Yanlış Adam
Elbette vardır her yerde olduğu kadar Bötçenim köyünde de inatçı sıfatlar ve de alaycı kişilikler. Önemli olanda kine yer vermeyen açık yüzlerde, muhabbetin hem gece, hem de gündüz tütmesi değil midir? İnsanlar birbirleriyle eğlenmeli, daha doğrusu birilerini eğlendirmeyi bilmeli mahlûkat. Hayatın akışı ve sitemkâr stresleri bunu gerektirir daha çok.
Bizim Bötçenimlerden Kerimin Veli kendi halinde, kimseye zararı dokunmayan, aklıselim insandır. On beş yıllık evli, babadan kalma, tek katlı bir evde, eşi ve beş çocuğu ile birlikte yaşayıp gitmektedir. Herkes gibi onunda birkaç yığın olabilecek tarlası ve birkaç bacak hayvanı vardır. Aslına bakarsan kendisi ciddi adamdır. Ama şu aşağı evde oturan komşusu Selahattin yok mu? Gider gelir bizim Veli’ye takılır durur. Akıl almadık şakalar yapar. Onun yanında Veli’de ne ciddiyet kalır, ne de hayata dair yaşadıklarında bir nebze gizem.
Komşusu Selahattin çok matrak adamdır. Onun için hayatta iki şey önemlidir. Bir başkalarına sonu nereye varırsa varsın ağır şakalar yapmak, birde her daim hayatın zevklerini tatmak. Her bulduğu sofraya çöker, ev sahibini perişan eder, yer yer bir türlü cılız bedenini şişiremez. Onda hayatın ne gamı vardır, ne de gelecek endişesi. Gününü gün eder her karşılaştığı olayda kendisine pay çıkartacak mutlaka bir şey bulmaktadır. Kısacası her taşın altından çıkan bir cinstir, Selahattin. Köylü onun mukallitliği yüzünden çok mustariptir, ama sofu babasının hatırına da kimse bir şey diyemez. O da işin iyice suyunu çıkartırdı. Köyde yaşıtlarının çok çok üstündeki yaşlılara bile akıl almaz şakalar yapar. Çocuk yaşlı demeden eğlenmeye bakardı.
Veli çalışkan bir insandı. Elinden inşaatla ilgili çok şey gelirdi. Son iki ayda köyde yeni yapılan inşaatlarda çalışarak biriktirdiği üç beş kuruşla, çarçur olmasın diye pazardan bir tosun almak niyetindedir. Cuma günü Yenihan pazarına gider erkenden. Amacı oradan bir hayvan bakmaktır. Bakar ki hayvanlar çok pahalı. Elindeki para hayvanların ancak üçte birini alacak kadardır. “Neyse” der, “Yarın Çamlıbel’in pazarına bakarım. Olmazsa şu anası emzirmeyen danayı götürüp satayım, üstünü tamamlar adam gibi bir tosun alırım” diye düşünür.
Eve gelince hanıma seslenerek: “Hanım seni şu danasını kabul etmeyen hayvandan kurtaracağım” der.
Hanımı umursamaz tavırla; “Nasıl”
“Danayı götürüp satacağım”
Kadın endişeyle: “İyide senin inşaat gündeliklerin ne çabuk bitti.”
“Bitmedi hanım sadece adam gibi bi tosun alacam besleriz. Kurbanda bilirsin çok iyi para ediyor tosunlar.”
“Sen bilirsin bey, yalnız bakabilir miyiz ki büyük tosuna, biliyorsun çocuklar küçük.”
“Bakarız, bakarız.”
Sabah erkenden kalkmış ve danayı dışarı çıkartmıştır. Önüne ufak tefek bir şeyler koyduktan sonra, gözleri şöyle köy sokaklarını tarar. Amacı pazara gidecek bir traktör bulmaktır. Birde ne görsün komşusu Selahattin traktörü çoktan çalıştırmış römorku takmış hayvan yüklüyor.
