Vedanın Böylesi
Bir bahar günüydü.
Bir gün önceden telefon etmiş, ısrarla, yalvarırcasına söylemişti.
-- Yarın bütün gününü bana ayır lütfen..!
-- Tamam, dedim.
*
Saat dokuzda buluştuk onunla. Önceki buluşmalarımızdan bir başka sarılmıştı bu kez. Sanki bırakmak istemiyor, hep böyle kalmayı arzuluyordu.
Sonra sağ eli sol elimin içinde düştük caddelere. Rasgele gezinmeye başladık. Gezmekten çok sık sık dönüp yüzüme bakıyordu. Gözlerimiz birbirini buluyordu hemen. Buğulu kahve gözlerinde saklı bir hüznün varlığını seziyor ama nedenini çözemiyordum.
Bir ara yorulduk. Dinlenmek için bir parka oturduk. Benim kolum onun omzunda, onun kolu belimdeydi. Başını göğsüme yaslamış, kalbimin vuruşlarını sayıyordu sanki...
Karşımızda bir dağ vardı. Yeşil cübbesini giymiş, başındaki kardan şapkasıyla bizi izlemekteydi. Çevremizdeki ağaçlarda serçelerin cümbüşü bir başkaydı bugün. Sevişen, oynaşan serçeler ayaklarımızın dibine kadar geliyorlardı. Güllerin tomurcuk uçlarında sırrını çözemediğim bir hüzün vardı.
Başını yavaştan kaldırdı. Gözlerime derin derin baktıktan sonra;
-- Hadi senin eve gidelim, dedi.
-- Neden..?
-- Bugün senin olmak istiyorum...
-- Sen zaten benimsin. Ancak, gönlün kadar bedenin de kutsal benim için. Zamanı gelmeden dokunamam.
Üstelemedi.
Yakındaki bir kafeden hamburger aldım. Kola içtik. Yeniden gezmeye başladık bir süre.
**
İkindi güneşi ufka el sallamaya başlamıştı. Bir garipti bugün. Uzun çatal kirpiklerinin gölgelediği iri, kahve buğusu gözleri gözlerimi arıyordu durmadan. Çatma kaşları daha da çatılmıştı. Mermer beyazı bileğindeki zarif, minik saatine baktı. Gözlerimiz birleşti yeniden.
-- Hadi, götür beni....
-- Nereye..?
-- Otogara, dedi.
Bir yolcu beklediğini düşünmüştüm. Taksi çevirdim. Arkaya yan yana oturduk. Ellerimiz bırakmak istemezcesine sımsıkı kenetlenmişti. Yine sarıldı. Yine başını göğsüme bıraktı. Telaşlanmaya başladığını seziyordum.
Otogarda indik. Aceleyle peronlara doğru yürüdük. Seç Otobüsleri peronunda durdu. Motoru çalışan, sefere hazır bir otobüsün önündeydik. Ön camında ?'Expres-İstanbul'' yazıyordu.
Çantasından bir bilet çıkardı.
-- N'oluyor, diye sordum.
-- Gidiyorum, dedi.
-- Şaka yapma lütfen..!
-- Şaka değil, kader...
Sonra sarıldı bana. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Başını iki elimle tuttum. Yüzünü yüzüme kaldırdım. Kızaran yanaklarından inci taneleri peş peşe kayıyordu, çenesine kadar. Sonra bir hasret damlası olup yere düşüyorlardı.
Şaşkındım. Yüzlerinden gözlerinden öpmeye başladım. Gözyaşlarını dudaklarımla silerken birisi koluma hafiften dokundu.
-- Hadi kardeşim, gidiyoruz.
Otobüse bindi. Başını cama dayadı. Hıçkırıkları dışardan duyuluyordu. Otobüs insafsızca hareket etti. Kaybolup gidinceye kadar el salladı durmadan.
Peşinden taş bir heykel gibi kalakalmıştım. Biliyordum. Bu gidişin dönüşü asla olmayacak.
Dudaklarımdan mısralar döküldü.
?'Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Gönlümde de yakmadık bir yer bırakmadan git...''
Mehmet Nacar