Yaşadım Diyebilmek İçin
Yorgun yüzüne savrulan beyaz saçlarını topladı ve hafif esen rüzgârın serinliğini hissederek şalına biraz daha sıkı sarıldı. Oysa deniz ne kadar sakin ve maviydi. Yaşamda bir yerlere yetişmeye çalışan insanların mutsuz ve acelece adımlarına bakmıyordu artık sadece sonbahar ve denizdi şu an yaşadığı. Mavi derinliklere saplamıştı bakışlarını, kendi sessizliğine gömülmüştü. Sanki yüzlerce metrelerde derinliklerdeydi, gürül gürül akan dünyadan çoktan kopmuştu.
Yıllar olmuştu çok severek evlendiği eşinden ayrılalı. O da çok sevmişti kendini, biliyordu. Ama uyuşamamışlardı bir türlü. Birçok ortak noktaları olmasına rağmen evliliği sürdürememişlerdi. Suçlu aramanın ya da suçu bütünüyle ona yüklemenin anlamsızlığını, geçip giden sorgusuz yıllar daha iyi öğretmişti. O da bu ayrılmadan çok yaralanmıştı. Kendisi gibi mutluluğu yeniden arama gibi bir çıkış yolu aramayı denememiş, memuriyet görevinden istifa ederek, koca şehirden ve kendisinden kaçmıştı. Duygusal anlamda tam bir çöküntü oluşturan boşanma sonrasında arayıp sorma cesareti bile kalmamıştı. Sadece dostları bir iki yılda bir haber getiriyorlardı. Kendisi az da olsa mutluluğu yakaladığı İstanbul'u terk edememişti. Boşandığı eşi ise dostlarından öğrendiği kadarıyla yoksul bir Anadolu köyüne göç etmiş, kendine bir gecekondu yaparak tam anlamıyla inzivaya çekilmişti. Sadece ortak dostları olan 1-2 aile ile çok sınırlı bir zaman içinde görüşmeyi kabul ediyordu. Kendisi de öyle değimliydi sanki. Sanki boşandığı kocasına değil tüm dünyaya küsmüştü. Onun için yaşam bir amaçtan öte bir araçtı sanki. Çünkü eşiyle evli kaldığı on yıl içinde dünyaya getirdikleri dünya tatlısı kızlarının yetiştirilmesi gerekiyordu.
Varlıklı bir ailenin tek çocuğu olan kocası sahip oldukları tüm taşınmazları ve çocuklarının velayetlerini ona bırakmıştı. Daha sonraki yıllarda da kazancının bir kısmını da eşi ve çocuklarına verme sözü verdi ve sözünü hiç aksatmadan yerine getirdi.
Oysa ne kadar güzel başlamıştı her şey. Fakülte tiyatro gurubunda tanışmışlardı. Dört yıl boyunca çeşitli oyunlarda birlikte rol almışlardı. En mutlu oldukları oyun ise ikisinin beraberlikleriydi. Fakülte bitip evlendiklerinde ilk kızlarına dört aylık hamileydi. İkinci kızlarını dünyaya getirdiğinde eşi isterse çalışmayabileceğini söyledi. Mantıklı buldu. Çocuklarını daha iyi yetiştirebilirdi zaten kocasının kazandığı ve sahip oldukları rahat bir yaşam şansı veriyordu. Üçüncü çocuğa seve seve hamile kaldı. Evlenirken biz düzine olsun demişlerdi ama üçüncü çocukları altı aylık iken evlilikleri üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başlamıştı. Aslında bulutun sarı mı, kara mı olduğunu asla öğrenmemişti ama var olduğunu hissediyordu. Kocasına sorduğunda doğru dürüst hiçbir yanıt alamadı. Hep eşine açık olmuştu yine de öyle oldu. Bitiririm bu evliliği ve geriye dönüp bakmam dedi. Bir gün kocası ile aynı işyerinde çalışan bir arkadaşının iş yerinde, kocasının ortanın malı olarak bilinen bir kadınla hafta sonu kaçamağı yaptıklarını bizzat kadının ağzından duyduğunu telefonda söyleyince yolun sonuna geldiklerini anlamıştı. Son derece sakin karşıladı eşini. Hatta pardösüsünü asmadan önce dudaklarından öpmüştü eşini. Ki o dudakları başka bir kadının öptüğünü bile bile. Aslında bu bir veda öpücüğüydü, kararlıydı. Ancak daha kocası bilmiyordu ama az sonra öğrenecekti. Yüreğinde fırtınalar içinde hazırladığı yemekleri masaya getirirken günün nasıl geçtiğini sordu. Alışılmış yanıtlar verdi kocası. Yemeği çoluk çocuk güle oynaya yediler.
- Rauf ben bebişi uyutayım, sende kızları odalarına götür biraz erken uyut lütfen seninle konuşacaklarım var. Rauf'un soru işaretleriyle dolu gözlerle kızları odalarına götürdüğünü izledi sonra bebişi emzirerek uyuttu.
