Yazarlar Evi 9 Baharı Bekleyen Kumrular Gibi
İdealist Ama Hüzünlü Yazarlar Evi
Prıviyızlii on İdealist Ama Hüzünlü Yazarlar Evi:
Bir sürü başarısız ilişki, kötü iş deneyimi ve kayıplardan sonra, bir gün aniden her şeyden vazgeçmeye ve tamamen yeni bir yolda ilerlemeye karar verdim.
Bir ev dolusu yazar, sakin sessiz bir ortam, yaratıcılığı körükleyecek bir mekan.
'Son bir ayda herhangi bir şey üretmiş olanınız var mı? Öykü, deneme, şiir?'
'Arda konuşmamız lazım.' dedi Melek. Yazarlık macerasına girmemden hemen önce tanışmıştık.
Sabah kalktığımda Melek gerçekten de gitmişti.
Necla'nın asıl mesleğinin kuaförlük olduğunu biliyordum. Fakat şimdiye dek işine geri döneceğine dair en ufak işaret vermemişti.
'Ercan. ?Altın Makas' kuaför salonunun sahibiyim. Benimle haksız rekabete giren kişiyle tanışmaya geldim. Necla mıymış, neymiş?'
'Ebruyu bilmem ama galiba size Osmanlıca dersi verecek birini tanıyorum.'
İşte bu, bu evin ve içinde yaşayan başarısız yazarların hikayesidir.
Bir odamız hala boş, aklınızda bulunsun.
Buyrun...
Baharı Bekleyen Kumrular Gibi:
'Altın Tırnak' Ercan'ın evimizi basmasının üstünden bir hafta geçmişti. Ortalık süt limandı. Necla'nın müşterileri haftada bir, 10 günde bir toplanıp arabaya atlayıp geliyorlar, işlerini hallediyorlardı. Feyza Serra'ya özel ders vermeye devam ediyordu. Fare yakalanmıştı. Çatı şimdilik idare ediyordu. Maddi durumumuz az da olsa iyileşmişti.
Bizim ev söz konusu olduğunda, bir haftanın olaysız geçmesi mümkün değildi. Oysa geçmişti işte. O sabah bahçeye çıktığımda, buna şaşırmaktan kendimi alamıyordum. Bunu kutlamalıydık. Alet edevatı, ıvır zıvırı koyduğumuz depoya yöneldim. Hava güzeldi, bahar geliyordu. Güneş tepede parlıyor, 'bahçeyle ilgilenmek için güzel bir gün' diyordu. Hem bir süredir göbeğimin haşmetinde gözle görülür bir artış vardı. Biraz ter atmak, hava almak iyi gelecekti.
Deponun uzun süredir açılmadığı için sıkışmış kilidini zorlayarak içeri girdim. Ne kadar zamandır buraya girmiyorduk? Bilmiyordum. Hiçbirimizin bahçede işi olmuyordu ki.
Kapıyı açtığımda düzensiz, üst üste yığılmış eşyalardan, çuvallardan oluşan manzara ile karşılaştım. Örümcek ağları, ölü böcekler. İçerisi havasızdı, leş gibi kokuyordu. Hayvanın biri girip ölmüş müydü yoksa?
Kapıyı açık bırakarak dışarı çıktım. Biraz havalandırmadan oraya adımımı bile atmayacaktım.
Bahçedeki dekor olsun diye duran taşlardan birine oturup, ne yapacağımı planlamaya koyuldum. Uzun süre şehirde yaşamış olsam da, çocukluğum köyde geçmişti. Bahçe işlerine aşinaydım, üstelik çok da severdim.
Bahar geliyordu. Ne ekebilirdik? Çiçek falan mı? Yoksa sebze ağırlıklı mı olmalıydı?
Bahçe çok büyük sayılmazdı. Evi tamamen çeviriyordu. Ön taraf biraz genişti. Daha iyi ışık alıyordu. Güneşi seven şeyleri buraya dikmeliydik. Yan ve arka taraflar ise ona göre daha küçüktü. Buralarda bizden öncekilerden kalan bir iki ağaç vardı. Meyve vermeyen bir limon, kuruduğundan şüphe ettiğim erik ve ne olduğunu tartışmalı bir ağaç. Onun hakkında kendi aramızda bölünmüştük. Bir kısmımız elma, bir kısmımız ayva olduğunu düşünüyorduk. Armut olduğunu söyleyenler azınlıkta kalıyordu.
İlk iş toprağı havalandırmak olmalıydı. Vücudumun hamlığı, bahçenin büyüklüğü, uzun süredir el değmemiş olması gibi faktörleri göz önüne alarak, bu işin en az dört beş gün süreceğini tahmin ettim. Ayağımla toprağa vurdum. Of. Beton gibiydi. Üstelik bu, bir kaç gündür yağan yağmurun gevşettiği haliydi.
