Yazarlar Evi 4 Kaçamadığın Sorumluluklar

İdealist Ama Hüzünlü Yazarlar Evi

Prıviyızlii on İdealist Ama Hüzünlü Yazarlar Evi:

Bir sürü başarısız ilişki, kötü iş deneyimi ve kayıplardan sonra, bir gün aniden her şeyden vazgeçmeye ve tamamen yeni bir yolda ilerlemeye karar verdim.

Bir ev dolusu yazar, sakin sessiz bir ortam, yaratıcılığı körükleyecek bir mekan.

Şimdi sürekli gelip gidenler olsa da, evin içinde yaşayan kemik kadromuz oluştu.

'Arda konuşmamız lazım.' dedi Melek. Yazarlık macerasına girmemden hemen önce tanışmıştık.

'Git kendi hayal dünyanda yaşa! Ama bundan böyle beni artık yanında bulamayacaksın!'

'Son bir ayda herhangi bir şey üretmiş olanınız var mı? Öykü, deneme, şiir?'

'Tavanda bir problem var, bir kaç yerinden akıtmaya başladı. Ofisi arayacaktım ama telefonunuzu bulamadım.'

'Benim hayatım hayallerimin peşinden koşmakla geçti.' diye yanıtladı beni. 'O kadar da dramatik değil.'

'Afganistan. Laos. Tayland. Libya. Irak.'

'Buralarda mı savaştınız?'

'Buralarda rehberlik yaptım, turist gezdirdim. Turist rehberiyim ben ya. Ne gerildiniz öyle?'

İşte bu, bu evin ve içinde yaşayan başarısız yazarların hikayesidir.

Bir odamız hala boş, aklınızda bulunsun.

Buyrun...


Kaçamadığın Sorumluluklar:

Bahsetmek çok doğru olmasa da, o sabah uygunsuz bir rüya görüyordum. Yani öyle olduğunu tahmin ediyordum. Yüzünü görmediğim bir kadın, arkamdan yaklaşmış, kulak mememi yalıyor, hafifçe ısırıyordu. Uyku ile uyanıklık arasındaki o büyülü andaydım. Bu şehvetli kadın da kimdi acaba?

Kadınlarla aram özelllikle şu günlerde pek iyi sayılmazdı. Melek beni terk etmişti. Mimarlık mühendislik ofisinde çalışan kızla, adını hatırlayamadığım için istediğim yakınlığı kuramamıştım. İşler pek iyi gitmiyordu güya. Oysa terk edildiğimin bir sonraki gününde yatağımda bir kadın vardı işte.

Az kazanova değildim hani.

Gerinip esneyerek yavaşça gözlerimi açtım. İşte o an yatağımdaki dişi varlık ile göz göze geldim: Tekir bir kedi. Burnumun dibinde durmuş, bana bakıyordu.

Yoksa kulağımı yalayan bu muydu?

Iyy...

Uyanıp gözlerimi kendisine dikmem, belli ki hayvanın dikkatini çekmişti. Biraz geride durup yastığın arkasından beni süzüyordu. Göz gözeydik, romantik anlar yaşıyorduk. Gözlerini faltaşı gibi açmıştı. Yüzünde hani şu kedilerin bir şeyi hayatlarında ilk kez görmüş de şaşırmış gibi baktıkları ifade vardı. Garip bir şekilde ben de gözlerimi kendisinden alamıyordum. Karşılıklı kesişiyorduk velhasıl.

Sonra hiç beklemediğim bir anda hayvan aniden atıldı. Dişlerini burnuma geçirip, koşarak odadan kaçtı.

Ben ısırılmış burnumun acısıyla kıvranırken ağzıma geleni sayıyordum. Bir insan böyle mi uyandırılırdı? Kimin kedisiydi bu? Neydi, nasıldı? Küçücük dişleri olan hayvan, nasıl da acıtmıştı öyle? Burnumu tutarak tuvalete gittim, aynaya baktım. Kedi kılığındaki canavarın ısırdığı yer kıpkırmızıydı.

Herkes hayvanına sahip çıksındı kardeşim!

Yüzüme biraz soğuk su tutarak acıyı dindirmeye çalıştım, sonra aşağıya indim.

Büyük bir sürpriz beni bekliyordu. Ev halkı, Furkan dışında tam tekmil salonda toplanmıştı. Hangi dağda kurt ölmüştü acaba? Yoksa bir istekleri mi vardı?

'Hayırdır ne bu patırtı?' diye sordu Serdar.

'Kedinin biri girmiş içeri. Cam mı açık kalmış, nedir, bulmuş yolunu girmiş.'

