Yabandaki Anız'lar
Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra kurtuluş savaşıyla çizilen sınırlar dışında kalan Türkleri zor günler bekliyordu.
Başka bir devletin egemenliği altında özgürlükleri kısıtlanmış şekilde yaşamak zorundaydılar.
Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra Lozan Antlaşması'yla masaya oturan Türk ve Yunanlı yetkililer arasında azınlıkların karşılıklı göçü (mübadele) protokolü imzalanmış, Türkiye'de yaşayan Rumlar Yunanistan'a, Yunanistan'ın çeşitli yerlerinde yaşayan Türk'ler ise Türkiye'ye göç ettirilecekti.
Bu kara yazgı her iki tarafta yaşayan halka ilan edildi.
Alelacele hazırlanıp bulundukları yeri boşaltmaları istenen insanlar büyük bir şok yaşamışlardı.
Doğup yıllarca yaşadıkları toprakları bir anda terk etmeleri isteniyordu.
Kargaşa ve acı içinde hazırlıklar yapılıyordu, yanlarına sadece günlük giyim eşyaları ve kumanyalarını alabilecekleri emredilmişti.
Birçoğu adalarda yaşıyordu dolaysıyla deniz yoluyla Türkiye'ye geleceklerdi günün koşullarına göre derme çatma gemilerle yola çıkıldı.
Yolculuk zordu yol aldıkları gemilerin batması an meselesi, dalgaların arasında ilerliyordu ama esas fırtına yüreklerde kopmuştu bir kere, yürekler alabora olmuştu.
Mal varlıkları orada kaldığı gibi paraları ve değerli eşyalarını dahi yanlarına almaları yasaktı.
Birçoğu tanıdıklarından akrabalarından koparılmış sadece aile olarak birlikte kalabilmişler, bir anda kendilerini yabancı bir ortam içinde bulmuşlardı.
Henüz dünyadan habersiz bebekler ve küçük çocuklar farkına varmadan doğduğu topraklardan koparılmıştı, onların yüreği bu acıya dayansa da büyüklerin yürekleri belki dayanamayacaktı.
Hepsi mutsuz ve üzgündü, hatta olumsuz koşullar ve stresten dolayı hastalananlar ve imkânsızlıklardan hayatını kaybedenler dahi olacaktı.
Mübadelenin sonucunda bütün taşlar yerinden oynamış dengeler sarsılmıştı.
Geldikleri bölgenin yabancılığı ve çok uzun yıllar Rum kültürüyle yaşadıkları için kendi dillerini dahi zor konuşan insanlar etraflarına uyum sağlamakta güçlük çekiyorlardı.
Bu göçle yurda getirilen halk genelde Rumlardan boşalan çeşitli illere dağıtılmış, kendilerine sahip oldukları toprak karşılığında toprak ve ikametleri için ev verilmişti.
Sanayinin henüz gelişmediği o yıllarda insanların büyük çoğunluğu tarımla uğraşıyor, bulundukları bölgeye göre ürettikleri ürün çeşidiyse belliydi.
Her iki ülke topraklarında da iklim Akdeniz iklimi hemen her yerde aynı ürünleri almak mümkün olsa da toplumların yaşam şekilleri dini farklılıkları geleneklerinin etkisi yadsınamazdı.
Rumların yaşadığı bölgelerde daha çok bağcılık yapılıyor, özellikle şaraplık bağlar ilk sırada yer alıyordu.
Rumlardan boşalan bu yerler bağlarla kaplıydı ve yaptıkları ticarette de şarapçılığın önemi büyüktü.
Ticari manada da dengeler sarsılmıştı, halk yaşamlarını bu noktada sürdürebilmek için çaresiz arayış içindeydi.
Böyle bir arayış içindeyken Yunanistan'ın Kavala kentinden gelenler daha önce tanıştıkları tütüne yöneldiler, diğer halkta tütüne yönelmeye başlamıştı.
İçine barut kokusu sinmiş topraklarla mücadele edip hayatlarını idame etmek zorundaydılar.
Üzüm bağları bir bir sökülüp tütün tarlası haline getirildi.
Tütün her geçen gün yaygınlaşıyor hatta yerleşik halk ve daha sonra diğer ülkelerden gelen göçmen Türk halkı dahi tütün üretimine başlamıştı.
Uzun bir zaman farklı dilleri konuşan bu insanlar birbirlerini tanımaya çalışıyor olsa da diyalog kurmakta zorluk çekiyorlardı.
Geçen zaman içinde herkes ana dilleri Türkçeyi kullanmaya başlamıştı ve yeni gelen nesillerde bu düğümü çözmekte lokomotif görevini yapıyordu.
Birbirlerine ısınmalarına rağmen o günlerin örf ve geleneklerine göre etraflarında gördükleri yabancı birinden rahatsızlık duyuyor, dışlıyorlardı.
Hele bir gencin bir başka mahallede dolaşması mümkün değildi ve hoş karşılanmıyordu.
Fakat her daim olduğu gibi gönüller kültür ve dil farkı dinlemiyor, yeni nesillerde evlilikler kaçınılmaz oluyordu.
Bu vesileyle her geçen gün insanlar biraz daha kaynaşıyordu, artık onlar yeni bir toplumdu.
Ama bir gerçek vardı ki toprağından sökülen her çiçeğin kökleri toprağında kalıyordu.
"Dedemin İnsanları" filminde çok hassas ve duygulandırıcı bir şekilde işlenmiş bu konu...
Allah kimseyi yerinden yurdundan etmesin...
Dış Türkler'in hazin durumları bunlar. Seksendokuz yılındada hatırladığım kadar Turgut Özal zamanında aynı durumlar başımıza gelmişti. Yaşadığı topraklardan köylerinden kasabalarından hem de orada yüzlerce yıl yaşadıktan sonra çıkarılmak insanı kahreder haliyle. Hüzünlü bir hikaye tebrikler sevgili dostuma...👍😅👍
Mustafa Bey, Osmanlının geride bıraktığı kayıp nesiller diye bakıyorum ben bu duruma, gerek Türkiye'de gerek dünyanın bir çok yerinde maalesef bu durum yaşandı. Öykünüzün güzelliği için ayrıca tebrik ederim. başarılar...