İşim çok zordu.
İlk gün kendime fazla yüklenmemeye karar verdim. Bir iki saat çalışmanın, sonra da Gülhaniye'ye gidip tohum, çiçek falan almanın doğru olacağını düşündüm. Tüm gün çalışırsam -ki gücüm zaten yetmezdi, ama diyelim ki çalıştım- üç gün yataktan çıkamazdım, kendimi biliyordum.
Bu kısa ama ince mühendislik çalışmasından sonra, işin rençperlik kısmına gelmiştik. Kokusu hala çıkmamış olan depoya girip, aletleri aldım.
Ellerimi ovuşturup ilk kazmayı toprağa vurdum. Toprak sandığımdan sertti, işim hiç kolay olmayacaktı. Fakat yılmaya niyetim yoktu, bir daha vurdum, sonra bir daha.
On dakika kadar çalıştıktan sonra, sızlayan avuçlarıma daha fazla dayanamayarak kazmayı bir kenara fırlattım. Az önceki taşın üstüne oturup, ellerime baktım. Kızarmışlardı. Biraz daha böyle devam edersem, su toplayacaklardı.
Terlemiştim. Nefes nefeseydim. Biraz dinlenmeyi hak etmiştim.
Ama boş durmak bana pek iyi gelmemişti. Zihnime düşünceler üşüşüyordu.
Bu bir haftanın sakin geçtiğini söylerken pek dürüst değildim. Aslında küçük bir olay yaşamıştım.
İki gece önce, internetteki sosyal paylaşım sitesinde bir konuşmaya şahit olmuştum. Tamamen tesadüf sonucu denk geldiğim bir konuşmaya.
Buna göre Melek bir kaç hafta içinde nişanlanıyordu.
İşte beni bahçeye çıkaran, deli danalar gibi toprağa saldırtan haber buydu. Bu konu üzerinde kafa yormak istemesem de, elimde değildi. Bu kadar kısa sürede birini bulmuş olamazdı. Buraya geldiğinde o kişi zaten hayatında olmalıydı. O zaman niyeti neydi? Ne yapmak istemişti?
Etrafıma bakındım. İş gözümde büyümeye başlamıştı. Toprağın sertliği de beni ürkütmüştü. Bu yüzden önce Gülhaniye'ye gidip neler bulabileceğimi görmek istedim. Niyetim çeşit çeşit şeyler ekmekti. Bakla, biber, soğan, sarımsak, süs için bir kaç çiçek. Fakat bunların ne kadarını bulabileceğimi bilmiyordum. Buna göre nereyi hangi bitkiye ayıracağıma karar verecektim.
Aletleri olduğu gibi bırakıp arabaya gittim. Geldiğimde işe devam edecektim nasıl olsa.
Arabayı Gülhaniye'nin girişinde bıraktım. Hazır hava güzelken biraz yürümek istiyordum. Tohum satılan yeri de bilmiyordum, önce keşfetmem gerekiyordu.
Etrafta bir hareketlilik vardı. İnsanlar yaklaşan baharla birlikte tatil sezonuna hazırlanıyorlardı. Çoğunu tanımıyordum, ama onlar beni tanıyor gibiydi. Karşılıklı selamlaşarak Altın Makas Ercan'ın dükkanının önüne kadar geldim. İçeri baktım, Ercan yoktu. İyi ki de yoktu, karşılaşırsak neler olabileceğini bilmiyordum. Üstelik bu kez Furkan da yanımda değildi.
Yoluma devam ettim. Sonra karşı kaldırımda Necla'nın müşterilerinden birini gördüm, şu vergi dairesinde çalışan hükümet gibi kadını.
Kadın beni görünce gülümseyerek yaklaştı:
'Arda Bey. Nasılsınız?'
İsmi neydi bunun?
Neden isimleri hatırlayamıyordum?
'Nermin ben.' dedi, şuursuz bir şekilde yüzüne baktığımı görünce. 'Necla Hanım'ın müşterilerinden.'
'Yok, tanıdım.' dedim telaşla. 'İsminizi çıkaramadım sadece. Kusura bakmayın.'
'Normal. Söylememiştim çünkü. Nereye böyle?'
Pek şen şakraktı, pek neşeliydi.
'Tohum bakıyorum. Fidan çiçek falan. Bahçeyle ilgilenmeye karar verdim de.'
'Tam mevsimi. Benim de küçük bir işim vardı, izin aldım daireden. Beraber gidelim isterseniz.'
Neden olmasın? Yürümeye başladık.
'Necla Hanım'la vergi işlerini hallettik.' dedi. 'Artık bir sıkıntı yaşamazsınız.'
'Teşekkürler.'
