissettim, başımı çevirdiğimde üç tane simsiyah yaratığı görünce irkildim ve tepinerek gerisin gerisi onlardan kaçmaya çalıştım. Oldukları yerde kalarak bir takım işaretler yaptılar, sanırım onlardan korkmamam gerektiğini anlatmaya çalışıyorlardı.
Yanıma gelip ayağa kalkmama yardımcı oldular ve o zaman bir adaya düştüğümü fark ettim. İlk dikkatimi çeken adadan yükselen bir dağın bulunduğu ve adayı palmiye, Hindistan cevizi ve muz ağaçlarının donattığıydı. Bu siyah yaratıklar beni bir kütüğün üzerine kadar taşıdılar ve orada vücudumun çeşitli yerlerini incelemeye koyuldular. Bu sırada birbirlerine bakıp tuhaf sesler çıkarıyorlardı. Galiba kendilerinden çok farklı olan bedenimi tanımaya çalışıyorlardı. Onlar için bir tanrı gibi görünüyor olmalıydım şüphesiz. Biraz sonra içlerinden birisi ayrılıp ağaçların arasında kayboldu geri döndüğünde elinde çeşitli yapraklar vardı. Bunları yaralarımın üzerine koydu. Cana yakın hayvanlar!
Kazanın üzerimden üç hafta geçmişti ve ben bu üç hafta boyunca her tarafta hazine kazıları yaptım. Tabi ki peşimde maymunlarım olduğu halde yaptım bu kazıları. Ayrıca sevimli maymunlarıma bir jest yaparak adanın ismini üç maymun adası koydum ve bunu haritanın bir köşesine yazarak resmileştirdim. Çok işime yaradı bu hayvanlar; bir defa kazılarda bana yardım ediyorlardı, Hindistan cevizlerini, muzları toplayıp bana getiriyorlar ben de onları besliyordum. Çoğu zaman yiyeceklerini benim elimden yemeyi reddediyorlardı ama bu kadar vahşilik hoş görülebilirdi. Ancak bir defasında tehlikeli olabileceklerini de acı bir tecrübeyle öğrendim. Onları eğitmek için palmiyenin liflerinden tasmalar hazırlamıştım, hoşlarına giden sesler çıkararak yanıma çağırdım, 'he he he hey, geh kara oğlan geh'. Bir tanesi yanıma yaklaştığında tasmayı boynuna geçirip huysuzlanmasını önlemek için kuvvetle sıktım ve aynı kuvvetle yakalanıp birkaç metre ileriye fırlatıldım. İşte böylece bu uysal maymunların kızdırıldıklarında ne kadar tehlikeli olabileceklerini de böylece anlamış oldum.
Bu olaydan sonra bana eskisi gibi yaklaşmadılar. Kazılara katılıyorlar ama yardım etmek yerine uzaktan izlemeyi tercih ediyorlardı. Bir gün çukurdan toz toprak içerisinde çıktım ve toprak yığınına sırtımı dayadım. Bütün kazılarım sonuçsuz kalıyor, haritayı bir türlü çözümleyemiyordum. O sırada maymunların bana güldüklerini fark ettim. Çok kızgındım. Hışımla ayağa kalkıp küfürler ettim, taş attım, onlarda aynı şekilde beni taşladıktan ve başımı kanattıktan sonra homurdanarak uzaklaştılar. Acıyla olduğum yere yığıldım. Uyandığımda yüzüm kan içinde kalmıştı. Hemen yakınıma büyük bir çukurun kazılmış olduğunu fark ettim. İşte o zaman gerçeği bütün çıplaklığıyla kavradım. Bu üç maymun uykuya dalmamdan yararlanmış ve hazinemi çıkartıp saklamışlardı. Şimdi yapabileceğim en doğru davranış tarzı onların arasına karışmak ve güvenlerini kazanıncaya kadar beklemekti. 'Carlos, yiğidim! Kaderin seni bu maceralara sürüklüyor, bahtsız Ulyses'i okyanusların' diyerek üç maymun adasında üç maymunun yuvasına doğru yola çıktım.