Olduğu yerden alenen bağırır:
“La Selahattin bekle, şu bizim danayı da atalım vagona”
“Tamam, çabuk getir geç kaldık zaten”
Sanki Çamlıbel’in mal pazarında hiç kimseye lazım değildir, Bizim Veli’nin danası. Gelen Selahattin’in mallarına geliyor. Kimisi yüz lira veriyor, kimisi yüz elli. Selahattin az verenle kafa bulduğu gibi hayvanın değerini verenle de kafa buluyor. Veli Selahattin’e bakarak “Oğlum niye adamlarınan kafa buluyon. Hiç birini de tanımıyon. Böyle edersen nasıl satacan bu hayvanı.”
“Sen bana bakma, bak birazdan satacam.”
“Nasıl”
“Şu karşıdaki üç kişi aralarında anlaşamayınca birisi gelip bizim yaşarı alacak. Gör bak.”
“Lan! amma matrak adamsın. Bunu da nerden çıkarıyon?”
“Ben anlarım, gör bak var mısın iddiasına”
Selahattin’le iddiaya mı gitmek… Şimdiye kadar kazanan olmamıştır.
“Lan ne iddiası, her şeyden bir bahis çıkartıyon”
“O zaman seyret.” Gerçekten de beş on dakika sonra adamlar anlaşamaz ve işlerinde ihtiyar olanı gelir, biraz fazla para vererek satın alır hayvanı.
Pazar dağılmaya başlar. Selahattin çoktan çarşıya gitmiştir. Veli ise bakar ki hayvanın satılacağı yok. Pazarın duvarında bağlı hayvanların yanına sürükler sarı danayı. Orda bir yere bağlayarak belediye görevlilerinden birine tembihler. “Gözünü seveyim hayvanı satamadım. Ben çarşıdan bir şeyler alayım eve. Hem bi traktöre bakayım hayvanı götürmek için, sen beş on dakika bizim hayvana da bakıver.”
“Olur abi ne demek, sen işine bak.”
Selahattin çarşıya gitmemiştir. Yanındakilere; “Bakın şimdi bizim Veli’ye iyi bi şaka yapacam, sakın çaktırmayın.”
“Lan olum adama niye bu kadar çok takılıyon.”
Selahattin gülerek, “Eee neydim o da bu kadar şişko olmasaydı.”
Veli çarşıya yollanır. Selahattin ve yanındakilerle gelir belediye görevlisiyle konuşur. Zaten pazarda çok insan tanımaktadır Selahattin’i. Bilirler art niyet beslemediğini, şakacı tavrını…
Velinin danayı olduğu yerden çözer, yaklaşık yirmi metre aşağıda bulunan Afganlıların danaların arasına bağlarlar. Yaşlı Afgan’a “dayı beş on dakika şu hayvana sahiplen,” diye de tembih ederler. Hayvan pazarında Kör Musa’nın traktörü görünce de hemen traktöre atar sarı danayı. “Musa amca dana bizim Veli’nin biz biraz geç geleceğiz. Danayı evine teslim etmeyi unutma” diye seslenir.
“Tamam, yeğenim merak etme.”
Ve çarşının yolunu tutarlar. Çarşıda Selahattin Veli’yi bulur. “Veli danayı ne yaptın?”
“Pazarda, bağladım bir yere…”
“Oğlum sen ne yaptın, orda hayvan bırakılır mı orta¬lık simsar kaynıyor.”
“Ya belediyedekilere tembih ettim.”
“İyi tam adamını bulmuşsun, Duymadın mı sen”
“Neyi”
“Belediye görevlisinin geçen hafta başka birinin danasını sattığını”
Veli’yi bir endişedir sarar, “Ne diyon sen Selahattin, gidip bakalım şu danaya”
“Çabuk ol, alacaklarını al.”
“Sen ne yaptın alacağını aldın mı? Ben sebze işlerine bakmıyom, babam hallediyo o işleri”
“Valla bu dünyada işin iş, iyice beleşe bağladın işleri”
“Bırak çeneyi de gidelim bir an evvel”
Hayvan pazarına varırlar bakar ki Veli, dana yok.
Hemen belediye görevlisine koşar. Bakar ki görevli de yok yerinde, başka bir görevli var. Kapıyı çalarak endişeli, endişeli, sarı danayı sorar.
Belediye görevlisi: “Kardeşim ben senin dananın bekçisi miyim? Nereye bağladıysan oraya bak.”
