Yaşamın bir zerresinden notlar
Baban öldü diye seslenirlerse sana ne yaparsın? Nisan bahar ayı yağmurlu. Damlalar o kadar çok
ki hangi yaprağa dokunsan ıslanıyorsun. O ara açık hava sinemasındaki çakıl taşlarıyla ıslanmış
tahta iskemleleri düşünüyorsun ve o iskemleler neden hep birbirlerine bağlıdırlar ve neden
tahta gibi kokmazlarda üzerlerine sinmiş insan kokusu kokarlar; deri kalp tırnak etek kilot pantolon
hüzün üzüntü göz yaşı daha bir sürü şeyler. O halde sana aptalsın desem ayıp kaçar mı?
Baban öldü deseler koltuğunun altındaki kitaplar bile duyarsız kalsalar. Maksim Gorki gülse Sevgi
Sosyal babanın romanını yazsa mezarında okur musun? O ara şehrin en işlek caddesinin bir
köşesinde babanı beklesen yanında sarışın bir hanım üstelik araştırdığında bir polisin karısı çıkarsa
işkillenmez misin? Baban öldü deseler hiç bir şeyi gizlemeden çekinmeden anlatsan ,diyelim ki
annen bir sabah kalkıp babanla dostunun suyusunu ısıtıyor söyle bakalım tepkin ne olurdu?
Şartlar; bağırmakla olmuyor ve bana kalırsa ağlamak zırlamak umutsuzluğa esir olmakla da
olmuyor. Şart dediğin şey kabul et etme beni alakadar etmez, şart dediğin şey kendiliğinden oluyor yabani bir ot hiç ummadığın bir yerinde çıkarsa öyle düşün bunu sivilce gibi yeri ve zamanı belli değil şekli şemali olmayan bir duygu bir oluş...
Ben kimseyi küçümezdim ama babamı küçümserdim.
Eski virane harap bir evin yıkılışı sırasında kerpiçlerin taşların arasından akıp giden yılandı ve kesinlikle öldürülmesi gereken bir yılandı benim için babam. O yılanı tahta kılıcımla öldürmüştümde ama eve döndüğümde şiş göbekli küçümsediğim yaratık sırıtıyor ve yaşıyordu.
Baban öldü diye seslendiler mahalledekiler. İnan nasıl sevindim. Kutlama yaptım doğum günüme üç gün vardı ve hayatımda doğum gününü ilk kez o gün erken kutladım ve daha sonra ki yıllarda devam etti bu. Sanki kendi kendimi gıdıklayıp gülmek çok hoşuma gidiyora benziyordu bu durumum.
Mahalleli hırsızdı. Mahalleli arsızdı. Mahalleli esrarkeşti. Mahalleli otu toz haline getirip ciğerlerine çektiklerinde bu dünyanın ne kadar pembe sahnesi varsa oraya doğru uçuşa geçerlerdi. Gerçek dünya acımasız ilgisiz ve kalleşti mahalleli için. Ben karpuzlarla oyalanırdım. Atarlardı tutardım. Atarlardı tutardım. Sonuç olarak biraz cep harçlığım olurdu. Aklıma gelmezdi kaymaklı bisküvü filan almak, harçlığın yarısını anama bırakır yarısına kitap alırdım. Evde yememiz için bir kaç karpuz verirlerdi. Avlu da sivriltilmiş bir taşa vururdum. Bu alışkanlığımdı. Üstelik avludakiler çok kızarlardı. Oysa kırıp yardığım babamın kellesiydi. Isırdığım suyunu içtiğim kırmızı suysa karpuz suyu değil kanıydı. Bunları neden anlatıyorum sana? "Kabul et sahtesin" dediğin için imzanda...
Şimdi mi? Çok sevecen bir babayım. En azından saygı görüyor seviliyorum. Ve anlayacağın kaşınmıyorum. O eskidendi...
ki hangi yaprağa dokunsan ıslanıyorsun. O ara açık hava sinemasındaki çakıl taşlarıyla ıslanmış
tahta iskemleleri düşünüyorsun ve o iskemleler neden hep birbirlerine bağlıdırlar ve neden
tahta gibi kokmazlarda üzerlerine sinmiş insan kokusu kokarlar; deri kalp tırnak etek kilot pantolon
hüzün üzüntü göz yaşı daha bir sürü şeyler. O halde sana aptalsın desem ayıp kaçar mı?
Baban öldü deseler koltuğunun altındaki kitaplar bile duyarsız kalsalar. Maksim Gorki gülse Sevgi
Sosyal babanın romanını yazsa mezarında okur musun? O ara şehrin en işlek caddesinin bir
köşesinde babanı beklesen yanında sarışın bir hanım üstelik araştırdığında bir polisin karısı çıkarsa
işkillenmez misin? Baban öldü deseler hiç bir şeyi gizlemeden çekinmeden anlatsan ,diyelim ki
annen bir sabah kalkıp babanla dostunun suyusunu ısıtıyor söyle bakalım tepkin ne olurdu?
Şartlar; bağırmakla olmuyor ve bana kalırsa ağlamak zırlamak umutsuzluğa esir olmakla da
olmuyor. Şart dediğin şey kabul et etme beni alakadar etmez, şart dediğin şey kendiliğinden oluyor yabani bir ot hiç ummadığın bir yerinde çıkarsa öyle düşün bunu sivilce gibi yeri ve zamanı belli değil şekli şemali olmayan bir duygu bir oluş...
Ben kimseyi küçümezdim ama babamı küçümserdim.
Eski virane harap bir evin yıkılışı sırasında kerpiçlerin taşların arasından akıp giden yılandı ve kesinlikle öldürülmesi gereken bir yılandı benim için babam. O yılanı tahta kılıcımla öldürmüştümde ama eve döndüğümde şiş göbekli küçümsediğim yaratık sırıtıyor ve yaşıyordu.
Baban öldü diye seslendiler mahalledekiler. İnan nasıl sevindim. Kutlama yaptım doğum günüme üç gün vardı ve hayatımda doğum gününü ilk kez o gün erken kutladım ve daha sonra ki yıllarda devam etti bu. Sanki kendi kendimi gıdıklayıp gülmek çok hoşuma gidiyora benziyordu bu durumum.
Mahalleli hırsızdı. Mahalleli arsızdı. Mahalleli esrarkeşti. Mahalleli otu toz haline getirip ciğerlerine çektiklerinde bu dünyanın ne kadar pembe sahnesi varsa oraya doğru uçuşa geçerlerdi. Gerçek dünya acımasız ilgisiz ve kalleşti mahalleli için. Ben karpuzlarla oyalanırdım. Atarlardı tutardım. Atarlardı tutardım. Sonuç olarak biraz cep harçlığım olurdu. Aklıma gelmezdi kaymaklı bisküvü filan almak, harçlığın yarısını anama bırakır yarısına kitap alırdım. Evde yememiz için bir kaç karpuz verirlerdi. Avlu da sivriltilmiş bir taşa vururdum. Bu alışkanlığımdı. Üstelik avludakiler çok kızarlardı. Oysa kırıp yardığım babamın kellesiydi. Isırdığım suyunu içtiğim kırmızı suysa karpuz suyu değil kanıydı. Bunları neden anlatıyorum sana? "Kabul et sahtesin" dediğin için imzanda...
Şimdi mi? Çok sevecen bir babayım. En azından saygı görüyor seviliyorum. Ve anlayacağın kaşınmıyorum. O eskidendi...