Valud-(3)
Kapı açıldığında ilk onu gördü Valud. Vargas'ı öldüren Amazon savaşçısını tanımıştı. Onun dünkü savaş performansından etkilenmiş olmalıydılar. Zincirlenmiş bir durumda olmasına rağmen içeriye 6 savaşçı kadın daha girmişti liderleriyle birlikte.
-Adım Kajol dedi kızıl saçlı savaşçı dişlerini gıcırdatarak. Onun savaş meydanında arkadaşla-rına yaptıklarını görmüştü. Kendisine kalsaydı onu bir çırpıda haklardı ama Liyunda onu sağ yakalamalarını istemişti. Ve bu daha çok adamının öldürülmesine yol açmıştı. Şimdi ise bir de mihmandarlık yapması gerekecekti bu soğukkanlı katile. Liyunda'dan onu kendisine vermesini isteyecekti işi bittiğinde. Bunun için ne gerekiyorsa yapacaktı. Ve onu öldürmek için hiç de acele etmeyecekti. Nefret dolu bakışlarını Valud'un üzerine dikti ve devam etti:
-Muhafız birlikleri kumandanıyım. Kraliçemiz seni görmek istiyor ama önce şu pis kokundan kurtulmalıyız. Ha bu arada neler yapabileceğini biliyoruz. Gözümüz her an üzerinde olacak eğer yaramazlık yapmaya kalkarsan gırtlağını kesmekte tereddüt etmem bilmeni isterim. Valud bunun sadece kuru bir tehdit olmadığını farketmişti. Kajol'un gözlerindeki nefret parıltısı öyle farkedilmeyecek gibi değildi. ? İşte sırtımı dönmeyeceğim biri daha? diye düşündü yerinde doğrulurken. O anda tüm savaşçılar birden ellerindeki silahları çekerek birer adım geri çekildiler.
-Yavaş diye bağırdı Kajol. Bu insan azmanının zincirli hali bile adamlarını tedirgin ediyordu. Ani hareket etmemeni öneririm. Sen bir kölesin ve emirlerin dışında hareket edemezsin. Bun-dan sonra uyarı olmayacak bilmiş ol! Valud bunun üzerine bir an hareketsiz kaldı. Yapacakla-rını kafasında tartmaya başladı. Hemen üzerlerine atılabilir ve muhtemelen de birkaçını öldü-rebilirdi. Hatta şansı yaver giderse tamamını bile öldürüp bu hücreden çıkabilirdi ama bu şe-hirden canlı çıkması pek mümkün görünmüyordu. Zaten onu öldürmeye niyetli olsalardı bunu savaş meydanında da yapabilirlerdi. Demekki ondan istedikleri birşey vardı. Ve hayatta kal-ması ona bağlı olmalıydı. İtaatkâr görünmeye karar verdi. Bir süre uslu çocuğu oynayabilirdi. Ve zamanı gelince, fırsatını bulabilirse eğer buradan kaçmayı deneyebilirdi.
Hücreden çıktıklarında doğrudan doğruya etrafı duvarlarla çevrili koca bir binanın içine yöneldiler. Elleri ve ayakları zincirlerle bağlı olmasına rağmen muhafızlar aralarında bir gü-venlik mesafesi bırakmayı uygun görmüşlerdi. İçeriye girdiklerinde onları geniş bir avlu kar-şılamıştı. Avluyu bir baştan bir başa geçtikten sonra büyükçe bir kapıdan içeri girdiler. Oradan da basamaklar vasıtasıyla aşağıya mahzen olduğunu sandığı yere indiler birlikte. Ve orada hiç ummadığı bir şeyle karşılaştı Valud.
-Banyo zamanı diye homurdandı Kajol. Elinde tuttuğu Valud'un zincirlerini yere fırlatarak. Yunanlıların hamam dedikleri şey olmalıydı bu. Çok büyük değildi ancak yine de 6-7 kulaç mesafesi vardı havuzun bir tarafından diğerine. Sudan buharlar çıkmaktaydı ve gelmelerinin üzerinden 20 saniye bile geçmediği halde nemden ötürü kendini yapış yapış hissetmeye baş-lamıştı bile. Hayatının uzun yıllarını köle olarak geçirdiğinden bunun kölelere mahsus bir uygulama olmadığını anlamıştı. Ve bu hiç de hoşuna gitmemişti.
