Yazarlar Evi 8 Erkekliğin Şanı ve Savaş Yaraları

İdealist Ama Hüzünlü Yazarlar Evi

Prıviyızlii on İdealist Ama Hüzünlü Yazarlar Evi:

Bir sürü başarısız ilişki, kötü iş deneyimi ve kayıplardan sonra, bir gün aniden her şeyden vazgeçmeye ve tamamen yeni bir yolda ilerlemeye karar verdim.

Bir ev dolusu yazar, sakin sessiz bir ortam, yaratıcılığı körükleyecek bir mekan.

'Son bir ayda herhangi bir şey üretmiş olanınız var mı? Öykü, deneme, şiir?'

'Arda konuşmamız lazım.' dedi Melek. Yazarlık macerasına girmemden hemen önce tanışmıştık.

Sabah kalktığımda Melek gerçekten de gitmişti.

Feyza sıkıntılıydı. Suratı asıktı.

'Bu iş olmuyor. Fuara katılamıyorum, kitap olmadı. Yaşayacak param kalmadı.'

'Hoşgeldiniiiz!'

Necla'nın asıl mesleğinin kuaförlük olduğunu biliyordum. Fakat şimdiye dek işine geri döneceğine dair en ufak işaret vermemişti.

'Ebruyu bilmem ama galiba size Osmanlıca dersi verecek birini tanıyorum.'

'Haa bir de evde fare var, haberiniz olsun. Çatıyı falan kemirmiş hep.'

İşte bu, bu evin ve içinde yaşayan başarısız yazarların hikayesidir.

Bir odamız hala boş, aklınızda bulunsun.

Buyrun...


Erkekliğin Şanı ve Savaş Yaraları:

'Zaman gece alınan yol gibidir. Çok yakındır. Yol aldıkça tarih yaparsın.'

Terminatör filminin annesi Sarah Connor, farların altında akan yol ve çizgiler eşliğinde bunları söylerken hepimiz yerimizde hareketlendik. Berke, ben, Serdar ve Orkun benim odamda toplanmıştık. Necla müşterileri varken ortalıkta gezinmememizi söylemişti, biz de hapis kaldığımız bu sürede ne yapacağımıza karar vermeye çalışıyorduk.

Sırtımızı duvara vermiş, bulabildiğimiz bir kaç yastıkla altımızı arkamızı desteklemiş, yarım ay şeklinde dizilmiştik. Hilalin ortasında Berke'nin kucağından hiç düşürmediği bilgisayarı vardı. Çocuk diskindeki yüzlerce korsan filmin arasından bize Terminatör 2'den bu sahneyi izlettiğinde, ne yapacağımız belli olmuş gibiydi.

'Uuu beybi!' diyerek arkasına yaslandı Serdar. 'Şu repliği ilk duyduğum gün, dün gibi aklımdadır.'

Orkun başını sallarken sigarasını yakıyordu:

'Eriyip bükülen metal adam, az mı meşgul etmişti muhabbetlerimizi?'

'S*ki de uzayıp kısalıyor mu diye az mı geyik çevirmiştik?'

'Biz onu Voltran için yapardık, ?ben de s*kini oluşturacağım' diye. Ehe ehe.'

Odam mahalle kahvesine dönmüştü. Bu kadar erkek, kızsız küçük bir ortamda bir araya geldiğinde ne olabilirse o oluyordu. Kendimizi o eski köy temalı Türk filmlerinde gibi hissediyordum. Köyün erkekleri kahvede otururken, kadınlar çalışıyordu.

Gerçekten de öyleydi. Necla müşterilerine ipeksi bir görünüm kazandırmakla meşguldu. Feyza da ilk Osmanlıca dersini veriyordu. Kız özel derslerle birlikte maddi olarak küçük bir rahatlama yaşamıştı. Biraz bundan, biraz da kendisini meşgul edecek bir şeyler bulduğundan ötürü mutluydu.

Aramızdaki bu görev paylaşımında rolü olmayan tek kişi Furkan'dı. Bu aralar odasından pek çıkmıyor, aramıza katılmıyordu. Bunalımda mıydı yoksa bir şeyle mi uğraşıyordu, belli değildi. Ne yaptığını merak ediyorduk ama gidip sormaya da çekiniyorduk. Ne olursa olsun, henüz o samimiyeti kuramamıştık.