“Yok, dana yok”
“İyi ama Veli, ben sana dedim.”
“Ya sende yangına körükle gidiyon.”
Dana yok, çaresiz dönmek üzeredir, Veli. Binerler traktöre köyün yolunu tutarlar. Selahattin kıs kıs gülmektedir. Veli:
“Ya Selahattin gülersin, gül bakalım, kaybolan dana nasıl olsa senin değil”
“İyi ama Veli, sende çok safsın.”
Veli çok üzgündür.
“Niye bu kadar üzülüyon oğlum, dünya malı ha se¬nin ha başkasının.”
“Selahattin, yapma!”
“Neyse bak beni de üzdün.” der Selahattin yavaşça Veli’nin kulağına eğilerek: “Sana bir müjdeli haberim var.” “Ama bana kızma”
“Ya neymiş o söyle, şu halime bak, kızacak hal mi kaldı bende.” Tekrar kulağına eğilerek: “Senin dananın yerini ben biliyom.”
İşin içinde, bir bit yeniği olduğunu sezinleyen Veli: “Sen sakladın değil mi?”
“Ya ben niye saklayayım, ilahi Veli, aklına da geliyo”
“Ya o zaman söyle, nerde? Benim dana.”
“Veli biz beraberdik, hep gördün, senin danayı ne zaman senden ayrıldım ki gidip saklayayım.”
“O zaman nerde benim dana? Yerini biliyom dedin.”
“İçimde bir his var, senin dana köyde, hem de senin ahırda.”
“Ya ne saçmalıyon…”
“Dana pazarda kayboldu sen köyde diyon”
“İyi inanma, ben demedim.”
“Ya Selahattin şakanın vakti değil.”
“Biliyosan gerçekten bir şey söyle.” “Benimle alay etmeyi bırak artık.”
“Tamam kardeş, tamam. Seninle konuşanda kabahat”
Veli tamamen çileden çıkmıştır. Artık ağzını bıçak açmaz. Bu durumda açıklasa, Selahattin Veli’nin danayı Kör Musa’yla köye gönderdiğini, Veli daha beter kızacak. Neyse eve varınca görür nasıl olsa, diye sesini çıkarmaz artık.
Veli yorgun argın eve dönmüştür. Evin hanımı onun bu halini görünce; “Veli bu halin ne?”
“Ya sorma hanım, danayı pazarda kaybettik.”
“Ne kaybetmesi, Veli”
“Danayı Kör Musa getirdi ya onunla göndermişsin.”
“Ne diyon hanım, ben dana mana göndermedim.”
Hemen koşar bakar ki ahıra dana yerindedir. Sabah¬tan kalma kırıntıları yemektedir.
“Ulan Selahattin” der “bunu senin yanına korsam.”
Zaten anlamıştır, bu işte bir bit yeniği olduğunu. Bir yandan da Selahattin’den ne kadar uzak olursam o kadar onun şakalarından uzak olurum diye de düşünmemekte elde değildir hani.
“La dur gideyim şuna bir iki çift laf söylüm”
Evden çıktığını görünce Veliye seslenir hanımı: “Veli nereye? Çay soğuyacak.”
“Oyuna geldik hanım yine Selahattin’in oyununa geldik.”
“Onun var başına çıkacak” diye mırıldanır hanımı, lakin Veli’nin kendisini duyduğuna emin değildir.
Veli çoktan Selahattin’in kapıyı çalmıştır. Pencereden Selahattin görür Veli’yi. Görür görmez “Gel Veli, gel valla kaynananda seviyomuş seni, sofra hazır.”
Veli içeri girer, Selahattin’e
“Lan oğlum, bunu bana niye yapıyon.”
Selahattin: “şaka” der “şaka.”
Oturur çay içerler. İçinden nedense kızamaz da Selahattin’e. Selahattin onun çocukluk arkadaşıdır. Okul arkadaşıdır. Birazda fazla sever kendisini diğerlerinden çok.
“Lan neyse, unuttum gitti bak. Ama sende beni anla, şu halime bak, bir daha şaka maka yapma.”
Selahattin umursamaz bile; “Ya Veli kardeşim, üzdüysem beni affet.” der bir sigara yakarak kalkarlar.
