Yalnızlık

Yalnızlık adına nice şiirler, hikayeler, romanlar yazıldı. Her birinde başka bir semtin, başka bir hayatın adı saklı. Yalnızlık herkes için başka bir beladır. Kiminin doğuştan, kiminin sonradan burada ortak bir nokta varsa bunun sadece kader olması. Bu sayılanların içinde birde kaderini kendi yazanlar, bizzat yalnızlığı tercih edenler var. Buradaki merak konusu, bunlar kim ve ne istiyorlardı hayattan ki kimi için korku kimi içinse ölüm gerçeği olarak nitelendirilen yalnızlık, bunlar için kimsesiz günün ardından doğacak güneşti...
Ağzında brilant oturmuş öylece oturmamış kişiliğiyle hayata dair her ne var ise ağzında "a... koyuyum ona koyuyum buna koyuyum..." deyip duruyordu. Yokluğun diz boyu olduğu irreal hayatında kendi bir de her nereden bulmuşa kendi gibi hayata nankör biricik kedisi Şero... Lisansını siyasi bilimlerde bitirip de hasbelkader altmışlar ruhunu yaşayıp, iki darbe görmüş, bilmen kaç hükümet devirmiş, İstanbul'un tozunu yutmuş kavruk tenli siyah saçlı neredeyse göbeğinden her an devrilecekmiş gibi yürüyen ve ömrünün son dönemlerinde de Kıbrıs'ta özel bir üniversiteye kapak atmış bir kaç kitap karalamış bir akademisyendi Şenol Hoca. Evet öğretmendi hem de öğretecek pek bir şeyi olmamasına rağmen özel okul ya hani kimin umurunda ben paramı bilirim diye başlayıvermiş işe. İş diyorum onun için işten başka ne olabilirdi ki.. Gün boyunca odasından bölüm başkanının odasına yalakalığa, yerini sağlama almaya gider gelir işte tek işi bu.. hıı birde zamanında altmışlar ruhunu yaşamış devrimin içinde bulunmuş ya bir kaç yazar ve şairle fikir birliği etmiş onlardan nasiplenerek yazılmışı yazmış onu da kitap diye ortalığa koymuş. Üzerine bir de şiir kitabını koyunca Tevfik Fikret vari isyankarcasına "Siren Sesleri" ister istemez çıkıveriyor arayınca Goggle'dan ya da oradan buradan... Onun hayatında geçmiş yoktu. Gününü gününde yaşayan, gerisini düşünmeyen biri ne düşünecek ki elli yaşına gelmiş bu yaştan sonra Akdeniz'e transatlantik mi indirecek. Hayatında da çok değer verdiği biri yoktu onun varsa yoksa evindeki kedisi, sokak hayvanları vs. belki onun dışında gençliğinde bir ya da iki tıknaz kadın.
Fakültede yine kendine ayırdıkları odasında bir elinde sigarası önünde artık sigara dumanından sarımtıraklaşan monitör birde eskilerden bir kitap az okur ama her derse gittiğinde elinde başka bir kitap sağ olsun kütüphane... Önündeki kitaptan bir an olsun başını kaldırıp odasının önünden geçen bir öğrencisine seslenmiş
- Evladım gel bakalım
demiş. Öğrenci içeri girmiş biraz tedirgin sarı kaşlarını çatık ne yaptım acaba diye düşünerek
- Evet hocam buyurun
demiş. Şenol Hocanın o gün öğrencilerle pek arası olmamasına rağmen konuşma için bu öğrenciyi odasına çağırmış.
- Otur bakalım sen son sınıftın değil mi?
- Evet hocam..
- O halde söyle bakalım sevdiğin şairleri
öğrencisi biraz düşündükten sonra bir kaç Divan edebiyatı şairinin ismini söylemiş. Belli ki hemen oradan kurtulup çıkmak için;
- Fuzuli, Şeyh Galip en çokta Ahmedi
demiş çocuk. bunun üzerine Şenol Hoca gülerek;
- Onları biliyoruz yahu yakın zamandan isim söyle sen..
- hmm... Yahya Kemal, Tevfik Fikret....
öğrencinin verdiği bu hazır cevaplar belli ki Şenol'u pek tatmin etmemiş öğrenciyle dalga geçer gibi
- Anlaşılan eski kafalı bir çocuksun 1800'lü yıllarda kaldığına göre...
deyip kahkahayı basmış. Son sınıf olmasına rağmen düşünülmemiş cevaplarıyla Hocayı memnun edemeyen çocuk odada kimse olmamasına rağmen utanmış, sıkılmıştı. Bu sırada hocanın odasındaki telefon çalmış...çalmış...çalmış!.. Çocuk bu durumun kendine kaçmak için fırsat olacağını düşünmüş ama nerede adam elini telefona dahi uzatmamış. Uzatması için bir neden mi vardı? Elbette yoktu. kim arayacaktı ki onu adada kaç tanıdığı vardı. O da bunu biliyordu. Telefonun çalması onun için sadece yalnızlığın dıngırtısıydı... Evdeki Şero arayacak değildi ya!!!
Neyse ki telefon susmuş fakat çocuk hala odadan çıkamamıştı. Sonunda bir kaç nasihat ve bir de kitap ismi söyleyip kendi az okuduklarından tavsiye etmiş. Çocuğun odadan dışarı çıkmasıyla koca kıllı kolundaki güneş enerjisi ile çalışan eski casio saatine bakmış ve saat beşe geliyor. Sinek kaydı yüzünde bir anlık bir gülümseme;
- oh bea... Bugünü de devirdik...
Sanki taş taşımışta yorulmuş gibi yerinden kalkmış. Paketteki son sigarasını da yakmış ve zaten hazır olan çantasını eline alıp fakültenin dış kapısına doğru ağır ağır yol almış. Yavaş çok yavaş yalnızlığa gidiyordu ağır ağır yine.. Evdeki Şero'dan başka bekleyeni mi vardı ki hızlanacak o ve pis kedisi... Gerçi o bütün sokak kedilerinin sahibiydi. Yalnızlığını paylaştığı ebedi dostları... Muhtemelen cenaze marşını da Bremen Mızıkacıları çalacaktı.

30 Temmuz 2013 4-5 dakika 3 öyküsü var.
Yorumlar