Yaşam Kavgası

Babasının tüm mal varlığını kumarda kaybetmesinden sonra çok zor bir gençlik geçiren Zeki evlenir ve Mardin’in bir köyünde eşi Fatma ve biricik oğlu Yakup ile dededen kalma bir kerpiç evde, gündelik işlere giderek geçinmeye çalışır. Çok zor geçen kış boyunca hiç çalışamaz ve kilerdeki bütün zahiresi neredeyse tükenir. 

Kışın bahara evrildiği güneşli bir gündür. Köy kahvesinde tütün yakmış kara kara düşünürken çayını yudumladığı bir anda köylüsü Yusuf masasına gelir, oturur. 

Yusuf, Cizre’de yapılmakta olan köprü inşaatında çalışacak işçi alımı için kendisi ve Zeki’nin adını yazdırdığını, hemen yarın gidip başlayabileceklerini, 6 ay sürecek olan işin, yevmiyesinin dolgun olduğunu söyler.

Ancak evinden, hele de oğlu Yakup’tan ayrılıp 6 ay sürecek bu işe gitmek Zeki için hiç de kolay olmayacak. Ben bir düşüneyim diyerek kalkar evin yolunu tutar.

Akşam yemek yerlerken eşi Fatma’ya işten bahseder, Fatma evde hiç yiyecek kalmadığını ve bu işe gitmesi gerektiğini söyler. Zeki’yi ikna etmeye çalışır. O sırada oğlu Yakup’u seyreder. Derin bir iç çeker. Gözleri dolan baba Zeki, o an bu işe gitmeye karar verir.

İlk defa evinden ve oğlundan ayrılacağı için gece yer yatağında kıvranır yatamaz. Bir tütün daha yakar. Tavana vuran sobanın kızıllığına dalar. Az ileride yatan oğlu Yakup ‘un yanına gider. Başını okşar, öper, üstünü örter. Uzunca bir süre oğlundan ayrı kalacaktır. Kapının önüne çıkar. Gökyüzünü seyreder. Bir tütün daha yakar efkarlanır. 

Ertesi sabah Zeki ve Yusuf yola koyulur. Birkaç saat sonra Cizre'de şantiyededirler.

Çalışanları gözlemlediği bir haftanın sonunda şantiye şefi Nurettin Bey, sorumluluk sahibi ve çalışkan olduğundan emin olduğu Yusuf’u yardımcısı yaparak ekibin başına geçirir. Fakat Zeki’nin performansını hiç beğenmez, hatta onu köyüne geri göndermeyi bile düşünür. Ancak köylüsü Yusuf buna engel olur.

Şantiyede genel olarak bir aile havası vardır. Mesai bitiminden sonra demlenen çayla, edilen sohbetle, söylenen şarkı türkü ile her günleri çok eğlenceli geçer.

Ancak Zeki, ekibe hiç ayak uyduramaz, arkadaşlarının kalbini kırar. Ortak yapılması gereken işlere katılmaz. Yemekhanede bir arkadaşı ile tartışır. 

Tahammülsüz, sitemkar ve oldukça geçimsiz olan Zeki her gün yeni bir krizin ve aksiliğin içinde yer alır. 

Herkesin çalışmaya daldığı bir öğlen vaktidir. Hiçbir iş yapmıyor algısını yıkmak için tedbir almadan halat bağlamadan kolonun tepesine tırmanıp kalıpları tek başına sökmeye başlayan Zeki, o gün oldukça dalgındır. Biricik oğlu Yakup’un sesini duymayalı tam 1 ay olmuştur.

 Cizre’nin öğle güneşinin altında çalışan işçiler bir anda büyük bir gürültüyle kopan kalıpların arasında Zeki’nin bağrış seslerini duyar. Zeki çalıştığı yüksek kolonun tepesinden kalıplarla birlikte düşerek ağır yaralanır. Sırtında ve bacaklarında kırıklar ve çeşitli yerlerinde yaralanmalar olur. Köylüsü Yusuf hemen yardımına koşar. Kana bulanmış gömleğinin cebindeki, oğlunun fotoğrafı gözüne çarpar. Üzerindeki tahtaları kaldırırlarken ambulans gelir. Yusuf, köylüsü Zeki’yi yalnız bırakmaz. Onunla birlikte hastaneye gider ve tedavisi bitene kadar da başında bekler. 