Velinin aklında şimdi Turhal pazarı vardır. Orda bulunan inekhanede hayvanların daha ucuz olduğunu duymuştur. “Ya” der içinden “Gideyim bi bakayım. Almasam da fiyatları görürüm hem. Gerçi alması bir dert, oradan getirmesi bir dert, ya aldığım hayvan sakat falan çıkarsa tanımadığım bilmediğim bir yer geri iadesi de olmaz.” diye içinden de geçirmiştir. “Selahattin ile beraber gitsek, yok, yok” der kendi kendine.
Evin hanımı: “Veli ne düşünüyon”
“Hanım yarın Turhal’a gidecem hayvan bakmaya, Ama malum bilmediğim, gitmediğim yer.”
“Ya sen bu tosun işini iyice kafana taktın. Bekle haftaya belki Çamlıbel pazarında bulursun aradığın hayvanı, ucuz pahalı alırsın.”
“Yok ya acaba şu Selahattin’e desem gelir mi benle”
Selahattin ismini duyunca hanımın yüzü buruşur, “Ya yine mi Selahattin. Kaç defa diyom, o adamdan kimseye fayda gelmez, Akıllanmadın mı hala.”
“Ya ne yapayım kime gideyim, köyde başkada samimi olduğum adam mı var?”
“Ya tek git, gel. Yine Selahattin’e gitme alırsan alırsın, almazsan almazsın.”
“Valla hanım, doğru söylüyon. Selahattin hiç iyi bir fikir değil.”
Sabah erkenden kalkar, traktörü asfaltın altında bir yere park ederek yola dikilir. Sivas’tan Tokat - Amasya istikametinde giden otobüsü beklemektedir. Bilir sabah saatlerinde erkenden geçer, haftada iki kez bu yoldan.
Az sonra otobüs görünür ve otobüse el ederek biner. Muavine Turhal’da ineceğini söyler. Bir iki saat sürmeden varır Turhal’a.
Gider hayvan pazarını gezer. Gerçekten de hayvan¬lar daha ucuzdur Turhal’ın hayvan pazarında. Gözüne boz bir tosun ilişir. Varır yanına bakar ki fena bir hayvan değil. Biraz zayıf ama olsun. Zaten amacı beslemektir onu. Sorar sahibine “Hayvan neden zayıf, hasta falan değil demi”
“Yok Gardaş ne hastası. Sadece evde hayvanlara bakacak kimsemiz kalmadı. O yüzden zayıf, bizde satıyoz işte teker teker.”
“Kaç para bu?”
“Gerçek alıcıysan yaparız sana bir şeyler.”
Uzun bir pazarlıktan sonra hayvanın fiyatı Veli’nin cebindeki para miktarına gelir dayanır.
Der “Hemşerim bak ben ta uzaktan geldim. Nasip böyleymiş şundan bi de yol parası bırakırsan bana alıp gidecem. Çünkü paramın hepsi bu kadar...”
Adamlar ne yapsın durumda bellidir “Ya neyse senin dediğin gibi olsun” derler. Parayı sayar. Alır tosunun yularını eline. Sorar “Bunu Sivas tarafına götürmek için nasıl ederiz.”
“Şu karşıda hayvan taşıyan kamyoncular var onlara sor, onlardan giden çok oluyo.”
Varır kamyoncuların yanına hayvanı götürmek istediğini söyler. “Tamam” derler. “Biz de bir saat sonra gidecez.”
Bekler Veli. “İyi ya bu gün işim rast gitti. Hele ki Selahattin’e söylememişim. Şimdi başıma neler gelecekti kim bilir” diye söylenir içinden.
Neyse kamyoncular gelir bir saat dolmadan. Velinin boz tosunu da atarlar kamyona. Sorar Veli “Yol parası kaç lira?”
“Tosun” derler “sekiz lira sense on beş,”
Parayı fazla bulan Veli “benim bu hayvandan farkım nede, benden iki katı alıyon” der.
Velinin bu söylediğini dakikalarca gülen kamyoncu “İyi o zaman” der “farkın yoksa geç hayvanların yanına.” “Lan neyse” der Veli çıkarır cebinde ne var ne yok tüm parasını verir kamyoncuya. Yolda kamyoncu durmadan alay eder, bizim Veli’yle
“Veli bak madem senin hayvandan farkın yok, bak senden on alıyorum. Ha bak hem de yanıma bindiriyom. Hayvanların yanına değil ha.”
