Yarım Kalmış Şehir

Kirlenmiş sokakları
bembeyaz örten kar!
Söyle bana ne olur.
Zalim kalplere merhamet,
karanlık ruhlara nur
ne zaman yağar?


Şehri beyaz bir örtü gibi örten kar sıcak evinin penceresinden bakan bir şaire bu mısraları ilham etti. ?Güzel oldu' dedi şair kendi kendine, ?Gerçekten güzel oldu.'. Bir müddet daha baktı pencereden. İçi kaynadıkça kaynıyor fakat bu kadar kaynama yeni bir mısra daha çıkaramıyordu. Aklına garip garip mısralar gelince artık uyuması gerektiğini anladı ve yatak odasına doğru hareketlendi.

Şaire ilham kaynağı olan kar o sırada sokakta hızlı adımlarla yürüyen orta yaşlı bir adamın yüreğine derin bir korku salmaktaydı. Şiddeti artan rüzgarla birlikte kar adamın eski elbisesindeki boşluklardan tenine yol buldu. Acilen geceyi geçirecek bir yer bulmalıydı. Biraz ileride bir telefon kulübesi gördü. Koşar adımlarla kulübeye doğru gitti. Bir kez ayağı kayıp düşse de bunu pek önemsemedi.

Kulübenin içine girince elindeki ıslanmış olan kartonu dışarıya göre kuru olan zemine yaydı ve üzerine oturdu. Paltosunun içine ne kadar büzülürse büzülsün hep bir tarafları açık kalıyordu. Üşüyordu, hem de çok üşüyordu. El ve ayak parmakları donmaya başladı. Biraz ısıtmaya çalışsa da nafileydi. Tecrübelerine dayanarak bir müddet sonra parmaklarını hissetmeyeceğini biliyordu. Üşüyor olsa da göz kapakları ağırlaştı, ağırlaştı. Uyumamalıydı, açmaya çalıştı gözlerini, bir müddet dayandı ama sonunda göz kapakları kazandı...

?Baba, baba!' diyerek kendisine doğru koşan oğlunu gördü. ?Oğlum, Ahmet'im.' deyip sarıldı oğluna gürül gürül yanan sobanın yanında. Bacakları ve elleri ağrıyordu. Oğlu uzaklaştı yanından. Arkasından bağırdı ?Oğlum sobalı odadan niye çıkıyorsun ki! Gel buraya.' Bir müddet sonra oğlu geldi yanına ve onu sağ omzundan dürterek ?Yemek geldi, yemeyecek misin?' dedi. ?Oğlum niye dürtüyorsun ki? Tamam geliyorum.' Fakat oğlu onu duymuyordu. Tekrar dürttü ve ?Yemek geldi, yemeyecek misin?' diye sordu.

Orta yaşlı adam gözünü açınca kendi gibi saçı sakalı birbirine karışmış birinin kendisine ?Yemek geldi, yemeyecek misin?' dediğini fark etti. Adam gidince doğruldu ve uykulu gözlerle etrafına baktı. Üzerinde bir battaniye vardı ve çok büyük bir salonun içindeydi. ?Neredeyim ben? Burası neresi?' diye sordu. Yanında yatan adam ?Spor salonundayız. Hava çok soğuk olduğu için bizleri buraya toplamışlar.' deyince üzüldü ve ?Rüyaymış ha' dedi.
- Kendini nasıl hissediyorsun? Diye sordu yanındaki
- Ellerim ve bacaklarım ağrıyor.
- Donmuşlar da onun için. Isınınca hissetmeye başladın ağrıyı. Neyse acıkmışsındır. Gel yemek yiyelim.
- Yemek de mi veriyorlar?
- Veriyorlar ya. Bu arada adın ne senin?
- Hasan. Uzun zamandır bu ismi ilk kez birine söylüyorum.
- Neden?
- Çünkü kimse için önemli değildi ismim. Neyse boşver. Senin adın ne?
- Selahattin.

Birlikte kalkıp yemek aldılar ve yan yana yemeye başladılar.

- Anlat bakalım Hasan. Nasıl düştün buralara?
- Uzun hikaye be Selahattin. Şu kadarını bil ki uzun yıllar sokaklardayım. Bir hata ettik ve bu hallere düştük.
- Hangi hata insanı bu hale düşürür ki Hasan?
- Yaptık işte bir hata. Hani derler ya 'Kendin ettin, kendin buldun' diye. Beni boş ver. Asıl sen nasıl düştün buraya. Kılık kıyafetin, tıraşın, her şeyin iyi.
- Ben Samsunluyum. Oğlum burada oturur. Bir sürpriz yapayım dedim. Otobüse atlayıp geldim İstanbul'a. Terminalden çıktım. Yolda giderken iki serseri paramı, cep telefonumu gasp etti. Taksiye atlayayım dedim. Nasıl olsa oğlum verirdi parasını. Ama kar yüzünden olsa gerek bir tane taksi bulamadım. Cep telefonum da çalındığı için haber veremedim. Bir bank bulup oturdum, uyumuşum. Sonrası malum.
- Oğluna hala haber veremedin mi?
- Verdim verdim. Sağolsun salon görevlilerinden biri cep telefonunu verdi. Birazdan gelir oğlum.

