Üçüncü Kitabın Öyküleri
-Hocam merhabalar
-Merhaba merhaba. Nasılsın, iyi misin?
-İyiyim hocam siz nasılsınız?
-İyiyim çok şükür ben de.
-Hocam "Yol Arkadaşım Zehra" kitabım çok az kaldı. Az bastırıyorum zaten. Çevremdeki arkadaşlar,"Bari üçüncü kitap bastır, bir kitabın daha olsun." diyorlar. Ben de öyle yapmaya niyetlendim. Üçüncü kitaba koyacağım öyküleri bir de siz düzeltir misiniz? Madem bu işi bilen edebiyat öğretmeni bir arkadaşım var. Ondan faydalanalım istiyorum.
-Tamam, düzeltirim, deyince kadın çok sevinir ve rahatlar. Yazar kendi hatasını göremiyor, bir başka gözün daha kontrol etmesi iyi oluyordu. Nerede buluşacaklarını da konuştuktan sonra telefonu kapatır iki arkadaş. Bu arada bu zamana kadar hocam dediği arkadaşı kadının yazılarını her zaman takdir ettiği için, kadın hocasına güvenmektedir. Çekinmeden öykülerinin çıktılarını ona emanet etmek için onunla buluşmaya karar verdikleri yere gelir. Karşılaşınca tokalaşır, yine birbirlerine hal hatır sorduktan sonra, kadın çıktılarını hocasına gönül rahatlığıyla teslim eder. Kendisi hocasına saygı duyup. sevdiği için, hocası da aynı duyguları onun için düşünüyor sanmaktadır.
Neyse efendim aradan iki hafta geçer. Kadın hocasını arar. Hocası iki hafta geçmiş olmasına rağmen, önce ona acele ettirdiği için sitem eder. Kadın çok şaşırır. 150 sayfa tutacak bir öykü kitabının çıktılarını düzeltmek için iki hafta insana yetmez mi? Kendisi bir gecede kontrol etmiştir oysa ki. Ama sesini çıkarmaz. 'Demek ben baştan savma kontrol ettim. Zaten çok dikkatsiz biriyimdir.' diyerek kendisine kızar bile. Sonunda hocası onu arar. Tekrar aceleye getirdiği için sitem ederek, buluşmak istediğini, öyküleri kontrol ettiğini söyler ve buluşurlar. Kadın kendinden o kadar emindir ki, hocasının öyküleri beğendiğini, ona güzel sözler söyleyeceğini tahmin etmektedir. Hocası gelince, yine hal hatır sorduktan sonra,"Biraz önce seninle konuşalım, sonra gidelim matbaaya" der. Kadın "Tamam" der. Hoca başlar anlatmaya.
-Biliyorum seni çok üzeceğim ama ben, beğenmedim senin öykülerini. Hele de o ölen arkadaşın için yazdıklarını hiç beğenmedim. O öyküyü kaldır. Bir yerde "Siktir et" demişsin, sana yakıştıramadım. Onu çıkar. Bir yerde doktorlara "Köpek" demişsin. Onu da çıkar. Seni mahkemeye verirler. Böyle yemek yapar gibi öykü yazılmaz. Kahvede oturur gibi de öykü yazılmaz. Sen Ömer Seyfettin, Sait Faik Abasıyanık'tan öyküler okumalısın. Öykülerinde tasvir yok, duygu yok. Böyle öykü yazılmaz. Türkçe'mizi katlediyorsun. Sen bence şiir yaz. Şiirlerin daha güzel. Diyalogların çok sıradan, konuşur gibi yazıyorsun. Konuşur gibi öykü yazılmaz. Edebi dil diye bir şey vardır. Sen bu dili bilmiyorsun. Bu yaştan sonra da zaten öğrenemezsin.
Kadın kulaklarına inanamadı. "Hocam, benim okuyucularım, takipçilerim var. Onlar, öykülerimin çok akıcı, samimi, doğal ve içten olduğunu söylüyor. Yazı yazdığım sayfalarda, öykülerim ve yazılarım her hafta en çok okunan kişiler arasına giriyor. Ben modern konularda yazıyorum. Ben Sait Faik Abasıyanık öykülerinden hiçbir şey anlayamıyorum. Onlar artık eskide kaldı."