Veli içinden birazda “la nerden düştüydüm bu adamın eline Allahtan beni tanımıyor, memleketten de kimseyi tanımıyo.” Aralarında ufak tefek sohbet geçmeye başlar. Kamyoncu komşu köylerinden birilerini sormaya başlar “Tanıyon mu?” diye;
“Yok” der “tanımıyom” neyse köyün yol yakınına gelince tosunu indirirler. Kamyoncu hala gülerek “Ula Veli beni güldürdün, Allah’ta seni güldürsün.” Veli tosunu kapmışken kendi traktörüne bindirmeye çalışınca kamyoncuda arabasına biner ve camdan; “Veli seni hiç unutmayacam ha” der. Veli kısık sesle “iyi, git baba işine, git artık,” der ama kamyoncu çoktan arabasını ateşlemiştir.
Köye gelir Veli hayvanı indirir. Gelen giden sorar, tosunu kaça aldığını…
Birisi:
“Valla Veli çok hesaplı almışsın.”
Diğeri:
“Veli bu hayvan hasta falan olmasın, biraz tipi kayıkta”
“Yok ya fakir bir aileden aldım, bakan yokmuş ondan zayıf o”
“İnşallah dediğin gibidir.”
Millet dalgaya devam ederken, köyün yaşlılarından olan Kör Musa: “Yeğenim sen bunlara bakma, Allah çalışanın emeğini zayi etmez. Hayırlı olsun.” der.
“Sağol Musa emmi. Bunlar zaten beni makaraya sar¬mak için her zaman bir bahane bulurlar.” Veli hiç söz etmez tabii ki kamyoncu muhabbetlerinden. Az çok bilir başına gelecekleri.
Boz tosuna tüm alile halkı gözü gibi bakmaktadır. Bayağı sevmişlerdir hayvanı, hiç kendi hayvanlarına benzemiyor. Son derece mazlum, adamdan hiç korkmayan ve yaklaştığında adamı koklayıp, elini ayağına yalayan bu hayvan nasıl sevilmesin.
Veli evin hanımına “Ya bu hayvan amma sakin çıktı ha bizimkiler adamı tepeliyo, bu ise hiç bizimkilerin yanından geçmeyecek kadar alımlı.”
“Ev malı olduğu belli, sen bilmez misin bizimkiler dağ malı.”
“Valla ne deyim birazda haklısın galiba.”
Kerimin Velinin on üç yaşındaki Selman bir öğle vakti koşarak gelir. “Baba bizim danalar kaybolmuş, aramadığımız yer kalmadı.”
Veli birazda oğlana kızarak “Lan sen ne zaman adam olacaksın. Önündeki üç beş danaya bakamadın mı?”
Nafile önündeki işi bırakır Veli, düşerler dağ taş demeden hayvanları aramaya başlarlar. Köyün altında Mısır tarlasında bulurlar hayvanları. Ama içlerinde boz tosun yoktur. Veli Selman’a seslenerek “Oğlum sen bunları eve götür.” der. Kendisi mısır tarlasına yeniden dalar. Altını üstüne getirir tarlanın ama ne çare ki boz tosun bir türlü çıkmaz yolunun üstüne.
Dereye iner, bakar yok. Vişnelikleri, Yoncalıkları, köy altındaki ekenekleri hep kontrol eder. Köyün üstündeki tepeye çıkar, oradan çobanlara bağırır. Onlarda öyle bir tosun görmediklerini söylerler. Fundalığın üstündeki tepeye çıkar oradan köyünü, pancar tarla-larını, asfalt yolun altını, üstünü, göletin kenarlarını, komşu köyün yaylasını, merasını gözler, nafile yoktur boz tosun. Kendi kendine “Ya bu hayvan nereye gitti? Acaba”
Karşı ki tepeye bakar ki orda birisi var. Ona da bağırır: “Loooo, bizim boz tosunu gördün müüüüüüüüüü?” hiç yanıt alamaz. Tekrar bağırır. “Loooo, bizim tosunu gördün müüüüüüüüüü?” yine ses yoktur karşı tepedeki adamdan. Sadece saf saf öylece durmaktadır karşı tepedeki adam. Bizim ki tekrarlar “Tosun diyorum tosun, boz tosun, gördün mü?” yine yanıt yok. İyice de yorulmuştur. Kan ter içinde koşar karşı tepeye.