- 'Rauf oturma odasındayım, lütfen buraya gel' dedi. Rauf meraklı b akışları üzerinde yanına yaklaştı.
- 'Gel yanıma otur Rauf' dedi ve kocasının zayıf ellerini tuttu, sanki titriyorlardı, yoksa titreyen kendi ellerimiydi?
- Rauf hafta sonu Gümüldür'deki inşaata gittiğini zannediyordum. Yani aslında Gümüldür'e gittiğin doğru da, oraya inşaattan başka bir amaç içinde gittiğini öğrenmiş bulunuyorum. Durum böyle olunca bana tek bir seçenek kalıyor.
-'Doğru canım' dedi Rauf. 'Yalnız değildim, iş yerinden bir bayanlaydım. Aslında sen de hissettin. Akılsızca bir davranıştı bunu geçte olsa fark ettim ve bu hafta bunu çözmek için, yani bitirmek için Gümüldür'e onu da götürdüm. Yanlış ta olsa bir ilişkinin bitişinde küçük bir seremoni olmalı diye düşünmüştüm.
-Haklısın canım, iyi etmişsin. Ya bizim seremonumuz ?
-Ama biz evliyiz aşkım, dedim ya bir hataydı ve bitirdim.
-Hata evet, hata yaptın ve bitirdin. Ama sadece bitirdiğin kaçak aşkın değil bir tanem, evliliğimizi de bitirdin. Bu nedenle bu gece burada kalabilirsin ama ayrı bir odada kalma koşuluyla. Yarın ya sen git bu evden ya da izin ver ben ayrılayım.
-Ama Sema...
-Lütfen sus Rauf, kendini daha fazla küçük düşürme, saygını azaltma.
Peki dedi Rauf. Konuşmasının fayda etmeyeceğini, durumu daha da kötüleştireceğini çok iyi biliyordu. Kafasını elleri arasına aldı ve sustu.
Sabah uyandığında uyuması için bıraktığı odanın kapısı açıktı. Çarşaflar bozulmamıştı. Kocası muhtemelen sabah olmadan evi terk etmişti.
-II-
Rauf ile bir ömür boyu diye söz verdikleri yolda yalnızdı şimdi. Aslında yalnız sayılmazdı, biri altı aylık olmak üzere üç kızı vardı ama Rauf'suzdu. Dostlar girdi araya 'bir çocukluktu geçti; bir hataydı bitti' gibilerinden birçok farklı cümleler bile kurdular. Hatta kadın arkadaşlarından biri 'çapkın olmayan erkek, erkek değil merkep' bile dedi. Hiç biri yüreğindeki yangını söndüremedi. Rauf'u bir türlü affedemedi. Rauf'u her anımsayışında sevgi tohumlarından nefret fışkırıyordu şimdi.
Rauf gecenin ilerleyen saatlerinde evi terk etmesinden sonra tam anlamıyla bir sessizlik denizine gömülmüştü. Görev anında bile sadece direkt işi ile ilgili konularda konuşuyordu. Çok çok üzgündü. Karısı ve çocuklarını, daha evden çıkmaya karar verdiğinin ilk saniyesinde özlemişti ama geriye dönüşü yoktu. Karısını çok iyi tanıyordu, aldığı bir karardan asla dönmezdi. Bazen evlilik belki onu değiştirmiştir dediyse de, ayakları tekrar eve dönme cesaretini gösteremedi. Sudan çıkmış balık gibiydi, hiçbir şeyi gözü görmüyordu. Biran kaçma fikri oluştu yüreğinin bir yerlerinde. O gün istifa dilekçesini verdi. İlk trenle Anadolu'ya açılacaktı. Tren garına koşar adım ulaştı. 'Bir bilet alabilirmiyim?' dediğinde biletçi 'Nereye gitmek istiyorsunuz? demişti. Beklemediği bir soru ile karşılaşmış gibi epey düşündükten sonra 'ilk tren nereye' diye sormuştu. 'Haydarpaşa Ekspresi var, İzmir ve Aktarmalı Konya'ya gider'. 'Konya'ya bilet alabilirmiyim?'. Kopuş o an başladı. Tren Afyon'dan çıkıp düz bozkırlara ulaştığında, ilk durulan köyde indi.