Yol boyunca susmadan konuşuyordu. Ama bu Necla'nın konuşması gibi değildi, nedense beni rahatsız etmiyordu. Belki de konuşması, kafama Melek'le ilgili düşüncelerin dolmasına izin vermediği için hoşuma gidiyordu, bilmiyorum.
Anlattıkça anlatıyordu. Sigara içtiği günlerde dikkatsizce fırlattığı izmaritler yüzünden yaşadığı yangın tehlikelerini, dairede yapılan hesap hatalarını, değişik tavırlı vergi mükelleflerini, Gülhaniye'nin ne kadar güzel bir yer olduğunu.
Çiçekçiye giden yol, tüm bu konuları sığdıracak kadar uzun değildi oysa.
Eve döndüğümde bizim tayfayı bahçede buldum. Havanın güzel olması ve benim bahçeye çıkmam, onları da heveslendirmişti belli ki. Kazdığım bir kaç adımlık yeri sanki hazine varmış gibi inceliyorlardı. Bagajdan aldıklarımı çıkarırken etrafıma toplandılar:
'Vaaay baboli,' dedi Serdar. 'Tarım ve hayvancılık olayına girmişsin?'
'Yok ya, ufak tefek bir şeyler işte. Maksat bahçe boş kalmasın.'
Şansıma aradıklarımın çoğunu bulmuştum. Küçük bir zeytin fidanı almayı da ihmal etmemiştim. Büyüyüp işe yarar hale gelmesi 20 yıl sürecekti, hem ev bahçelerine zeytin dikilmezdi. Ama olsun, bu ağacı oldum olası severdim.
'Anlar mısın bu işlerden? Bahçe verimli mi?'
'Eh işte. Biraz koyun, keçi gübresi bulsak daha iyi olurdu ama.'
'Bizim bahisçi elemanlardan birinin kuzuları mı ne yok muydu?' diye sordu Orkun, Serdar'a. 'İşe yarar mı?'
'Yok, o satıyormuş.' dedi Serdar. 'Çuvalı 10 liradan.'
'Oha.' dedim. 'Gerek yok ya, iyi böyle. Zaten yıllardır ekilmemiş burası. Bir belledik miydi tamamdır.'
'Vay vay vay. Abi sen çok pis biliyorsun bu işleri.' dedi Berke. 'Ama biz sana çok kırgınız.'
'Neden?'
'Neden bizden sakladın?'
'Neyi?'
'Bahçe işlerinden anladığını.'
Vay çakal. Bir an gerçekten de ciddi olduğunu sanmıştım.
Sorun değildi, ben de oyuna katıldım:
'Evet. Ben de biraz uğraştım tabii.'
'Biraz değil, bahçecilik senin hayatınmış.'
'Rekorlar kırmışsın.' diye atıldı Serdar. Ben de boş durmadım, ellerimi belime koyarak kasıldım:
'Öyleydi. Çok iyi bilirim bahçeciliği. Madalyalarım var. ?Bahçıvan beyi'ydim ben.'
Şakalaşmak güzeldi ama işler bizi bekliyordu. Hepimiz bir görev üstlenip bahçeye daldık. Ben zeytini dikecektim. Ayak altında olmayacağı, ama büyüdüğünde de çok dışarıda kalmayacağı, çok rüzgar almayacağı bir yer seçtim. Çukuru kazarken, Orkun biraz öteden sesleniyordu:
'Yazarak hayatını boşa harcadığını ilk söyleyen kim oldu sana?'
'Ne?'
Ter içindeydim, yorgundum. Nereye varmak istiyordu?
'Sen gelmeden bunu konuşuyorduk. Hangimizinki daha garip diye. Berke'nin okul arkadaşıymış. Necla'nın kuaförden tanıdıkları. Feyza'nın öğretmeni.'
'Haa, anladım.'
'Benimkinden daha acayibine rastlamadım da henüz.'
'Kimdi ki senin?'
'Temizlikçi kadın. Bir gün eve geldim. Baktım, bu oturuyor. Elinde de benim kitaplardan biri. Kaytardığı için utanacağına döndü bana. Dedi ki, ?Yazııık.' O kadar.'
'Hadi ya?'
Benimki kimdi peki? Galiba Melek'ti. Bana ilk inanan ve benden ilk vazgeçen.
'Hiçbirimizinkinin ailemizden biri olmaması ilginç, değil mi?'
Bilmiyordum. Melek ailem olabilirdi, olaylar farklı gelişseydi. Kim bilir?
Hepimiz bir takım seçimler yapmıştık. Sonuçlarını zaman gösterecekti.
Ama şundan emindim: İnsanın canı ne kadar sıkılırsa sıkılsın, sevdiği, kafa dengi olduğu kişilerle zaman geçirmesi gibisi yoktu. Artık aklımda ne Melek vardı, ne başkası.
Sadece elimdeki fidan, yanımdaki dostlarım.
O kadar.