-Senin çevrendekiler öykü yazmaktan anlamayan kişiler olduğu için beğenmişlerdir. Ömer Seyfettin ve Sait Faik Abasıyanık üzerine öykü yazan yoktur.
Kadının boğazına bir şey düğümlendi. Dokunsalar ağlayacaktı. Duyduklarına inanamıyordu. Bu kadar eleştirildiğine inanamıyordu. Oysa hocası onu her zaman takdir ederdi. 'Buna ne oldu acaba?' diye kendi kendine soruyor, aklına bir sürü düşünceler geliyor ama yine de saygısızlık etmek istemiyordu. Sesini çıkarmadı. Sustu! Sonra ona, "Sen eleştiriye dayanamıyorsun, seni eleştirenlerle küsüyorsun..." gibi bir şeyler söylüyorlardı. İyi de bu kadar mı kötüydü? Kulakları uğulduyordu. Aklı başından gitti. Kafası allak bullak oldu. Hocası o kadar sert tepki göstermişti ki. Onu öyle ilk defa görmüştü. O an hocasından nefret etti. Ondan nasıl ayrıldı, eve nasıl geldi; hatırlamıyordu bile. Aradan bir hafta geçti; hala çok üzgün. Ama yapacak bir şey yok. Matbaa ile anlaşmıştı bir kere. Artık geri dönemezdi. Bir iki arkadaşına fikirlerini daha sordu. Onlar "Biz senin öykülerini çok beğenerek okuyoruz. Çok da güzel bir Türkçe kullanıyorsun." dediler. Genellikle; okuyucuları böyle söylerdi ama hocasının tavrını bir türlü anlayamamış ve çok üzülmüştü. Kendi kendine şöyle düşündü:
Eleştiri iyidir ama yapıcı olmalı. Karşımızdakini eleştirirken dikkat etmeli insan. Çok eleştirildiği için, kabiliyetli olduğu halde, yazmayı bırakanları biliyorum. Her öykü yazan, Ömer Seyfettin, Sait Faik Abasıyanık gibi yazmak zorunda değil. Bütün öyküler, kalıptan çıkmış gibi, aynı olmak zorunda değil. Okuyunca, biz de hoş duygular bırakıyorsa, bizi sıkmıyorsa, bence hiç sorun yok. Ben kendi bildiğim şekilde yazıyorum. Ömer Seyfettin, Sait Faik Abasıyanık, Aziz Nesin... gibi yazsam, bu sefer "Onları taklit ediyor." derlerdi.
Bu olay olduğu zaman, yanlarında bir başka arkadaşları vardı. Olaya şahit olmuştu. Onunla tekrar karşılaştıklarında, kadına 'O adam ne kadar acımasız. Sana neler söyledi öyle. Senin adına çok üzüldüm. Böyle insanlar, insanın yazma şevkini kırarlar. Hiç sesini çıkarmadın. Ben olsaydım, kesin kavga ederdim.' dedi.
Bu sözleri duyunca, kadının öz güveni biraz yerine gelir gibi oldu.
Sonra başka bir gün bir edebiyat öğretmeniyle daha karşılaştı kadın. Onunla hiç samimiyeti yoktu. Ara sıra selamlaşırlardı.
-Merhaba canım
-Merhaba Hocam.
-Kitabını çok beğendim. Betimlemeler harika. Benim eşim de ara ara öykü yazıyor. Ben onunkileri her zaman beğenmiyorum. Seninkiler çok güzel olmuş. Kutluyorum. Üçüncü kitabını sabırsızlıkla bekliyorum.
Kadın kulaklarına inanamadı. Çok mutlu oldu. İnsanların bakış açıları, düşünceleri ne kadar farklı diye düşündü kendi kendine. Eve uçarcasına gitti. Öbür hocasının söylediklerini artık hiç umursamaz olmuştu.
Herkesin zevki farklıdır elbette ancak siz beğenmediniz diye başkaları da beğenmeyecek gibi bir durum olamaz olmamalı da elbet
Güzel bir örnekti Sıdıka hanım
Kutlarım günün öyküsünüud83eudd20
Teşekkür ederim.😙😫