Yaklaşık 1 saat sonra oradan ayrıldığında kendini yeni doğmuş gibi dinç ve zinde hisse-diyordu. Üzerindeki ter ve kurumuş kan lekeleriyle yoğurulmuş kıyafetlerini de kendisine verilen yeni kıyafetlerle değiştirmişti. Şehirdeki en iri adamın kıyafetlerini getirmiş olmalıydılar ama o bile biraz dar gelmişti Valud'a...
XXX
Liyunda ıslak saçlarını attı geriye doğru. Havada süzülen su damlaları doluştu aynanın yüzeyine. Bembeyaz dişlerini göstererek gülümsedi aynadaki aksine. Teni bir kız çocuğununki gibi pürüssüzdü hala. Diğerlerinin aksine çok daha açık tenliydi. Babası kuzey ülkelerinden gelmiş olmalıydı. Onların bazı özelliklerini taşıdığını düşünürdü bazen. Sabırsız, gözüpek ve inatçıydı. Annesi onun doğuştan lider vasfında olduğunu anlamıştı. Ve eğitimiyle de bizzat ilgilenmişti. Çok iyi ata biner ve ok kullanırdı. Ayrıca tüm savaş hilelerini de bilirdi. Küçük-lüğünden beri annesinin katıldığı her savaşa gitmişti. Aktif olarak katılmasa da izlerdi mutlaka. Bu yüzden de savaş tecrübesi yaşına göre oldukça fazlaydı.
Eski savaş anılarını dinlemeye de bayılırdı. Annesi bazen, öyle pek sık değil ama canı istediğinde ona kazandıkları zaferlerden sözederdi. Saatlerce onun kadife sesiyle anlattığı hi-kâyeleri dinler sonra da uyuyakalırdı.
Ve erkekler... Vücudunda ilk hissettiği fizyolojik değişimlerden sonra sormuştu annesine. Bunlar kimdi? Farklı bir kabile miydiler? Neden durmadan onlarla savaşıyorlardı? Fiziksel olarak onlardan farklıydılar. Vücutları uzun kıllarla kaplıydı, çirkindiler ve kötü kokuyorlardı. Ama onlardan güçlüydüler. Bereket daha akıllı değillerdi...
?Sadece üremeye yararlar? demişti annesi. ?Halkımızın ayakta kalabilmesi için, hayatta kalabilmesi için onlara ihtiyacımız var. Daha fazlasına gerek yok.? Yılda birkaç defa sefere çıkarlardı bunun için. Dağların arkasındaki kabilelerle çarpışırlar ve yanlarına aldıkları esirlerle geri dönerlerdi. Erkek esirler. Özenle seçilirdi hepsi. Üremeye uygun, sağlıklı ve genç erkekleri seçmeye özen gösterirlerdi. Kendilerine benzeyen kadınlar da görmüşlerdi oralarda ancak annesi ?onlar hiçbir işe yaramaz? derdi onlar için. Onlar köle olarak doğmuşlardı ve köle olarak da öleceklerdi. Onlar zayıftı. Geldiklerini gördüklerinde çoğu çığlık çığlığa kaçışırdı. Kaçamayanlar ise bir yere büzülüp ağlaşırdı sadece. Bir Amazon savaşçısı ise asla ağlamazdı...
Kajol kapıyı vurup içeri girdiğinde henüz giyinmişti. Kajol'un başıyla hazır işaretini verdiğini gördükten sonra aynada bir kez daha baktı kendine. Bir an önce bu ayrıntının bitecek olmasından dolayı mutluydu. Halkının yeni bir kraliçeye ihtiyacı vardı ve az sonra kraliçeleri buna hazır olacaktı...