Devlet hastanesinde ameliyatının üstünden bir hafta geçmiş ve yavaş yavaş sargılar açılmaya Zeki toparlamaya başlar. Hastanedeki otuzuncu günüdür bir sabah doktor gelir. Zeki’yi yürütür. Kalıcı bir hasarın olmadığını ancak uzun bir süre daha dinlenmesi gerektiğini söyler .

Zeki söylenmeye, kaderine saymaya ve isyana varacak sözler mırıldanmaya başlar. Yusuf, böyle büyük bir kazanın daha kötü sonuçlanabileceğini, Allah korusun yatalak kalabileceğini, kurtulmuş olduğu için şükretmesi gerektiğini söyler.

Ancak zeki daha da hiddetlenir. Tuvaletimi bile yardımın olmadan yapamıyorum, daha beter ne olabilir diye çıkışır.

Yusuf hayretle o nu izler sessiz kalır.

Zeki destekle de olsa yürüyebiliyordur ve hastaneden taburcu olacağı an gelir. Yusuf koluna girer ve onları almaya gelen araçla şantiyeye dönerler. 

Şantiyedeki arkadaşları, onları yemekhanede sevinçle karşılar. 

Herkes Zeki ‘ye geçmiş olsun deyip sarılır. Tam o sırada şantiyenin yemekhanede bulunan telefonu büyük bir yankı ile çalar. 

Şantiye şefi Nurettin bey, ahizeyi alır. 

Arayan Zeki’nin köyünden bir akrabasıdır. Konuştukça terleyen ve yüzü düşen Nurettin bey, tamam sizin de başınız sağ olsun der. Telefonu kapar. 

Zeki’ye yaklaşır. Şey der…. Şey sizin köyden aradılar der yüzünde donuk bir ifadeyle. 

Oğlun Yakup der susar…

Zeki, Nurettin beyin bu ses tonunu hiç beğenmez. 

Evet, oğlum kaza geçirdiğimi mi duymuş . Beni mi merak etmiş? Diye sorar. 

Nurettin bey, derin bir iç çekip yutkunur.

Ve gözünden bir damla yaş gelir. Başın sağ olsun kardeşim der ve Zeki’ye sarılır. 

Yakup’un bu sabah arkadaşlarıyla gittiği köyün dışındaki gölette boğulduğunu söyler. 

O an Zeki'nin dünyası başına yıkılır. Kendini yerlere atar, elbiselerini yırtar. Yanan yüreğinin acısıyla feryadı arşa ulaşır.

Yusuf zar zor ayılttığı Zeki'yi yarı baygın şekilde alarak şantiye aracıyla köylerinin yolunu tutar. Acılı baba Zeki’yi, oğlu Yakup’un cenazesine yetiştirir.  

Yakup’un küçücük mezarının başında takati bitmiş bir halde Zeki‘nin dilinden tek bir cümle dökülür. 

Beterin beteri varmış meğer. Affet Alllah’ım.

Oğlunun ölümüyle Zeki’nin bütün hayatı değişir. Bambaşka biri olur. 


SON


Osman Açan

07 Mart 2024 5-6 dakika 5 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (3)
  • 9 ay önce

    Büyük konuşmamak gerekir hayatın başımıza neler getireceğini bilemeyiz çünkü, daha beterini düşünüp şükretmek en iyisidir bazen

  • Bende Sermin hanıma katılıyorum. Ne oldum değil, ne olacağım demeli. Etkili bir yazı tebrik ve selamlarımla.

  • Öncelikle köy, içindeki karakterler ve soba tasviri hepimizin geçmişte bir şekilde yaşadığı anıları gün yüzüne çıkarmayı başardı diyebilirim sizin anlatımınızla. Köye gittik ve sanki Zeki ile konuştuk ona üzüldük ya da teselli etmek istedik. Gerçekçi anlatımınızı tebrik ediyorum. Geç kalmış olsam da güne de gayet yakışmış öykünüz Osman bey. Allah acımızı başka bir acıyla unutturmasın son olarak.