Yemekten sonra yataklarına geçtiler. Bir müddet sonra Selahattin Beyin oğlu geldi. Hasan Beye geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra baba oğul ayrıldılar salondan. Hasan alışıktı bu tabloya. Hatta bu kadarı bile fazlaydı onun için. Genelde insanlar onunla Selahattin Bey kadar konuşmazlar, hatta onu görenler yollarını bile değiştirirlerdi.

Etrafına baktı. Onun gibi evsiz barksız birçok insan vardı salonda. Herkes gibi onları buraya getirenlere minnettardı. İnsanlar onları yaşatmak için pek bir çaba sarf etmeseler de ölmelerine de razı değillerdi. Salon sıcaktı ama yine de battaniyesine iyice sarıldı. Uzun zamandır üzerine böyle temiz bir şey örtememişti. Uyumak için gözlerini kapattı. Uykuyu seviyordu. Çünkü rüyalarında bazen oğlu Ahmet'i görüyordu.

Küçük Ayşe Cumartesi günü televizyonda seyredecek bir çizgi film arıyordu. Kanallarda öğle haberleri bir gece önce donmaktan kurtarılan insanlardan bahsediyorlardı. Donmak üzere olan birçok evsiz barksız bir spor salonuna toplanmışlardı. Ayşe çizgi film bulamamanın verdiği can sıkıntısıyla televizyonu kapatmak istediyse de annesi ?Dur kızım kapatma, şu habere bir bakayım.' Dedi. Televizyonda muhabir salondakilerle röportaj yapıyordu.

- İsminizi öğrenebilir miyiz efendim?
- Hasan.
- Hasan Bey, nasıl memnun musunuz burada olmaktan?
- Nasıl memnun olunmaz. Üstümüzde dam, salon sıcak, yemekler sıcak. Daha ne olsun?
- Kaç yıldır sokaklardasınız?
- Yirmi yıldır.
- Hiç akrabanız yok mu?
- Vardı ama şu an ne yaparlar bilmem be yavrum.
- Nasıl düştünüz sokaklara?
- Kendi hatamdı be oğlum. Sıcak bir yuvam vardı. İçkiye dadandım, hanım dayanamadı...
Hasan Bey burada gözyaşlarını tutamadı. Ağlamaklı bir sesle devam etti
- Aldı Ahmet'imi gitti. Beni zaten ayakta tutan onlardı. Yıkıldım. Bir daha da toparlayamadım.
- Neyse Hasan Bey Allah sevdiklerinize kavuştursun. Evet sayın seyirciler gördüğünüz gibi...
Ayşe'nin annesi televizyonu kapatıp mutfağa geri döndü ve yemekleri hazırlamaya devam etti. Akşama misafirleri vardı.

Gece yarısı uyandı Hasan. Rüyasında Ahmet'i görememişti bu kez. Kalktı lavabolara gidip yüzünü yıkadı ve spor salonunun tribünlerinde bir yere oturdu. Biraz önce bir şey göremeyen gözleri artık eşyaları biraz biraz seçebiliyordu. Ama net değildi elbette görüntü. Olması da beklenemezdi. Aslında yıllarca düşünceleri de hep böyle olmuştu. Her şey muğlaktı onun için. İçki içebilecek parayı her zaman bulamıyordu, ama duygu ve düşünceleri hep sarhoşça olmuştu. Bu gece ise farklıydı. Tüm düşünceler berraktı kafasında. Bunun sebebi belki sıcak ortam, belki üzerindeki hayırsever biri tarafından bağışlanan yeni kıyafetler, belki o gün banyo alıp temizlenmiş olmasıydı. Galiba hepsi birden etkili olmuştu.

İşte onun mutluluğun formülü aslında bu kadar basitti. Bir dam, birkaç temiz kıyafet, bir banyo, sıcak yemek. Halbuki bu şehirde birçok insan bunlara zaten sahipti. Peki bu şehir bu kadarcık şeyi ondan niye esirgemişti. Zeki de bir insandı Hasan oysa, şair ruhluydu. Gülümsedi Hasan; yıllardır ilk kez gülümsedi. ?Ah Hasan' dedi kendi kendine, ?Sen Zeliha'yı bile şiirlerinle kandırmıştın. Yoksa varır mıydı senin gibi birine?'. Şehirde yükselen binaları hatırladı bir an, açılan onca alışveriş merkezlerini. Her biri gelişmişliğin sembolü olan bu binalar birçok insan için medeniyetin korkutan pençeleriydi aynı zamanda.

