Valud-(2)
Sabahın ilk ışıklarına kadar, hiç mola vermeden tüm gece boyunca yürümüşlerdi yan-larındaki cehennem zebanileriyle birlikte. Katliamdan sadece 11 kişi kurtulabilmişti ve bunların bir kısmı da yaralıydı. Aslında pek kurtulmuş sayılmazlardı. Savaş alanından kaçmak üze-reyken birden etrafları sarılmıştı yüzlerce kadın savaşçı tarafından. Savaşın en kanlı safhası burada yaşanmıştı. Teslim olmakla ölmek arasında bir fark olmadığını az önce görmüş olan 56 adam ölümüne dövüşmüşlerdi.
Amazonların uzun kargılarından kaçıyor, vuruyor, parçalıyor, kendilerini bu cehen-nemden çıkaracak bir delik arıyorlardı. İlk anda çemberi biraz olsun genişletebilmişlerdi ama Amazonların ardı arkası kesilmiyordu. Ölen savaşçıların yerini hemen başkaları alıyordu ve saldırmaya devam ediyorlardı. Oysa kendilerinin sayısı hızla azalmaktaydı.
En önde Valud vardı ve çıldırmış gibiydi. Elindeki uzun ve enli kılıcı bir orak gibi kul-lanıyor, her savuruşunda bir iki düşmanı yere seriyordu. Ortalık adeta bir kan gölüne dönmüş-tü. Ve kan gölünün ortasında Valud, ayakta, elinde ölüm kusan kılıcıyla dehşet saçmaya de-vam ediyordu. Amazonların vahşi çığlıkları onun yanına yaklaştıklarında canhıraş bir feryada dönüşüyordu. Şimdiden çevresinde cesetlerden oluşan minik bir yığın yapmayı başarmıştı.
Üzerine atını süren bir Amazon savaşçısını atıyla birlikte yere devirdiğinde parmağıyla Valud'u işaret etti Liyunda. O ve onun yanındaki birkaç savaşçıyı daha işaret etmişti. Kajol bunun üzerine onların sağ yakalanmaları işaretini verdi sadık savaşçılarına. Üzerine ağ atılarak ancak hareketsiz hale getirilebilen Valud düştüğünde direnişin ilk kırılma belirtileri de kendini göstermeye başladı. Askerler birer birer düştüler ve özenle seçilen 11 adam dışında kalanlar vahşice öldürüldüler. Sağ bırakılanlar elleri ve ayaklarından zincirlendiler. Bir kez bile mola vermeden yürütüldüler gece boyunca. Birbirleri ile konuşmalarına izin verilmemişti ama hepsi anlamıştı neden sağ bırakıldıklarını. Damızlık olarak seçilmişlerdi...
Onları Thermedon'da coşkulu bir kalabalık karşılamıştı. Burası Amazonların başşehriydi ve yaklaşık 3000 kişi yaşıyordu burada. Bir tepenin yamacına kurulmuştu ve neredeyse binaların tümü taştan yapılmıştı. Şehir girişinden itibaren yol boyunca kırbaç altında taş taşıyan erkek esirler gördüler. Binaları bu esirlere yaptırıyor olmalıydılar. Amazonlar savaşmak ve avlanmak dışında bir işle ilgilenmezlerdi. Bu işler esirlerin yapması gereken işlerdi. Şehirde savaşçılar, savaşamayacak kadar yaşlı olanlar, kız çocukları-erkek çocuklar doğar doğmaz öldürülürlerdi- ve erkek esirler vardı sadece. Şehirde erkek olup da hayatta olmanın tek yolu esir olmaktı. Tabi bunun da bir bedeli vardı ve bu bedelin ne olduğunu kısa süre sonra öğre-neceklerdi...