Sema içinse yaşam yeni başlamıştı. Eşiyle bir zamanlar açtırdıkları banka hesabından geçinmeye çalıştı biraz. Ev kendinindi ama diğer masraflar dağ gibiydi. İşinden ayrılmış olan Rauf'un para gönderebilme imkânı da yoktu. Düzenli bir gelire ihtiyacı vardı. Ama üç çocuğu nereye bırakabilirdi? Para kazanmalıydı ama ancak evde çalışırsa bu mümkün olabilecekti. Birden aklına Laleli'de satılan el örgüsü işleri aklına geldi. Ertesi gün bebişi de yanına alıp, Laleli'de bu işleri yapan ve satan mağazaya ulaştı. On yıldan fazla sürecek bir esaret dönemi başlıyordu, hem de kendi evinde. Hiç durmaksızın, gece gündüz örgü ördü. Çocuklarla birlikte ellerindeki nasırlar ve gözlüklerinin derecesi de büyümüştü. Birkaç yıl küçük birikimler yapıp ikinci el bir örgü makinesi satın aldı. El örgüsü kazaklarla birlikte makine işi örgüler de yapmaya başladı. Büyük kızı ilkokulu bitirdiğinde elektrikli örgü makineleri oldu. Liseyi bitirip hemşirelik yüksekokuluna başladığında ise evlerini büyük bir bölümü trikotaj atölyesine dönüşmüştü. Sema kızlarını da kendisi gibi yetiştirmişti. Okullarında başarılı birer öğrenci olan kızlar, evde de yetenekli birer çıraktılar. Kötü günler bitti diye düşünüyordu Sema. Zaman zaman ana ve üç kızı dış dünyaya çıkıyorlardı artık. Mutlu olmak için, ayakta durabilmeyi öğrenmişlerdi. Büyük kız okulu bitirip hemşire oldu ve özel bir hastanede düşük ücretle de olsa göreve başladı. İlk yıl içinde hastanede genç bir pratisyen doktor evlenme hedefli ciddi bir ilişki teklif etti. Olabilir dedi kızı. Aslında ailece olabilir dediler çünkü hepsi birbirine son derece kenetli yaşıyorlar ve her şeyi ailenin tümünün bilgisine sunuyorlardı. Bir gün büyük kız kasıklarında aşırı nedeniyle hastanede bayıldı. Aile apar topar hastaneye taşındı, haber kötüydü kızlarının genital yollarında büyük bir ur vardı. Acilen alınmazsa patlayabilirdi, hemen aldılar. Urun çıkmasındaki kötü sürpriz, evlenme hayalleri kurdukları doktorun aslında ur nedeniyle olan ancak sudan bahaneler bularak büyük kızı terk etmesiyle acımasız bir tokata dönüşmüştü. Sema ve diğer iki kız bağrına bastılar ablalarını, ona yaşama sevinci olmaya çalıştılar. Sema bu tokatı sineye çekmeye çalışırken, hafta sonu mahallerinde büyük bir yangın çıktı. Kendisi ve büyük kızı dışarıdaydı. Liseye devam etmekte olan küçük kızı ve evleri alevlerin acımasızlığından kurtulamamıştı. Yangın çıktığında yakın evlerin birinde arkadaşları ile ders çalışmakta olan ortanca kızları yangını duyar duymaz koşmuştu ama yangın kontrolden çıkmıştı. Hiç duraksaman itfaiyecilerin ve kalabalığın feryatlarına aldırmadan içeride olduğunu bildiği kardeşine yani alevlerin içine koştu. İtfaiyecilerden biride bu alevlere dalan genç kızın arkasından koştu ve alevlerin içinden çekip aldı. İtfaiyeci ve kucağında genç kız dumanlar içinden hızla çıktıklarında genç kızdan dumanlar yükseliyordu. Hemen battaniyelere sarıp söndürdüler ama genç kızın perileri andıran yüzü ve altın sarısı saçları tamamen yanmıştı. Acilen hastaneye kaldırdılar. Bütün bu olaylar olup biterken anne ve büyük kız çarşıdaki işlerini bitirmiş mutlu bir şekilde evlerine dönüyorlardı.
Aylar geçti o gün, vücudunun büyük bir kısmı ciddi yanıklar barındıran ortanca kızı, uzun ameliyatlar sonunda hastaneden çıkacaktı. Mavi derinliklerden sıyrılıp saatine baktı. 'On dakika kalmış, artık hastaneye gitmeliyim' dedi. Gözlerini sildi, üstünü başını düzeltti, üzüntünün izlerini silmeye çalıştı. Yüzünde, güzel yeşil gözlerinden başka kızı olduğunu anımsatan hiçbir kısmın kalmadığı hastasına yapmacık gülüşlerle güç vermeliydi. Banktan kalkmak üzereyken omzuna bir elin dokunduğunu hissetti.
-Sema...
-Rauf???
-Kızımızın burada olduğunu ve bu gün taburcu olduğunu öğrendim...
-Kızımız mı, yani biyolojik olarak, evet. Sen ona kızım diyebilirsin ama o sana eminim ki baba demeyecek. Hatta ziyaretine üzülecek. Çünkü onların biyolojik babaları var ama gerçek babaları yok. Bu nedenle yıllar önce kapanmış bir yarayı deşeleme lütfen... Rauf geldiği gibi sessizce ve küçük adımlarla uzaklaştı. Saçları tamamen beyazlaşmış, beli hafifçe bükülmüştü. Son derece bakımsız ve zayıftı. Sema kısa bir süre daha baktı Rauf'un arkadından, yüreğinin hiç sızlamadığını fark etti.
'Yaşam' dedi kendi kendine. 'Sahi yaşamışmıydı???'. Rauf için bu sorunun tam karşılığını bimiyordu ama kendisi için net bir cevabı vardı'.