XXX
Liyunda taş zeminli odaya girdiğinde Valud'u ellerinden zincirlenmiş bir vaziyette ayakta beklerken buldu. Çevresinde seçkin muhafız birlikleri askerlerinden oluşan 4 savaşçı ve onların başında da Kajol vardı. Kajol'la göz göze geldiklerinde başıyla zincirleri işaret etti ona. Kajol istemsizce baktı Liyunda'ya. Onun ısrarlı bakışları üzerine istemeye istemeye yöneldi Valud'a doğru. Elindeki anahtarla kilidi açtı ve boşalan zincirleri uzattı yanındaki savaşçılar-dan birine.
?Çıkabilirsin Kajol dedi Liyunda otoriter bir ses tonuyla. Kajol bir an tereddüt geçirdi ama daha fazla uzatmasının anlamsız olacağını biliyordu. Kapının hemen dışında olacaklardı ve en ufak bir terslikte içeri dalmakta tereddüt etmeyecekti. Bu hiç hoşuna gitmemişti. Buna rağmen söylenileni yaptı. Az sonra diğer savaşçılarla birlikte dışarı çıktıklarında geniş odada ikisi yalnız kaldılar.
Valud şaşkın bakışlarla yüzünü Liyunda'ya çevirdi. Tutsak olarak getirildiği bu yerde hem de kraliçelerinin karşısında zincirlerinin çözülmesine bir anlam verememişti. Çok zeki biri sayılmazdı ama yanlış bir şeylerin olduğunu anlaması için bu gerekmiyordu doğrusu. O basit bir köleydi ve hayatının karşısında duran bu genç kadının iki dudağının arasında olduğunu biliyordu. Bu karşılama onun için çok fazlaydı...
Liyunda insan azmanına gözlerini dikerek birkaç adım attı. Tam önüne geldiğinde durdu ve baştan aşağı onu süzdü. Nabız atışları yükselmeye başlamıştı. ?çok büyük? dedi içinden. Bir kadın için hayli uzun olmasına rağmen Valud'un omuz hizasına bile gelemiyordu. Adam gerçekten iriydi.
?Diz çök diye emretti sesinin titremesine engel olmaya çalışarak. Valud büyülenmiş gibiydi. İtaatkâr bir biçimde denileni yaptı. Şimdi Valud'un başı Liyunda'nın omuz hizasındaydı. Ara-larında bir metreden az mesafe vardı. Valud şimdiye kadar böyle bir güzelliği hiç görmediğini düşündü bir an. Liyunda üzerindeki giysileri çıkarmaya başladığında yutkundu Valud. Son parçayı da çıkarıp attığında Liyunda tamamen çırılçıplak kalmıştı. Ve Valud o an emin oldu daha önce böyle bir güzelliği görmediğine.
Anlamıştı, neden burada olduğunu anlamıştı. Kıyafetlerini yırtarcasına çıkardı Valud da hemen. Artık yanı başına kadar gelmiş olan genç kadını kucakladı ve odanın diğer ucunda bulunan yatağa doğru götürdü. Engel olamadıkları bir histeri krizi içinde buldular bir anda kendilerini. Birkaç dakika sonra kendine gelerek:
?İsmin, ismin nedir diye sordu Liyunda nefes nefese. ?Valud? diye fısıldadı dev adam du-daklarını tekrar genç kadının boynuna gömerken. ?Zehirli sarmaşık? diye içinden geçirdi Liyunda kontrolünü kaybetmeden az önce. Adamın vücudunun sol tarafı neredeyse baştanba-şa zehirli sarmaşık dövmesi ile kaplıydı. Ve yaprakların ucu sağ yanağında son buluyordu...
Yataktan zorlukla kalktı. Doğru dürüst yürüyemiyordu bile. Kasıkları zonkluyordu. Ca-nını çıkartmıştı bu hayvan. Kapıyı kapatmadan önce son bir kez daha baktı yatakta uyukla-makta olan dev yapılı yabancıya. ?zavallı? dedi usulca ve kapıyı sessizce kapattı.
XXX
O odadan çıktıktan sonra gelmiş olmalıydılar. Kajol denilen dişi iblis ve diğerleri. Bu sefer hiç de nazik değillerdi. Girerken bileklerinde olan zincirleri yine takmışlardı. Giyinme-sine bile fırsat vermeden apar topar yarıçıplak vaziyette götürdüler yine hücresine. Canı sı-kılmıştı, ama o hala az önceki yaşadıklarının bir rüya olup olmadığından emin değildi. Hücre-sinde yanlız kalınca kucağında tuttuğu kıyafetleri giydi alelacele. Kafası karışmıştı. Yaşadık-larına bir türlü anlam veremiyordu. Ne demek oluyordu bütün bunlar.