Alaycı gözlerle kendilerini süzen küçük kız çocukları görmüşlerdi yol boyunca. Erkek-lerin acınası bir zavallı olduğuna inandırılırlardı küçük yaşlardan beri. Meraklı gözlerle izlemeyi sürdürdüler onları. Bir evin kapısının önünden geçerken elinde bulunan baltayı bilemekte olan yaşlı bir Amazon gördüler. İhtiyar, elindeki baltayı göstererek gülümsedi dişsiz ağzıyla. Sonra anlaşılmaz sözlerle bir şeyler geveledi ve iğrenç bir kahkaha attı. Sesi leş üzerinde dolanan aç akbabalarınki gibi çıkmıştı. Ürperdiler...
Kaptan Gothan nefretle gözlerini kıstı ve okkalı bir küfür savurdu ihtiyar cadıya. O anda sırtında derin bir acı duydu. Muhafızlardan biri mızrağının ters tarafıyla kürek kemikle-rine bir darbe vurmuştu. Sendeledi ama düşmedi. Homurdanarak kendisine vuran at üzerinde-ki Amazona doğru baktı ve sonra yürümeyi sürdürdü. Valud sadece olanları izlemekle yetin-mişti. Elinden bir şeyin gelmeyeceğini biliyordu. Hayatı boyunca pek çaresiz duruma düşme-mişti. Bu kadar aşağılandığını da hatırlamıyordu hiç. Kadınlar tarafından esir alınmıştı. Valimar dağlarının kuzeyindeki ilkel kabilelerden geliyordu ve kabilesinde kadınlar sadece üremeye yararlardı. Kader tuhaf bir oyun oynuyordu galiba kendisine. Acı acı güldü...
XXX
Liyunda üzerindeki savaş kıyafetlerini çıkararak yatağın üzerine fırlattı. Zorlu bir gün geçirmişlerdi. Batıdan gelen istilacılardan dolayı zaten diken üstündeydiler. Bu sefer gözcüle-rinin erken haber vermesi sayesinde ucuz atlatmışlardı. Gerçi bu kadar zayıf bir kuvvet bek-lemiyordu. Bu yüzden de tüm kuvvetlerini toplamıştı ama konukları onları fazla uğraştıracak büyüklükte değildi. Yine de yüzlerce kayıp vermişlerdi ve bu biraz canını sıkmıştı doğrusu. Bunlar farklı bir kabileden olmalıydılar. Düzensiz birliklerle savaşmaktan çok çekinmiyordu. Onlar kolaylıkla alt edilebilirdi. Asıl sorun yunanlılardı. Onlar hem düzenli birliklere sahiptiler hem de sayıca kendilerinden çok daha fazlaydılar. Üstelik savaş tecrübeleri de yabana atılmayacak düzeydeydi. Onlarla birkaç defa savaşmıştı ve ne ile karşı karşıya olduğunu iyi biliyordu.
Annesi, kraliçeleri Zimenya birkaç hafta önce bir av sırasında uçuruma yuvarlanmıştı. Ve yeni kraliçe de o olacaktı henüz 17 yaşında olmasına rağmen. Aslında küçüklüğünden beri bu zorlu koşullarda yetiştiğinden daha olgun gösteriyordu. Silah kullanmayı zaten çok küçük yaşlardan beri biliyor ve yaklaşık 2 yıldır da seçkin askerlerden oluşan muhafız birliklerini komuta ediyordu. Annesi öldükten sonra birliklerin komutasını en yakın dostu ve hocası Kajol'a devretmişti ve kendisi de hükümdarlığın başına geçmeye hazırlanıyordu. Tabi bunun için eksik kalan bir şeyi tamamlaması lazımdı. Kraliçenin tahta geçebilmesi için bakire olma-ması gerekiyordu ve Liyunda dünkü savaşta ona yardımcı olacak birini seçmişti...
XXX
Kapının ardından gelen seslerle irkilerek uyandı. Nerede olduğunu hatırlaması için fazla beklemesi gerekmedi. İşte yine zincirlenmişti, tam 8 yıl önceki gibi. Daha çocuk yaşlar-dayken kabilesi, vahşi Tuareth'lerin saldırısına uğramıştı bir gece yarısı. 10 yaşının üzerindeki hiçbir erkeği sağ bırakmamışlardı. Ve bundan babası ve kardeşleri de kurtulamamıştı. Onun kollarının koparılışını izlemişti gözlerinin önünde. Kaskatı kesilmişti ve o gün; babasının ulu-yarak çırpınışını ağlayarak izlediği gün yemin etmişti bir daha hiç ağlamayacağına. Onu severdi hatta tapardı ama o iri adamın çocuklar gibi ağladığını görmek tiksindirici gelmişti. Bir erkek, erkek gibi ölmeliydi...