Bunları söylerken hala sızlayan burnumu ovuşturuyordum. O sırada tüylü canavarı Necla'nın kucağında görüp, şaşkınlıkla bağırdım:

'İşte! İşte bu!'

Hayvan kızın kucağında kendine bir yer yapıp kıvrılmaya çalışırken Necla da gülerek açıkladı:

'Aşüfte o ayol. Benim kedim.'

'Isırdı beni?'

'Korkutmuşsundur.'

Durdum. Tabiatta kedisini savunan sahibinden daha tehlikeli bir yırtıcı yoktu. Onu kızdırmadan uzlaşmanın bir yolunu bulmalıydım:

'Nereden çıktı ki bu? Dün yoktu? Aşısı maşısı tam mı?'

'Herbişeyi tamdır benim kızımın. Evde hayvan beslemekle ilgili bir kuralımız da yok zaten. Herkes de çok sevdi.'

Hmmm. Dersine iyi çalışmıştı. Tüm argümanlarımı önceden sezerek, bütün açık kapıları kapatıyordu.

O sırada Orkun mutfak tarafından lafa karıştı:

'Arda'cığım, sen kediyle köpekle uğraşmayı bırak da, şu bulaşıklara bir el at istersen. Bak dağ gibi olmuş. Bugün sıra sende, sorumluluklarından kaç kaç nereye kadar?'

Hımm. Lanet bir komplo ile karşı karşıyaydım. Dün sıra Serdar'daydı ama Feyza'ya yıkatmıştı. Normalde sıranın bir kayması ve bugün onun yıkaması lazımdı. Katakulliye getirilmek istendiğimin farkındaydım ama bir günde iki tartışma kaybetmeye niyetim yoktu. Bu yüzden pek memnun olmasam da mutfağa yöneldim.

O sırada mutfak tezgahının üzerine beni süzmekte olan 'Aşüfte'yi gördüm. Ne ara Necla'nın kucağından inmişti, ne ara burada konuşlanmıştı?

Kediler ve gizli numaraları...

Hafifçe ona doğru eğilip Necla'nın duyamayacağı bir sesle fısıldadım:

'Seni hiç sevmiyorum! Haberin olsun!'

Cevap olarak tüylerini kabartıp tısladı.

Belli ki duygularımız karşılıklıydı.

'Dün söylediklerini biraz düşündük.' diye açıkladı Orkun. Mutfak amerikan tipi olduğu için ocakta su ısıtırken onları hala görebiliyordum. Aslında salonun bir diğer köşesindeydim, o kadar. 'Bu aralar hepimiz kendimizi çok saldık. Bu yüzden hep konuştuğumuz gibi sabah toplantılarını yapmaya karar verdik.'

'İyi, güzel haber.' diye seslendim. Aklım hala kediden nasıl kurtulacağımdaydı. Aşüfteymiş. Kıllı tüylü aşüfte mi olurmuş?

Feyza elindeki not defterine bakarak sordu:

'İstanbul'dan bir editör dün mail atmış bana. Erdoğan Söylemez. Yazılarımı incelemek için göndermemi istiyor. Ne dersiniz?'

'Aman ha!' diye uyardı Orkun. 'Tanıyorum onu, inceleyeceğim diye para ister, daha da kötüsü beğendiği yazıları başkalarına gönderir, başka yazarlara. Sakın!'

Orkun bu dünyada hepimizden daha eskiydi. Bütün numaraları biliyordu. Bütün hileleri önceden görmüş, yaşamıştı. Çok fazla insan tanıyordu. Ne yazık ki bu bağlantıları bizim işimize yaramıyordu, adamın adı piyasada araklamacıya çıkmıştı bir kere. İtibarı yerinde olsa, faydası dokunurdu belki. Ama zaten o durumda da bizim evde yaşıyor olmazdı.

'Fantastik bir şeyler düşünüyorum ben. Vampir işi çok tutuyor mesela, vampirli bir şeyler olsa?' diye sordu Berke. Serdar elini omzuna koyup söze karıştı:

'Tarihi şeyler de iyi gidiyor, Osmanlı falan. Olmadı daha eskilere, Altaylara falan gitmek lazım. Ötüken Ormanı, Horasan cart curt.'

'Ötüken yolu yokuştur, kafaları tokuştur.'

'Vampir avcısı Karaoğlan yapsak?'

'Yok artık. Karaoğlan'ın kendisi bizzat vampir olsun bari.'

'Olabilir aslında, o insanüstü özellikleri buradan geliyormuş falan. Mizahi falan böyle.'