Bu arada Berke bilgisayarı ayarlayarak, bizden son bir onay aldı:

'O zaman karar verildi! Terminatör maratonu!'

'4 film birden etkinliği!' diye destekledim ben de. Tek itiraz Orkun'dan geldi:

'Üçüncü filmi hızlı hızlı geçebiliriz bence.'

Bunda hepimiz mutabıktık. Her ne kadar o filmde Terminatör'ü oynayan hatun süpersel bir görünüme sahip olsa da, biz bu filmi hatun görmek için değil, kavga dövüş sahneleri için izliyorduk.

'Keşke bir kaç biramız, biraz çerezimiz olsaydı.'

Aradığım beklediğim fırsat ayağıma gelmişti. Feyza'nın ders saatlerinin Necla'nın müşterileri ile çakışmaması için elimden geleni yaptığım halde başarılı olamamıştım. Bu yüzden Serra buradayken, ben odama kapanmak zorunda kalmıştım. Hemen kahraman bir edayla kalktım:

'Dolapta var. Ama gidip almak lazım.'

'Birimiz gitsin getirsin o zaman.' dedi Serdar. 'Hepimiz çıkıp kadınları rahatsız etmeyelim.'

Ben dünden razıydım. Kapıya doğru ilerlerken dönüp, sesime Terminatör havası vererek konuştum:

'I'll be back!'

Sanki herkes bunu bekliyordu, hepsi tekrarlamaya başladı:

'Ehe ehe. I'll be back!'

'I'll be back!'

'Geçme Cyberdyne tesisinden, ürkütürsün vakvakları...'

'Skynet'in oraya çam diktim, git topla kozalakları.'

'Ehe ehe.'

Bir grup adamın bir arada yalnız kaldıklarında böyle çocuklaşmaları ne ilginçti. Her ne kadar garipsesem de ben farklı mı davranıyordum peki? Hayır. Bilgisayarda oyun oynarken girdiğimiz o haller, maç izlerken, film izlerken tavırlarımız. Yaşımız kaç olursa olsun, etrafta kadın yokken çocuklaşmak, erkek olmanın şanındandı galiba.

Mümkün olduğunca ses çıkarmamaya çalışarak merdivenlerden indim. Etrafta kimsecikler yoktu. Bu iyiydi, kimseyle karşılaşmak istemiyordum. Şu günlerde saçları bigudili, tanımadığım bir kadın görmek, beni hayata küstürebilirdi.

Dolaba doğru yürüdüm, ama önce her ihtimale karşı siyah bir torba buldum. Biraları içine doldurdum. Cipslerin, çerezlerin bulunduğu çekmeceyi açtım, tahmin ettiğim gibi hepsi neredeyse bitmişti. Evde fareden de beter haşereler vardı ne yazık ki. Çerezlerden kalanları küçük bir torbaya doldurarak poşete attım.

Son bir kez etrafıma bakındım. Başka neye ihtiyacımız olabilirdi?

Düşüncelerim çalan kapının sesiyle dağıldı. Gelen her kimse epey ısrarlıydı, kapıyı kıracakmış gibi çalıyordu.

Gidip açtım, tanımadığım biriydi. Kısa boylu, tıknaz.

'Buyrun?'

'Kuaför açmışsınız, hayırlı olsun?'

Hmm. Konu nereye gelecekti acaba?

'Kimsiniz?' diye sordum.

'Ercan. ?Altın Makas' kuaför salonunun sahibiyim. Benimle haksız rekabete giren kişiyle tanışmaya geldim. Necla mıymış, neymiş?'

Adam kararlı ve sinirliydi. Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

'Evde olduğunu biliyorum. Gelsin, yüzleşsin benimle. Kimsenin ekmeğimle oynamaya hakkı yok! Ben vergimi kiramı vereyim, çakalın biri gelsin, işimi elimden alsın! Yedirtmem!'