Diğer çocuklar ve hayatta kalan kadınlarla birlikte köle pazarında satılmak üzere götü-rülmüşlerdi. O gün annesini gördüğü son gün olmuştu. Kendisini satın alan şişman Arap tacirin ardından donuk bakışlarla yürüdüğünü izlemişti. Zavallı kadın aklını yitirmiş olmalıydı. O gün-den sonra annesini ve kardeşlerini görmüştü rüyasında birkaç kez. Daha sonraları rüya da görmez olmuştu ve şimdi gariptir, yüzlerini bile doğru dürüst hatırlayamıyordu.
Onu ise diğer çocuklarla birlikte taşocaklarına göndermişlerdi. 7 yaşındaki bir çocuk kölelere su taşımak dışında bir işe yaramazdı elbette. Eli balyoz tutuncaya kadar uzun yıllar bunu yapmıştı. Yeterince irileştiğinde onun da eline bir balyoz vererek ocaklarda çalıştırmaya başlamışlardı. Ama Valud diğerlerine benzemiyordu. Babasının genetik mirasını taşıyordu. Yetişkin bir erkek olduğunda inanılmaz bir iriliğe de kavuşmuştu. İki metrenin üzerinde boyu ve yüz elli kilo ağırlığıyla o bir dev'di artık. Çalışmak, rahatlatıyordu sanki onu. Eline balyozu aldığında molalarda bile durmuyordu. Defalarca balyozunu parçaladığından onun için özel bir balyoz bile yaptırmışlardı. Damarda onları uzun süre uğraştıracağını düşündükleri iri kayaları onun için ayırırlardı. Hatta muhafızlar iddiaya bile tutuşurlardı kayayı ne kadar sürede parçalayacağına dair. Balyozuna ?Odin? ismini vermişti. Savaş tanrısı...
Konuşmayı pek sevmezdi bu yüzden de diğerlerinden uzakta tek başına oturur, yemeğini yer ve uyurdu. Aslında diğer köleler de bundan şikâyetçi değillerdi. Balyozuna dokunmak isteyen bir köleye ne yaptığı görmüşlerdi. Adamın üzerine yürüdüğünde kendini korumak için ona yumruk sallayan zavallı kölenin yumruğunu tek eliyle kavramış ve tüm parmaklarını un ufak oluncaya kadar ezmişti. O yüzden ne kadar uzak durursa kendilerinden o kadar iyi diye düşünüyorlardı.
Aslında Valud itaatkâr bir köleydi. Kendisinden istenilen şeyi tereddütsüz yapardı. Bu-nun karşılığında ise her öğün fazlasıyla yemek alırdı muhafızlardan. Onunla iyi geçinmek muhafızlar için de önemliydi. Ondan çekinirlerdi. Kızdığını-o olay hariç- görmemişlerdi ama kızdığında o zincirlerin dev yapılı adamı durdurmak için yetmeyeceğini biliyorlardı. Yine de endişelenmek yersizdi. Adam kimseyle konuşmuyor, sessizce işini yapıyor, kayaları parçala-maya devam ediyordu. Ama Valud'un uzun süren sessizliğinin bir gün, hiç ummadıkları bir anda bozulacağını bilemezlerdi...
Kaçmak için uygun anın geldiğini düşünen Valud bir gece arkasında çok sevdiği balyozu Odin ve 3 muhafız leşi bırakarak uzaklaştı ocaktan. Ocakta onu takip etmeye kalkacak gönüllü muhafız bulamadılar. Odin'i, onu bağlı tutan zincirleri ve ona engel olmaya kalkan mu-hafızların kafalarını parçalamak için kullanmıştı. Muhafızlar onu bulduğunda otuz kiloluk kütlenin üzerinde hala kanlı et parçaları sarkıyordu. Bu bile takip için hevesli birkaç muhafızın tüm hevesinin kaçmasına sebep olmuştu...