'Ukala bir doktor var benim aklımda. Böyle çok zeki ama toplumla uyumsuz. Herkese laf sokuyor falan.'

'Oldu olacak hapisten idam mahkumu kardeşini kaçıran adamın hikayesini yapalım. Tatar Ramazan Sıkofiyıld olsun adamın adı da.'

'Bizde idam kaldırıldı yalnız, kaldırılmayaydı iyiydi, olurdu.'

'Aga, hep beraber imzamızı atabileceğimiz, ortak bir şey yapsak?'

Ekip coşmuştu bir kere. Başarılı olsun olmasın, evdeki herkesin ortak özelliği yaratıcılıklarıydı. Böyle bir ortam oluştuğu anda, hemen kendilerini gösteriyorlardı. Doğru ya da yanlış, saçma ya da mantıklı, orjinal ya da çakma, fikirler havada uçuşuyordu.

Ben mutfakta, konuşmalara hiç karışmayarak dinliyordum. Bu sırada suyun ısındığını fark ettim. Dağ gibi bulaşığa girişmenin zamanı gelmişti. İşten kaytarmak için son bir kez etrafıma bakındım, yararlı olacak bir bahane aradım. Ama Aşüfte'nin aksi bir teyze gibi kenardan beni süzdüğünü görünce bundan vazgeçtim. İş işti, yapacak bir şey yoktu.

O sırada kapının çalması ile tartışmalar kesildi. Evin en küçüğü olduğu için bu tip işlerin doğal sahibi ilan ettiğimiz Berke, gidip açtı.

'Selamın aleyküm! Çatı için gelmiştim ben.'

Dün gece ayarladığım usta gelmişti. İşte deham bir zafer daha kazanmıştı! Bana karşı tertiplenen bulaşık komplosuna çatı komplosu ile cevap vermiştim. Bulaşığa da hazır başlamamışken, heyecanla koşup atıldım:

'Hoşgeldin usta, gel göstereyim sana ben.'

'Arda'cığım ne gerek var? Sen yorulma, bulaşığa devam et. Ben biliyorum akan yeri, gösteririm ustaya.' diyerek araya girdi Serdar. Bunu söylemesiyle, adamı alıp üst kata çıkması bir oldu.

Bir günde bu kadar başarısızlık, benim için bile fazlaydı. Formumda değildim, bunu anlamıştım.

Başımı sallayıp mutsuzluğumu göstererek mutfağa giderken arkamdan gelen sesle irkildim:

'Arda Bey, nasılsınız?'

Bittiğim an işte buydu. Ellerimde bulaşık eldivenleri, önümde önlük. Ve Serra karşımdaydı, her zamanki gibi koltuğunun altında bir takım rulolarla.

'Bulaşık yıkayacaksınız galiba?'

Hayır, açık kalp ameliyatına girecektim. Hem Serra neden gelmişti ki, usta tek başına yetmiyor muydu?

'Uğrayıp işi bir göreyim istedim.' dedi kız, aklımı okumuştu sanki. Yüzünde anlamsız bir gülümseme vardı.

O sırada oturdukları yerden manidar bakışlarla bizi süzen diğerlerini fark ettim. Telaşla elimi uzattım:

'Arkadaşları tanıyor musunuz?'

'Yüzlerini biliyorum ama tanışamadık daha. Merhaba!' dedi kız. Bu sırada etrafına bakınıyordu. Aradığını bulamamış olacak ki bana yaklaştı, fısıltıyla sordu: 'Bir misafiriniz daha olmuş galiba? Pansiyonda kalıyordu.'

Furkan'ı kastediyordu. Yoksa buraya onun için mi gelmişti? Bendeki bu şansla hiç şaşırmazdım. Dikkati kendi üzerime çekmek için onu duymamış gibi yaptım:

'Sıcak bir şey ikram edeyim size? Çay?'

Bir yandan da bulaşıkların arasında temiz bardak arayışına çıkmıştım. Ortalıkta tek bir bardak bile yoktu. Belki alt çekmecelerde? Eğilip çekmeceler arasında keşfe çıktım. Önlüğüm, eldivenlerim ve umutsuz arayışımla kendimi kızın gözünde her geçen saniye daha bir bitiriyordum.

'Arda?'

Belime kadar gömülü olduğum alt dolabın içinde bile bu sesin sahibini tanımıştım. Ağır ağır geri çekildim, ayağa kalkıp, döndüm:

'Melek? Ne işin var burada?'

