Yaşlı Dilenci
O gün yine aynı yoldan yine aynı saatte yine aynı yere gidiyordum. Tam köşebaşında yaşlı bir dilenciye rastladım. Elimi cebime attım;" Bak teyze ne çıkarsa bahtına" dedim ve elimi cebimden çıkardım, parayı tam uzatacaktık ki avucumda halamın alışveriş için verdiği paranın durduğunu fark ettim. Bir paraya baktım bir de dilenciye. Bu bakışlarım bir kaç kere dolandı durdu iki arada, çaresizce. Kadıncağız titrek bir sesle"Evladım eğer bozuk paran yok ise boş ver, düşünmen bile yeter" dedi. Konuşmasının düzgünlüğü beni hayrete düşürmüştü. Ben bile bu kadar düzgün bir diksiyon ile konuşmayı beceremezdim. Oysa kelimeleri tamir etmekti benim işim yani ben kendime şair demeye cesaret edebilen bir insandım.
Neyse ! Yaşlı dilencinin gözlerine takıldı gözlerim bir an. Uzun süre bir süre ayıramadım gözlerimi ondan. Ne kadar zaman geçti bilemiyorum. Bakışlarımda cimrilik yoktu fakat o para o günkü evin ihtiyaçları için ayrılmış son paramdı. Aklım avucumdaki parada değildi aslında, dilencideydi. Yaşlı dilencinin gözlerinde vefasız bir kadının yalvaran yüreğini görüyordum sanki. Onun da benim de gözlerime yağmur bulutları uğramış ve hüzünlü damlalarını kirpiklerimize bırakıp gitmişti. Artık mantığımın sesinden uzaklaşıp yüreğimin sesini dinlemeye başlamıştım. Parayı olduğu gibi hiç düşünmeden dilenmek için el açtığı avucuna koyup "Buyur teyze, gönlünce harca" dedim ve uzaklaşmaya başladım.
O gece yemek yapamamıştım kahvaltı ettik. Yediğim her zeytin tanesinde o yaşlı dilencinin ağlayan gözlerini görüyordum. Çok etkilenmiştim çünkü çok dilenci görmüştüm ama ağlayarak dilenenini ilk defa rastlamıştım. O gece sabaha kadar uyuyamadım.
Sabah olunca yine aynı yoldan yine aynı saatte yine aynı yere gidiyordum. Aynı köşebaşına geldiğimde gözlerime inanamadım. Yaşlı dilenci yine oradaydı ve yine ağlayarak dileniyordu. Bakışlarında yüreğini gördüm sanki bana bir şeyler söylemek istiyordu ama diyemiyordu. Ben her seferinde avucuna para bırakıyor o ise her zaman yüzüme o gizemli ifade ile bakıyordu. Her gün aynı köşede onunla karşılaşmak ben de bir alışkanlık haline gelmişti. Böylece altı ay geçti.
Bir gün yine aynı yerde avucunu açmış yine dileniyordu yaşlı dilenci. Fakat bu sefer gözleri daha değişik bakıyordu daha ilk görüşte hissetmiştim bu farklılığı. Yüreği gözlerinden yanaklarına doğru akıyordu sanki. Hasret yüklü geçmiş kurak yıllarını sulamak istercesine. Üstelik uzattığım parayı da almamıştı bu kez. Yine titrek sesiyle konuşmaya başladı. Bana "Yavrum, artık avucuma paranı değil yüreğini bırak. Ben senin annenim, ne olur beni affet ne olur beni affet yavrum" diyebildi. Bir an da ellerim buz kesmişti o an adeta kanımın donduğunu hissetmiştim. Hiç bir şey söylemeden yanından koşarak uzaklaştım. Konuşmamayı tercih etmiştim zira konuşsaydım bunca yıldır biriktirdiğim isyan yüklü kelimeler, milyonlarca sitemkâr heceler sadece tek bir sözcüğe sığacak ve "ASLA" diye bağırıp son noktayı koyacaktım belki de. Her zaman ki gibi yine susmayı tercih etmiştim. Ben zaten son sözümü daha beş yaşında söylemiştim. Kısa fakat anlamlı.
''NE OLUR BENİ BIRAKMA ANNE''...