Kaptan Gothan ile karşılaşması ise ocaklardan kaçmasından birkaç hafta sonra gerçek-leşmişti. Demir attıkları her limanda körkütük sarhoş olmayı alışkanlık haline getirmiş olan kaptan bu kez oldukça zor durumdaydı. Mürettebatından hiç kimsenin yanında olmamasının yanında ayakta duramayacak kadar da sarhoştu ve çevresinde de hırsız ve yankesicilerden oluşan bir kalabalık vardı. Kaptan kılıcını çekmiş ve sırtını duvara dayamıştı. Elindeki kılıcı savuruyor ve yanına yaklaşmamaları için de tehditler savuruyordu. Hırsızlar ise onu gülerek izliyorlar ve her saniye çemberi biraz daha daraltıyorlardı. Değil onlara zarar vermek az sonra kendiliğinden yere yuvarlanıp sızacağından şüpheleri yoktu. Aslında hemen üzerine atlayıp istediklerini almamaları için bir sebep göremiyorlardı. Fakat biraz eğlenmek istemişlerdi ihtiyar korsanla.
Olanları bir süre uzaktan izlemiş olan Valud buna daha fazla kayıtsız kalamadı. Aslında onu ilgilendirmeyen bir şeydi ve normalde karışmaması gerekirdi ama içinden bir ses ihtiyara yardım etmesi gerektiğini söylüyordu. Ve Valud daima içgüdülerine güvenirdi. Önündeki iki serseriyi iterek çemberin ortasına daldı birden. Sonra da ?bırakın onu? diye gürledi. Bir an için şaşıran topluluk harekete geçmekte gecikmedi. Elindeki koca bir demir çubuk olan adam Valud'un kafasına nişan aldığı çubuğu savurdu aniden. Valud bir adım geri çekilerek bu saldı-rıyı ustaca savuşturdu. Sonra da koca pençeleriyle adamı kavrayıp başının üzerine bir oyun-cakmışçasına kaldırdı. Kenarda üzerine atılmaya hazırlanan serserilerin üzerine fırlatıldığında adam korkudan bayılmıştı bile. Serseriler üzerlerine fırlatılan arkadaşları yüzünden yere yu-varlanırlarken bir başkası elindeki koca kalası arkadan yaklaşarak olanca gücüyle Valud'un sırtına indirdi. Parçalanan kalasın çatırtısı duyuldu ve sonra sessizlik kapladı her yanı. Herkes olduğu yerde dondu kaldı bir an. Valud sendelememişti bile. Arkadan yaklaşan adamı fark etmemiş ve bu ölümcül darbeyi almıştı ama o sadece kalası kullanan serseriye ifadesizce baktı. Kalası kullanan adam bir iki saniye süren şaşkınlığından sonra hemen arkasına bile bakmadan topukları yağlamıştı. Az önce yere yuvarlanan adamlar da dehşetle birbirlerine baktıktan sonra arkadaşlarının izlediği yolu seçmekte gecikmediler...
O gün, Kaptan Gothan ile tanıştıkları ve onun hayatını kurtardığı gün kesişmişti ikisinin yolu. O günden sonra en güvendiği ve yanından ayırmadığı dostu olmuştu Valud, Kaptan Gothan için. Birlikte onlarca gemiyi yağmalamış, yüzlerce kez savaşmışlardı. Ve sonunda kaptanın hep hayalini kurduğu minik orduyu kurmayı başarmışlardı. Hiç kaybetmemişlerdi ta ki dünkü zebanilerle karşılaşıncaya kadar. Ve şimdi burada ayrı hücrelerde başlarına gelecek-leri bekliyorlardı.
Kapının ardındaki sesler iyice yaklaştı. Anahtarların metal kilit içinde döndüğünü duydu Valud. Sonra ağır ağır açıldı demir kapı...
Vay canına! Çok iyi gidiyor.