Liyunda ile konuştuktan sonra gelmişti kajol tekrar hücreye. Yüzünde tuhaf bir gülüm-seme vardı bu sefer. Konuşacaklarını kafasında bir süredir tartmış olmalıydı bu yüzden hiç duraksamadan konuştu gözlerini hücrenin diğer ucunda yere çökmüş olan adama dikerek:
-Amazon ülkesine izinsiz girdiniz. Bunun cezası ölümdür ve arkadaşların cezalarını ödediler. Sen kraliçemize hizmet için seçildin ve görevini tamamladın. Hiçbir erkek buradan canlı çı-kamaz ve burada yaşayamaz tabi erkek oldukları sürece. Son cümleyi söylerken gülümsemesi iyice artmış hatta dişleri bile görünmeye başlamıştı. Burada gördüğün erkeklerin tamamı hadım edilmiştir anlayacağın. Ve bu burada yaşamak için tek şanslarıdır. Kraliçemiz sana ayrıcalık tanımayı düşünmüyor. Yani senin de tek şansın bu. Ya öleceksin ya da hadım edileceksin. Ve emin ol her iki seçeneği de ben zevkle yerine getireceğim. Sana kararını vermek için sabaha kadar mühlet veriyorum. Yarın sabah tan ağarınca seni almaya geleceğim. Bakalım o zaman da soğukkanlılığını koruyabilecek misin? İblisin kahkahasıyla çınladı hücrenin duvarları. Valud sessizce başını çevirdi...
XXX
Kulakları tırmalayan canhıraş bir feryat kopardı Rakshir. Gözleri iri iri açılmış, acı ile kasılan vücudu iki büklüm olmuştu. Kasıklarının arasından oluk gibi kan boşalıyordu. Kolla-rının arasından geçirilen kütük nedeniyle zincirlenmiş ellerini hareket ettiremiyordu bile. Ancak acı o kadar büyük olmalıydı ki ısırması için ağzına uzatılan kalın dal parçası kırılmıştı öndişlerinden ikisini de beraberinde götürerek. Daha sonra kanamanın durması için ateşte kızdırılmış büyükçe bir bıçağı açık yaraya bastırdıklarında boğuk bir inilti duyuldu bir an. Az sonra Rakshir baygın vaziyette yana devrildi.
Sıra Valud'a gelmişti. Sağ yakalanan 11 kişiden sadece 6 kişi bu durumu ölmeye tercih etmişti. Diğerleri az önce biten vahşi törende canvermişlerdi. Kaptan Gothan'ın da aralarında bulunduğu 5 arkadaşına önlerinden geçerken gözucuyla baktı Valud. Yol kenarındaki kalın direklere bağlanmıştı cansız bedenleri. Yüzleri tanınmayacak hale gelmişti hepsinin. Neredeyse paramparça edilmişlerdi. Kaptanı üzerindeki lime lime edilmiş kıyafetlerinden tanıyabildi Valud. Yüzünü buruşturdu. Tüm hayatını böyle bir sefer yapabilme amacıyla geçirmişti bu adam. Oysa şimdi kanlı bir et parçasından farkı kalmamıştı. Onları hedef tahtası olarak kul-lanmış olmalıydılar. Cesetlerin üzerlerinde sayısız ok saplı duruyordu. Üstelik hayati organların zarar görmesini istememişlerdi anlaşılan, uzun sürmesi istendiğinden. Kollar ve bacaklarında da onlarca ok görünüyordu. Bu topraklara gelmenin bedeli ağır olmuştu herbiri için...
