Yalan Dünya
Dilek bir tiyatro oyuncusuydu. Mesleğini çok seviyordu. Eşinden de boşanmıştı. Bakmakla yükümlü olduğu bir evladı vardı. Eşi onu başka bir kadın için terk etmişti. Biricik evlatları olan Emre'yi de arayıp sormaz olmuştu. Emre sürekli soruyordu.
-Anne babam nerede? Neden beni görmeye gelmiyor. Anne, dün Osman'ın babası bizi arabasıyla gezdirdi. Benim babam neden gelmiyor anne?
Dilek çok üzülüyordu. Emre'ye ne cevap vereceğini bilemiyordu.
-"Emreciğim, senin baban, gizli bir görev dolayısıyla yurt dışına gitmek zorunda. Eğer ülkeye girerse, yakalanır ve görevi açığa çıkar. O yüzden gelemiyor oğlum," diyordu. Bu yalanla Emre'yi ne kadar oyalayabileceğini de bilmiyordu. Arkadaşları bazen Emre'ye okulda soruyorlardı.
-Emre senin baban nerede?
-Benim babam gizli bir görev için yurt dışında, diyerek böbürlene böbürlene anlatıyordu.
Dilek oturdukları semti de değiştirdi. Emrenin çevresinde, eşini tanıyan birileri olmasın istiyordu. Başarmıştı da, bu okulda onları, hayat hikayelerini kimse bilmiyordu. Dilek'te soran herkese "Eşim yurt dışında" demeye başlamıştı. Artık söylediği yalana kendisi de inanmaya başlamıştı. Eşinin onu terk ettiğini unutmuştu. Artık Dilek'te eşinin gizli görevinden dolayı yurt dışında olduğu yalanına kendini inandırmıştı. Bu yalan hem Dilek'e hem de Emre'ye çok iyi gelmişti. Kendilerini kandırarak hayatlarına devam ediyorlardı. Gayet mutluydular ana oğul. Babalarına ihtiyaçları yoktu.
Bir gün Dilek gögsünde bir şişlik ve ağrıyla uyandı. Önceleri kas ağrısıdır deyip üstün olmadı. Ama ağrı git gide artıyor, şişlikte büyüyordu. Sonunda bir doktora gidip tahlil yaptırmaya karar verdi.
-Doktor Bey neyim var?
-Üzgünüm Dilek Hanım çok geç kalmışsınız. Ne yazık ki göğsünüzü almak zorundayız!
Dilek çok üzgündü! Bu durumu Emre'ye nasıl açııkalayacaktı! 'Ya bana bir şey olursa Emre ne yapar?' diye kara kara düşünüyordu. Durumunu Emre bilsin istemiyordu. Geceleri gizli gizli gözyaşı döküyordu ama sabah olunca üzülmesin diye oğluna sürekli gülüyordu. Sürekli hastaneye gitmesi gerekiyordu. Oynadıkları tiyatro oyununu aksatıyordu. İçi kan ağlarken, acılar içinde kıvranırken, sahneye çıkmak ve insanları güldürmek zorunda kalmak çok zordu! Oyundaki arkadaşlarına da gerçeği söylemedi Dilek. Bir tek anne ve babasına açıkladı gerçeği. Sonunda çalışmalıydı. Çalışmazsa ona kim para verirdi. Annesi babası emekliydi. Ona yardım edecek güçleri yoktu. Neyse ki, tiyatro oyunları için başka şehirlere gittiğinde, Emre'yi onlara bırakabiliyordu. Anneanne ve dede de, aynı yalanı Emre'ye söylüyorlar, onlar da her şey yolundaymış gibi davranıyorlardı. Kocaman yalanlarla örülüydü Emre'nin hayatı.
Tiyatro oyunundan sonra, gazetecilere gülerek poz veriyordu Dilek. Hastalığı medyada duyulsun istemiyordu. Emre duyarsa üzülür diye düşünüyordu. Kemoterapi ilaçları alıyordu. O ilaçlar onu iyice kötü yapmıştı. Sürekli zayıflıyor, mide bulantıları, baş ağrıları çekiyordu. Buna rağmen, her şey yolundaymış gibi davranmaya çalışıyor ve sık sık kendi kendine 'Ben gerçekten çok iyi bir oyuncuyum.' diyordu.