Adam epey sinirliydi, belli ki Necla'nın rekabeti onu çileden çıkarmıştı. Üzerime yürümeye başladı. Ben içgüdüsel olarak geri çekilince kendimi salonun ortasında, adamla tartışırken buldum.

'Gelecek! Buraya gelecek o!'

'Arkadaşım, bağırıp çağırma! Bi sakin ol!'

Hayatım boyunca kime 'sakin ol' dediysem, bu onu daha fazla sinirlendirmekten başka bir işe yaramamıştı. Burada da öyle oldu, adamın öfkesini üzerime çekmiştim.

'Kimsiniz lan siz? Kimsiniz oğlum? Dağdan geleceksiniz, türlü zina mı fuhuş mu ne yaptığınız belli değil, karılı kızlı toplanmışsınız bir evde?'

'Ağzını topla. Defol evimden!'

Tabii ki defolmadı. Bunun yerine üzerime yürüyüp boğazıma sarıldı.

Kadın kuaförleri efemine, yumuşak insanlar olur diye biliyordum. Bu hiç öyle değildi. Salonun ortasında karşılıklı olarak birbirimizin yakasına yapışmış, çekiştiriyorduk. Adamın söylediklerini sineye çekecek değildim. Bu cüce kim oluyordu da bizim hakkımızda ileri geri konuşabiliyordu? O çekiştirdikçe ben yakasına daha sıkı yapışıyordum. Bağrışıyorduk.

Ama bir süre sonra bunu daha fazla sürdüremeyeceğimi anladım. Adam bir kadın kuaförü için ve özellikle de yarı boyumdaki biri için oldukça güçlüydü. Bir kaç dakika sonra direncim azalacak ve adamdan feci bir dayak yiyecektim, bundan emindim.

En son kavgamı hatırladım. 8 yaşındaydım. Köydeki ilkokulda iki sınıf aynı derslikte okuyorduk. Üst sınıftaki kızlardan biriyle, şimdi sebebini hatırlayamadığım bir tartışmaya girmiştik. Sonuçta hem kızdan, hem de itişip kakışırken sobayı yerinden oynattığımız için öğretmenden bir araba dayak yemiştim.

Dövüş kariyerim o günden sonra bitmişti. Bu pek de parlak olmayan geçmişe baktığımda, şu anki kavganın lehime sonuçlanacağını düşünmek hayalcilik gibi geliyordu. Ama pes edecek değildim, adam bize büyük terbiyesizlik etmişti.

Gücümü tükenmeye başlamışken, arkamızdan gelen kalın bir ses beni rahatlattı:

'Ne oluyor burada?'

Patırtıları duyan Furkan tam zamanında yetişmişti. Adamı yakasından tuttuğunu gördüm, sonra ayaklarının yerden kesildiğini. Terbiyesiz herif, ne kadar çırpınsa da Furkan'ın elinden kurtulamıyordu. Çaresiz kalınca ağza alınmayacak şeyler söylemeye başladı ama Furkan'ın kafası burnunun ortasına inince sesi kesildi.

Furkan onu boş bir çuval gibi alıp dışarı fırlattı. Sonra da ürkütücü, sert bir sesle bağırdı:

'Bir daha seni buralarda görürsem ikiye bölerim, haberin olsun!'

Kapıyı çarptı, sonra bana döndü:

'İyi misin?'

'Niye ki?'

Boynumu gösteriyordu. Kapının hemen yanındaki aynaya baktım. Yanağımdan başlayıp omzuma kadar inen tırnak izlerini gördüm.

'Anam! Tırmalamış!'

Bu, sinirli kadın kuaföründen gördüğüm ilk kadınsı hareketti. Epey de derin gitmişti. Dokununca acıyordu.

Bu sırada merdivenlerin yanında, fare için hazırladığımız tuzaklardan birini gördüm. Ve bir mucize! İçinde küçücük bir fındık faresi vardı. Boynumu, yaralarımı, her şeyi anında unuttum:

'Aha! Yakalamışız!'

