Vestiyer
'Kahretsin...' Eğer garson şarabı Yeşim'in üzerine dökmemiş olsaydı her şey yolunda gidecekti. Ahmet şu an evde pinekliyor olmayacaktı. Yeşim ile birlikte güzel bir akşam geçiriyorlardı. Evlilik teklif etmesine az bir zaman kalmıştı. Fakat önce garson, ardından Yeşim'e gelen acil telefon anı berbat etmişti. Arayan kimdi acaba? Yeşim açıklama yapmadan, apar topar ayrılmıştı restorandan. Aslında alacağı 'evet' için çok kısa bir süre yeterliydi. Olsun. Bu ufak bir aksilikti. Ahmet yeni ceketini aldığından beri hayatını yoluna koymuştu.
Dişinden tırnağından artırıp pahalı ceketine kavuştuğunda Ahmet şimdiki durumunu kestiremezdi. Önce sevilen biri olup çıktı. Normalde onunla konuşmayan iş arkadaşları, mahalleli peşinden ayrılmaz oldu. Yeşim'in bile dikkatini çekti. Topukları üzerinde bir dünya kurabilecek kadınlardandı Ahmet'e göre Yeşim. İlişkilerinin başlaması da fazla zaman almadı. İki hafta sonra da bir terfi aldı Ahmet. Özgüveni yerine gelmişti. Freud'la dertleştiği vakitler bu eksikliğin nedeni çocukluğunda yatıyordu. Ancak Ahmet çocuk olduğunu bile hatırlamıyordu.
Ceketini özenle çıkardı, kanepenin üzerine koydu. Vestiyere gidemeyecek kadar bitkindi. Televizyon başında uyuyakaldı.
Sabah uyandığında kendini yatağında buldu. Tamamen bağlı bir vaziyette. Konuşamıyordu. Ağzı bantlıydı. Karşısında ceketi duruyordu. Evet, karşısında duruyordu. İçinde birisi varmış gibi. Konuşmaya başladı. 'İşe geç kalacağım Ahmet, uslu dur.' dedi.
Ahmet gördüklerinin rüya olabileceğini düşünüyordu. Öyle olması gerektiğini umuyordu. İplerden kurtulma çabası boşunaydı.
Ceket Ahmet'e döndü yeniden:
'Sanırım bugün Yeşim'le yatabilirim. Onunla sevişmek harika olacak. Sen keyfine bak Ahmet. Kimse farkı anlamayacak. Zaten onların istediği benim. Sen değil.'
Ceket kapıya doğru yürüdü. Aslında uçtu. Yürümek eylemi ceketin yapabileceklerini kapsamıyordu. Evden çıktı. Kapıyı kilitledi.
Ahmet önce mantığını devreye sokmayı denedi. Başaramadı. Öfkesini yokladı. Fayda etmedi. Pişmanlığını yürürlüğe soktu. Neden pişman olabileceğini bile bilmiyordu. Sadece o ceketin Ahmet'e ait olanları alacak olması onu üzüyordu. Pişmanlık zerre aklının ucundan geçmiyordu.
Bir iki saat iplerle mücadele etti. Yorgunluğa yenildi. Uyudu.
Akşam saat altı civarı, açılan kapının sesiyle uyandı. Bilinci durumunu ona hatırlattı. İlk defa farkına varıyormuş gibi.
Ceket kapıyı kapattı.
'Kahretsin...' Eğer garson şarabı Yeşim'in üzerine dökmemiş olsaydı her şey yolunda gidecekti. Ceket şu an evde pinekliyor olmayacaktı. Yeşim ile birlikte güzel bir akşam geçiriyorlardı. Evlilik teklif etmesine az bir zaman kalmıştı. Fakat önce garson, ardından Yeşim'e gelen acil telefon anı berbat etmişti. Arayan kimdi acaba? Yeşim açıklama yapmadan, apar topar ayrılmıştı restorandan. Aslında alacağı 'evet' için çok kısa bir süre yeterliydi. Olsun. Bu ufak bir aksilikti. Ceket hayatını yoluna koymuştu.
Ahmet o akşam ceketi hiç görmedi. Sadece televizyon sesi duyuyordu. Sonrasında televizyon sesine horlama sesleri eşlik etmeye başladı. Ahmet ise kurtuluşu olmadığından uyumayı seçti.
Ahmet sabah uyandığında iplerini gevşemiş buldu. Zorlukla da olsa yataktan kurtuldu. Mutfak yatak odasının bitişiğindeydi. 'O orospu çocuğunu geberteceğim.' diye geçirdi içinden. Kaliteli bir ekmek bıçağı kaptı. Oturma odasına geçerken, köşede duran vestiyeri fark etti. Ceket cansız bir biçimde vestiyerde asılıydı. Ahmet kahverengi laminant parke üzerindeki beyaz kağıdı gördü. 'Ben, ben değilim.' Notunu buldu. Ceket kendini asmıştı.