Evet o yaşlı dilenci kadın benim annemdi ve beni dileniyordu mendilini serdiği her köşede. Ben hep susmuştum ve ben sustukça içimdeki o beş yaşındaki çocukta susmuştu benimle birlikte senelerce. O günden sonra artık yolumu değiştirmiştim. Ne yüreğim ne de yorgun ayaklarım o yola gitmek istemiyordu. Aradan ne kadar zaman geçti tam olarak hatırlamıyorum ama tahminen bir iki ay sonra okulda çocuklardan duydum. DİLENCİ TEYZE ÖLMÜŞ,DİLENCİ TEYZE ÖLMÜŞ, diyorlardı hep bir ağızdan. O an hissettiğim duygunun ne olduğunu bugün bile çözebilmiş değilim. Nefret mi, sevgi mi, pişmanlık mı, hasret mi, öfke mi...bir türlü bilemedim. Belki de hiç bir şeydi. Belki de öğretmenlik mesleğini seçmemin tek sebebiydi, bilemiyorum..
Yalnız sonradan öğrendiğime göre, koynunda eski bir mendil bulmuşlar. Düğümünü çözüp sermişler soğuk betonun üzerine. İçin de itinâ ile katlanmış bir tutam para, beş yaşında bir çocuk resmi ve bir mektup. İçinde yazılanlar ise aynen şöyleydi...
''Sevgili Yavrum. Ne olur beni affet. İnan çok pişmanım. Bir kerecik olsun sarıl bana anne de. Artık avucuma paranı değil, yüreğini bırak, sevgini bırak. Bu sefer sımsıkı tutacağım, hiç ama hiç bırakmayacağım, sana söz veriyorum yavrum. Beni affetmeyeceğini biliyorum ama, yine de senden beni affetmeni istiyorum. O gün yanımdan, tek bir kelime söylemeden, yüzüme bir kere bile bakmadan koşarak kaçtın. Haklıydın yavrum ama ben senden o beş yaşında ki çocuğu geri istiyorum. Hiç olmazsa onu ver bana. Yirmi yıllık bir vicdan azabı ile ezilen bu ananın yüreğini sen de avuçlarına al artık. Beni affetmen kolay değil biliyorum ama ben seni senden dileniyorum. Hani bana "Ne olur beni bırakma anne" demiştin ya, işte şimdi ben sana yalvarıyorum''Ne olur beni bırakma yavrum, ne olur beni bırakma yavrum" Seni çok seviyorum ... Hoşça kal...''
Yazılmış fakat bir türlü adresini bulamayan bu mektup bir şekilde elime ulaşmıştı. Birkaç kere okudum.Yazarken yüreği gibi elleri de titremişti yaşlı dilencinin. Cenazesini mendilinden çıkan para ile kaldırmışlar. Anladım ki avucuna bıraktığım paraların bir tekini bile harcamamış. Tek bir kuruşuna bile dokunmamış. Yirmi yıl önce öldürdüğüm annemin cenazesini yirmi yıl sonra defnetmek yine bana kısmetmiş. Allâhım bu ne acı bir tesadüf, ne acı bir tesadüf diyordum içimden..
Bugün yine aynı yoldan yine aynı saatte yine aynı yere gidiyordum. Tam köşebaşında yine yaşlı bir dilenciye rastladım. Elimi cebime attım ve "bak teyze ne çıkarsa bahtına" dedim ve cebimden çıkan parayı avucuna bıraktım. Başımı kaldırmaya cesaretim yoktu ama dilencinin yüzüne bakmak için de can atıyordum. Sonunda dayanamadım ve başımı kaldırıp yaşlı dilencinin doğrudan gözlerine baktım.Gördüğüm şey karşısında az daha kalbim duracak sandım. Aman Allâhım ! yine aynı gözler karşımda duruyor ve yine bana bakıyordu. Ama bu dilenci ne ağlıyordu ne de yüreğini o zeytin gözlerinde taşıyordu.
Bugün sınıfta öğrencilerimden biri.Öğretmenim; "hani köşebaşında ağlayan yaşlı bir dilenci vardı ya hani öldü. İşte onun yerine başka bir dilenci teyze gelmiş" dedi ve irkildim. Gülseren dedim o dilenci teyze yirmi yıl önce öldürülmüştü. Bir insan iki kere ölür mü dedim. Peki öğretmenim kim öldürmüş katilini buldular mı dedi... Ben de " O DİLENCİ TEYZEYİ BEŞ YAŞINDAKİ BİR ÇOCUK ÖLDÜRMÜŞTÜ YAVRUM" dedim. Ve ben hüzünle gülümsedim, hüzünle gülümsedim...
Öykümü güne layık gören tüm seçki üyelerine çok teşekkür eder,sonsuz selam ve saygılarımı sunarım.