“Şunun yanına bi gidim bakayım, niye bu adam bana cevap vermiyo” diye geçirir içinden. On on beş dakika sonra tırmanır tepeye. Ve tepenin ucuna yüz yüz elli metre kala görür. Komşusu Selahattin’dir bu. Sorar:
“Ya Selahattin niye bana cevap vermiyon iki saattir bağırıyom ya sana?”
“ Cevap verdim ya.”
“Ne cevabı verdin, iki saattir sana boz tosunu görüp görmediğini sormadım mı?”
“Eeeeeeeeeee sordun. Bende sana hayır manasında çık demedim mi?”
“Lan Selahattin buradan söylediğin çık sesini ordan nasıl duyacam.”
“Duyacaksın Veli, duyacaksın. Söz konusu senin tosun… Hem fena mı oldu bak yanıma geldin iki çift laf ettik.”
Veli iyice kızmıştır içten ama bu adamın halini bildiği için bir şey de demez.
“İlle kafa bulacaksın bulmasına da şu halimi görmüyon mu?”
“Üzülme ya Veli, tosun dediğin kaç para, bak sizin danalarda erkek çok, yarın büyür, hepsi olur birer tosun”
“Ya Selahattin sen ne diyon.”
“Ben bir şey demiyom, Asfalttan geçen kamyoncular bazen hayvan yürütüyorlar diyorum.”
Selahattin: “Ne diyon, sen”
“Ben bi şey demiyorum. Komşu köyün az mı hayvanı gitti bu kamyoncularla.”
“Lan get, adamı çileden çıkarırsın sen.”
Selahattin gülerek. “İyi ben bir şey demedim, sen yine aramaya devam et, çok bulursun. Ama sana bir şey söylüm mü bak kardeşim ben açık sözlü birisiyim, ya senin hayvanı kamyoncular götürdü ya da o hayvan köyde. Bırak arama boşa.”
İyice kızmıştır Selahattin’e ama yersiz. Aşağı iner ormanı dolaşmaya başlar. Söğütlükten geçer komşu tarlalarda çalışan çiftçilere sorar, oradan komşu tarların üs-tündeki komşu çobanları bulur, sorar ama nafile yoktur boz tosun. İyice ayaklarına sular inmiştir. Çaresiz eve dönmek durumundadır. Gideyim de köyde sorayım bakayım belki sabah çıkarken falan gören olmuştur. Köye döner Veli öfkesinden burnundan solumaktadır.
Eve gelince hanımı Veliyi bu halde görerek iyice dırlanmıştır.
“Veli ben sana demedim mi? Şu Selahattin’den uzak dur, diye.”
“Ya hanım başlama yine, ben neyin derdindeyim sen neyin derdindesin. Yer yarıldı yerin dibine girdi boz tosun.”
“Ya Veli tosunu bulduk ya”
“Ne diyon sen, neredeymiş?”
Sen dağlara düşünce Selahattin aldı getirdi. Şaka olsun diye kendi ahırlarına bağlamış sabahleyin hayvanı.”
“Hem sen onu görmedin mi? kendisine kızdıydım.”
“Ya gerçekten bu sefer dozunu kaçırdık dedi. Ve seni aramaya çıktıya. Ben onu şimdi bulur getiririm. Hatta söylerim beni affeder. Biz iyi arkadaşız dedi ve gitti.”
“Allah o Selahattin’i bildiği gibi yapsın. Dağda gördüm onu bana bir şey demedi.”
Birkaç dakika soluklandıktan sonra; “gideyim şuna bunun hesabını sorayım” der
Hanım; “He he, git, git de hesap sor, adam sana ne diyorsa öfken yatışmış bir halde, kuzu gibi olup geliyon”
“Bu sefer beni iyice kırdı.”
Kapıyı yumruklar “Selahattin çabuk dışarı çık.”