Gerçekten, ne işi vardı ki? Ayrılmamış mıydık? Ağır sözler sarfedip telefonu yüzüme kapatmamış mıydı? Oysa hiçbir şey olmamış gibi mutfak tezgahının hemen yanındaydı şimdi. Serra ikimizin arasında kalmış, meraklı gözlerle bir bana bir Melek'e bakıyordu. Aceleyle tanıştırdım:

'Serra Hanım, Melek. Arkadaşım, İstanbul'dan.'

'Kız arkadaşı.' diye düzeltti Melek, biraz da imalı bir tavırla. Bir yandan da Serra'yı süzüyordu. Her yanı açık da olsa, bu mutfakta yabancı bir kızla başbaşa olmamdan pek hoşlanmamıştı belli ki.

Serra ortamdaki gerginliği hissetmişti, koltuğunun altındaki rulolarına daha bir sıkı sarılarak telaşla merdivenlere yöneldi:

'Ben bir ustaya bakayım.'

Salonda toplanmış ekip merakla bize bakarlarken, ben Melek'i mutfağın derinliklerine çektim:

'Hayırdır? Ne işin var burada?'

'Telefonla ayrılmak bize de ilişkimize de yakışmaz dedim. Yüz yüze konuşalım istedim. Ama görüyorum ki sen çoktan başka sulara yelken açmışsın.'

Serra'yı kastediyordu. Melek'in sevmediğim taraflarından biri de buydu. Sürekli göndermeler yapar, imada bulunurdu. Derdini asla açık ve net bir şekilde dile getirmezdi. Gerçi hangi kadın böyle davranmıyordu ki?

Her şeye rağmen Melek'in burada bulunması ilginçti. Acaba tekrar bir araya gelmemizi mi istiyordu? Kıskanmalar falan? Telefonda ne güzel bitirmiştik işte, bu gereksiz ziyaretin anlamı neydi?

Sebep her ne olursa olsun, bu konulara diğerlerinin önünde girmeye niyetli değildim. Kızın elindeki küçük çantayı alıp, koluna girdim, odama doğru yürüdük. Çantanın boyutuna bakılırsa en az bir kaç gün kalmaya niyetli görünüyordu.

Tam odaya girmek üzereydik ki usta ile karşılaştık:

'Hah, ben de sana geliyordum abi.'

'Buyur usta?'

Adam tavanı işaret edip öteki eliyle de başını kaşıyarak açıkladı:

'Çatıda ciddi iş var. Tahtalar hep çürümüş, kiremit altı örtüsü lime lime olmuş. Acilen komple kaldırmak lazım.'

Bunu duyduğuma hiç şaşırmamıştım. Bugün tek bir iyi haber alabilecek miydim acaba?

Çatının kaldırılması, tekrar kaplanması, kapatılması, şu an karşılayabileceğimiz bir şey değildi. O parayla küçük bir ev alınırdı.

'Usta şimdilik o acil akıtan yerleri halletsek? Sonra düşünürüz.'

'Valla siz bilirsiniz, ama hiç olmadık zamanda ortada kalırsınız, ben söylemiş olayım.' diye cevap verdi adam. İşini ciddiye alıyordu ve haklı olduğunu biliyordum. Ama paramız yoktu işte. Bahar gelmek üzereydi, yağmurlar kesilirdi yakında. Biraz daha idare edebilirdik.

Dönüp uzaklaşırken arkamdan seslendi:

'Haa bir de evde fare var, haberiniz olsun. Çatıyı falan kemirmiş hep.'

Melek'le göz göze geldik. Bu ikimizin de alabileceği en kötü haberdi. O da ben de fareden çok korkardık. Eminim ki aşağıdakiler arasında da korkanlar vardı.

'Fare de denemez. Herhalde sıçandır, kedi kadar falan.'

Odalarda yenen yemekler, yerlere dökülen kırıntılar, açıkta bırakılan gıdalar... Eve farenin gelmemesi mucizeydi. Zaten çayır çimenin ortasındaydık, yaz kış haşarat eksik olmazdı. Ama şu ana dek faremiz olmamıştı hiç.

Bizi zorlu bir mücadele bekliyordu.

Bakalım Aşüfte burnumu ısırırken gösterdiği başarıyı farelere karşı da sergileyebilecek miydi?

Ve bunlar yetmezmiş gibi, aşağıdan gelen Necla'nın sesi, gündemimizi bir kaç haftalığına meşgul edecek duyuruyu yapıyordu:

'Kitap Fuarıııı!!!'

09 Aralık 2012 12-13 dakika 14 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 7 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarızud83eudd20