Gazetelere bakan herkes 'Şu Dilek Yalçın ne güzel, ne başarılı bir kadın' diye düşünüyor, kimse onun yaşadıklarını bilmiyordu.
Dilek'in hastalığı iyice ilerlemeye başladı. Gögsünün birini aldılar ama hastalık ilerlemeye devam ediyordu. Bir gün onu terk eden eşini aradı.
-Merhaba İsmail
-Merhaba Dilek
-Nasılsın iyi misin?Dilek?
-Ben iyi değilim İsmail ölüyorum!
-Uydurma Dilek şimdi de bu yalana mı sığındın?
Diilek İsmail'in bu sözünü duyunca çok üzüldü ve İsmail'e hastalığını anlatmaktan vaz geçti. Aslında hasta olduğunu, ölmek üzere olduğunu anlatıp, ben öldükten sonra Emre'ye sahip çık demek istiyordu. Ama İsmail'in ukala ukala cevapları karşısında, hiç bir şey söylemeden telefonu kapattı!
Ne yazık ki doktorların tüm çabalarına rağmen Dilek kurtulamadı. Hayatını kaybetti. Dilek öldükten sonra Dilek'in babası torunu Emre'yi karşısına aldı ve ona bütün gerçekleri anlattı.
-Emre annen hastaydı oğlum. Onu kaybettik.
-Yalan...!!! Yalan söylüyorsunuz! Annem hasta gibi değildi. Hep gülüyordu. Birlikte yürüyüşler yaptık, oyunlar oynadık. Hiç hastayım demedi. Annem nerede dede?
-Yalan ölmedi annem!
Oysa ilk defa birileri ona doğru söylüyordu.
-Oğlum, annen uzun zamandır hastaydı, sen üzülmeyesin diye sana belli etmek istemedi!
-Neden belli etmedi. Anneme yardım ederdim. Neden zorladı kendini? Neden oğlum ben hastayım demedi? Beni adam yerine koymadı. Oysa ben büyüdüm. Onu anlardım. Birlikte belki hastalığına çare bulurduk. Neden...!!!
-Oğlum lütfen yapma böyle. Bizleri üzme!
-Üzül dede üzül ne var! Üzülmeyeyim diye başka ne yalanlar söylediniz bana. Hadi dede anlat. Başka ne yalanlar..!!!
-Babamda mı öldü? Söyle dede. Babam da mı öldü?
-Hayır evladım. Baban sizi terk etti. Yurt dışında çalıştığı bir yalandı.
-Nasıl ya! Babam bizi terk mi etti?
Emre bütün acı gerçeklerle yüzleşmişti. Annesini kaybetmişti. Babasının onları terk ettiğini öğrenmişti. Sekiz yaşına kadar kocaman yalan bir dünyada yaşadığını düşündü. Her şey yalandı. Bütün yüzler sahteydi. Bu dünya yalandan bir dünyaydı. Bir an da on yaş birden büyümüştü sanki. Demek ki böyle oluyordu. Artık o da bundan sonra yüzüne bir maske takmaya karar verdi. Gerçek yüzünü, gerçek duygularını hiç bir zaman kimseye göstermeyecek, mutluluk oyunu oynayacaktı. Ona bu oyunu küçük yaşında öğretmişlerdi!
Bu dünya acılarla, yalanlarla, sahte yüzlerle dolu bir dünyaydı. Uzun uzun tedavi görmek zorunda kaldı. Küçük yüreğine bütün acı gerçekleri kabul ettirmesi çok zor olmuştu. Annesi öldükten sonra babası bir gün onu aradı. Ama Emre onunla görüşmeyi kabul etmedi. Hiç bir zaman babasıyla görüşmedi. Annesinin fotoğraflarına bakıyordu. Annesi fotoğraflarında hep gülüyordu. Ona hasta olduğunu anlatmadığı için annesini de hiç affetmedi. Annesinin mezarını hiç bir zaman ziyaret etmedi!
Belki ilerleyen yaşlarında pişman olur ziyaret eder bilemeyiz.