Çocuk kafasını uzatır ve “Baba Veli amca seni istiyo”
İçerden bir ses “Veli, içeri gel.”
“Gelmiyom içeri, sen dışarı gel.”
“İyi tamam geliyom, bekle iki dakika.”
Veli Selahattin’le olan arkadaşlığını bitirmek üzeredir. Bu düşüncelerle Selahattin’e ne diyeceğini düşünmektedir. İki dakika gelir geçer, Veli hala beklemektedir. Beş on dakika sonra Selahattin çıkar dışarı.
“Selahattin nerde kaldın? Niye beni kapıda bekletiyon.”
“Lan Veli sana, içeri gel dedik ya. Gelmedin.”
“Tuvalete de mi gitmeyeyim canım sen geldin diye.”
“Lan Selahattin, bak sana son kez söylüyom, bana bir daha şaka yaparsan…”
“Lan amma abarttın, astı astarı beş dakika hayvanının alı koydum. Bu kadar hıncın neye?”
“Lan Selahattin senin yüzünden akşama kadar kan ter içinde kaldım.”
“Ben sana arama demedim mi? Köydedir, demedim mi? Sen ne yaptın, kendi kendini hırpaladın durdun. Oğlum biraz uyanık ol.” Selahattin birde bilge birisiymiş gibi öğüt vermez mi Veli’ye.
“Valla ne yaparsan yap, bana bir daha şaka maka yapma, valla konuşmam seninle bir daha.”
“Lan Veli amma yaptın ha. Lan oğlum dünya böyle, her şeye alınma rahat ol. Bak ben senin gibi miyim? Sende bana şaka yap. Bir gün olur ödeşiriz.”
“Hani bu adamda şeytan tüyü var yahu yanına da gelince hiç öfkeden bir şeyimiz kalmıyor” diye geçirir içinden. Ama şu şaka işini de kafaya koymuştur.
“Neyse kardeş unut gitsin bunları” diyerek evinin yolunu tutar. Bir yandan da düşünüp durur “Buna nasıl bi şaka yapsam da ders olsa diye.”
Aradan birkaç hafta gelir geçer. Selahattin’in yine ufak tefek şakaları devam eder gider.
Veli’nin Tokat’a işi düşmüştür. İşini hallettikten sonra Sulu sokakta gezerken birde bakar ki karşısında komşusu Selahattin önden yürüyor. Aklına bir muzipliktir gelir. “Eee şimdi düştün elime, Selahattin birazdan görürsün gününü” diye içinden geçirir bir yandan. “Şuna adam gibi bir şaka yapayım hele” der. Arkasından gizlice yaklaşır ayağına bir sarma takar ve olanca gücüyle iter. Boş bulunan adam bu hareket karşısında yere kapaklanır ve kafasını yere çarpar. Bu acı içinde ayağa kalkar ve arkasını dönünce Veli’yi görür.
Adam arkasına dönünce bizim Veli’de ne görsün bu adam yanlış adam sadece arkadan komşusuna benziyor.
“Kardeş kusura bakma yanlışlık oldu.” demeye kalmaz düşen adam bizim Veli’ye bir yumruk çakar, ama hızını da alamaz. Bizimki bakar ki bu adam laf dinleyecek durumda değil. Tabanları yağlar. Ama Veli kaçıyor adam kovalıyor. Bu böyle bir zaman devam ediyor. Bizim Bötçenim kan ter içinde kalmıştır. Ama yakalayamayan adamda iyice kızmış küplere binmiştir. Veli pes etmek üzereyken orda komşu köylülerini görür “Yetişin ula, sizde din, merhamet yok mu?” diye bağırır. Orada bulunanlar koşar bu adamı tutarlar. “Lan hemşerim, olmuş bir yanlışlık işte, niye uzatıyon bu adam salağın tekidir. Bırak git yoluna” derler ve adamı gönderirler. Bizimki biraz şaşkın birazda utangaç ama bir o kadarda yorgun ve bitkin bir teşekkür bile etmez ve gider yoluna…
“Ulan Selahattin” der “varlığın bir bela, yokluğun bin. Ben seninle ne yapacağım bilmiyorum.”
Yayım Sırası: 6
Kaynak: BÖTÇENİ HİKÂYELERİ