Sırayla götürülmüşlerdi tören alanına. Kendisinden önce 5 kişi törene katılmıştı. Haykı-rışlarını olduğu yerden bile duyabilmişti ama aldırmıyordu. Zaten dünden beri düşüncelerini toplamayı başaramıyordu. Gözlerinin önünden Liyunda'nın o eşsiz güzelliği gitmiyordu bir türlü. O pürüzsüz tenini, lacivert'e çalan gözlerini ve ipeksi sarı saçlarını unutamıyordu. Ken-disine hiçkimse öyle bakmamıştı. Daha çok korku olurdu gözlerinde kadınların. Ya da Mioturya genelevlerindeki gibi sarhoş olmaları gerekirdi öyle bakmaları için. Oysa o bir kra-liçeydi. Tanrıça gibiydi. Hayatta kalmayı umuyordu. Onu tekrar görmeliydi...
-Valud hadi hazır mısın? Diye sordu Kajol sırıtarak. Diğerleri gibi bir korku belirtisi görmeyi umuyordu ama beklediğini bulamadı. Valud'un ifadesiz bakışlarıyla karşılaştığında tedirgin oldu hatta biraz. Kendisine kalsa bir çırpıda öldürmeyi tercih ederdi bu insan azmanını ama az sonra ülkesinde yaşama hakkı kazanacak olan bu adam planlarını bozmuştu. Ona yapacağı işkenceleri bile kafasında planlamıştı aslında ama Valud'un bu seçeneği seçmesi onu daha da öfkelendirmişti. Acısını ise diğerlerinden çıkartmıştı o da. Az önce Thermedon'ın hiç görme-diği kadar bir vahşet yaşanmıştı bu yüzden de.
Tören meydanına geldiklerinde bir uğultuyla karşılandılar. Binlerce kadın savaşçı top-lanmıştı ve hepsi anlaşılmaz bir koro şeklinde bağırışıyorlardı. İçlerinden biri kopan parçalar-dan birini eline alarak salladı Valud'a doğru. Kanlı et parçası havada daireler çizerken henüz pıhtılaşmaya yüztutmuş kandamlacıkları sıçradı izleyenlerin üzerine. Kahkahalarla karşılandı sonra bu durum kalabalık tarafından. Valud gülümsedi. Onun yüzündeki buz gibi gülümse-meyi gören savaşçı bir an afalladı. Sonra elindekini hırsla yere fırlatarak kalabalıktaki yerine döndü.
Gözleriyle kalabalığı taradı bir süre. Sanki birşeyi, birini arıyor gibiydi. Sonra kandan kıpkırmızı olmuş kütüğün önünde diz çöktü Valud diğerlerinin birşey söylemesine fırsat ver-meden. Savaşçılardan birinin önündeki uzantıyı eline alarak ucuna ip bağlamasını izledi ifa-desiz gözlerle. Ağzına verilmek istenen dalı reddetti başını sallayarak. Kafasını çevirerek ateşin üzerindeki yeni görevine hazırlanmakta olan bıçağa baktı gözucuyla. Savaşçı elindeki ipi çekerek uzantıyı kütüğün üzerinde düz bir konuma getirdiğinde bakışlarını tekrar kütüğe kay-dırdı. Kajol'un başının işaretiyle balta hızla indi kütüğün üstüne. Kalabalık sessizliğini koru-yordu hala. Çıt çıkarmadan izlemişlerdi olanları. Diğerleri gibi Dev'in de yalvarmasını, ağ-lamasını acıdan ulumasını beklemişlerdi ama bekledikleri olmamıştı. Kan, kesilen yerden fışkırdığında Valud gerildi ve kollarının arasındaki kalasın çatırtısı duyuldu az sonra. O koca kalas dal parçası gibi ikiye ayrılmıştı kalabalığın şaşkın bakışları arasında. Herkes, Kajol dahil soluğunu tutmuş bekliyordu. Valud sendeleyerek ayağa kalktı. Elinde kor haline gelmiş bıçakla şaşkın bir vaziyette kendisine bakan savaşçının elinden bıçağı aldı ve kanın aktığı yere bastırdı...
Her ne kadar öykü ve denemeler çok fazla ilgi görmesede siz yazmaya devam edin lütfen yazarım. Çünkü birgün birileri fark edecek ve o zaman bağımlısı olacak öykünüzün. Tıpkı benim gibi... ;)
Niye daha önce okumamışım ki?!