Hayvan kafesin içinde bir şeyler kemiriyordu. Bu kadar pis ve rahatsız edici olmasa, aslında bıyıklarıyla, fıtı fıtı sürekli bir şeyler kemiren ağzıyla epey sevimliydi. Aşüfte de bu küçük yaratığı hemen keşfetmişti. Kafesin yanında yöresinde dört dönüyor, kokluyor, bir açık arıyordu.

Furkan gidip tuzağı eline aldı, kaldırdı:

'Benim odada yakaladım. Siz öldürmeyesiniz diye özellikle uğraşıp odama çektim.'

Furkan'ın günlerdir odasından çıkmamasının sebebi demek ki buydu, hayvana zarar vermeden yakalamaya çalışmıştı.

'Ne yapacaksın peki?' diye sordum.

'Bahçeye bırakacağım.' dedi. 'Bulunduğum yerde hiçbir canlının öldürülmesine izin veremem.'

'İyi de geri dönecek?'

'Gene yakalarız.'

'Ne kadar da hayvanseversiniz.' diye bir ses geldi. Kafamızı kaldırdık, bütün seyirciler oradaydı. Terminatör tayfası, Necla ve müşterileri, Feyza, Serra.

'Sizin gibi hassas, doğaya saygılı insanlarla karşılaşmak çok zor.' diye devam etti az önce konuşan kadın. Necla'nın müşterilerinden biriydi. Eskilerin 'hükümet gibi kadın' dedikleri türden biriydi. Uzun boylu, kendine güvenen, havalı bir hali vardı. Belli ki işi bitmişti, merdivenlerden inip yanımıza geldi:

'Bu adama dikkat edin.' Az önceki bodur kuaförü kastediyordu. 'Sinsidir, ne yapacağı belli olmaz. Şikayet edebilir.'

'Ne söyleyecek ki?'

'Necla Hanım'ın kazancı sorun yaratabilir. Şikayet ederse vergiden dolayı başınıza iş alırsınız.'

Kadın bir muhasebeci gibi konuşuyordu. Gözlerimi kaldırıp bu konuda bizi uyarması gereken asıl kişi olan Serdar'a manalı bir şekilde baktım. Ama bu onun pek umurunda değil gibiydi. Sonra kadına döndüm:

'Muhasebeci misiniz?'

'Hayır, memurum. Vergi dairesinde çalışıyorum.'

Hepimiz gerildik. Ama kadın sakindi:

'Yok yok, bir sıkıntı yok. Necla Hanım bizleri o nemruttan kurtardı. Bu yüzden bir süre sizi idare ederiz. Ama ben bir araştırayım, serbest meslek makbuzu falan, bir yolu vardır bunun. Ona göre size bilgi vereyim, başınız ağrımasın. Sizler iyi insanlarsınız, bir fareye bile zarar vermiyorsunuz.'

Furkan'la göz göze geldik. 'Fareye bile zarar vermeyecek kişi' aslında sadece Furkan'dı. Bana kalsa çoktan işini bitirmiştim.

Kadın bize veda edip çıkarken, ben de bira ve çerez dolu torbayı alıp odama doğru yöneldim. Serra'nın önünden geçerken, 'Altın tırnak Ercan'ın boynumda açtığı savaş yaralarını görmesi için özel bir çaba sarfediyordum.

'Ay çok fena olmuş.' dedi. 'İyi misiniz, geçmiş olsun?'

'Siz bir de onun halini görün.' dedim. Adamı dışarı atan Furkan değil de sanki benmişim gibi şişiniyordum. Erkekliğin bir kısmı çocuklaşmaksa, bir diğer kısmı da başkalarının başarılarını sahiplenmekti ne de olsa.

Ama sohbetimiz pek uzun sürmedi. Feyza ve Serra'nın işleri henüz bitmemişti. Necla da müşterilerini tekrar topladı, odasına girdi. Gerçek Terminatör, fareyi bahçede salıverirken, bizler de film olanını izlemek için tekrar odamıza kapanmıştık.

Biramız ve eser miktarda çerezimiz vardı.

Furkan'ı kafesin kapağını açarken şöyle diyormuş gibi hayal ediyordum:

'Hasta la vista, beybi!'

17 Aralık 2012 11-12 dakika 14 öyküsü var.
Yorumlar