Niye düşmüştü bu hallere? Hep fakir yaşamıştı Hasan. Fakir marangoz Salih'in oğluydu zaten. İyi de marangoz Salih mutsuz değildi ki. Sadece fakirdi. Rahmetli, seccadeye başını koyunca kaldırmak nedir bilmezdi.

Babasını hatırlayınca gözleri doldu. Nasıl yapmıştı o gün o hatayı. On beş yaşlarındaydı o zamanlar. Karda ayakkabısı su çekince babasına nasıl söyleyebilmişti onca lafı. Gariban marangoz Salih, o kış günlerinde geceleri de halde hammallık yapmış ve bir hafta sonra almıştı yeni botları oğluna. Gerçi sonra çok özür dilemişti babasından ama yine de utanıyordu işte hatırlayınca.


Gözleri dolu dolu oldu Hasan'ın ama uzun zamandır ilk kez huzurluydu. Uzandı yatağına, yumdu gözlerini...

Ahmet ?Baba ben dışarıya çıkıyorum. Biraz top oynayacağım' dedi. ?Aman oğlum dikkatli ol' dedi Hasan Bey. Ahmet çıkınca odaya Zeliha geldi. Gülen gözlerle bakıyordu Hasan'a.
- Elindeki tencerede ne var kız Zeliha?
- Kestane.
- Kestane mi yiyeceğiz? Ne kadar güzel.

Zeliha kestaneleri kuzineye koydu. O sırada Ahmet girdi içeri. Üstü başı yırtılmıştı. Ahmet ?Baba' diye sesli sesli ağlıyordu. ?Ağlama oğlum. Niye ağlıyorsun? Altı üstü düşmüşsün. Erkek adam bunun için ağlar mı?'. Fakat Ahmet ?Baba' diye sesli sesli ağlamaya devam ediyordu.

Hasan gözlerini açınca otuz yaşlarında birinin kendisine bakarak ?Baba' diye sesli sesli ağladığını gördü. Hasan'ın yıllardır bu güne hazır gözleri derhal saldı yaşları.
- Allah'ım ne olur bu rüya olmasın.
- Hayır baba bu rüya değil.
- Ahmet oğlum sen misin?
- Evet baba benim. Yıllardır seni arıyorum. Çok şükür buldum.

Ağlayarak sarıldılar birbirlerine.
- Nereden haberin oldu oğlum? Nereden öğrendin burada olduğumu?
- Dün akşam bir arkadaşıma ailece yemeğe gittik. Arkadaşın hanımı dün seni televizyonda görmüş. Senin televizyonda söylediklerini anlatınca ?İnşaallah odur.' dedim. Geldim, işte buradasın.
- Beni görünce tanımazsın sanırdım.
- Nasıl tanımam baba. Yıllardır fotoğrafınla uyuyorum. Neyse baba gel gidelim, bunları evde konuşuruz.

O gün hava güzel olduğundan boşaltıyorlardı salonu. Kapıdan çıkan Hasan oğluyla bir müddet yürüdükten sonra döndü baktı kapıdan çıkan insanlara. Neden çıkarıyorlardı ki bu insanları. Halbuki hepsi de memnunlardı oradan. Ama doğru ya. Bu salonun çok daha önemli işleri vardı.

Şair Ahmet akşam yemeğinden sonra yine her zamanki penceresinin önüne geçti ve yarım kalan şiirini tamamlamak istedi. Fakat içinde bulunduğu durum bu şiiri tamamlayacak bir ilham vermiyordu ona. Uzun zaman sonra çekilen bulutlar arkasından dolunay görünmekte ve uzun yıllar sonra kavuştuğu babası içeride torunlarıyla oynamaktaydı.

11 Aralık 2009 9-10 dakika 68 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 14 yıl önce

    Hayatın içinden, sıkıcı gelmiş olmalı hikaye, önemi yok Hasan veya Ahmetin, tıpkı spor salonunun daha önemli işlerde kullanılması gerektiği gibi sıradan insanlar önemsizdir. İnsanlar önemsizdir.

    "Ucuz değil hiç bir şey
    Büyük bedeli olmalı Yüreğimi koymuşum ben Yenmek için karanlığı"

    Demiş şair, şair olmak sadece şiir yazmak mıdır? İnsan olmak sadece kimliğin ve konumunla mı ölçülür? Hikaye dediğin sadece yazı mıdır?Sor sorabildiğince cesaretin var ise.

    İnsanlığa, insana ait kısa ama geniş perspektif sunan eserin için tebrikler ve saygımla...

  • 14 yıl önce

    keşkee bütün öykülerin sonu böyle mutlu bitse ...

    baştan sona merakla ve keyifle okudum tebrikler kaleminize 👍