Yazarlar Evi / Giriş

Çocukken annem, 'kurban bayramlarında her zaman yağmur yağar, kanın temizlenmesi için' derdi.

Çocuk aklımla sezerdim ki, bunun dayanağı yoktu, olamazdı da. Üstelik kan akıtılmasını emreden bir tanrının, o kanların yıkanması için neden özel bir çaba sarfettiğini de anlamazdım. Şahit olduğum bir kaç aşırı kanlı kurban kesiminden sonra, bu işin hiç de anlatıldığı gibi olmadığını düşünmeye başladım.

Büyüdüğümde çocukların televizyonda şiddet içeren görüntülerden uzak tutulması için kendilerini paralayan insanlarla, kesilen kurbanı izleten insanların aynı kişiler olduklarını gördüm.
Bu işte bir mantık hatası yok muydu?

İlkokulu bitirmeye yaklaşırken, babamın tıpkı benim gibi, bu tip şeylere inanmamaya daha bir meyilli olduğunu, annemin ise nerede bir batıl inanç varsa onun peşinden koştuğunu fark ettim. Bu beni babama biraz daha yaklaştırmıştı. İşler sandığım kadar dengesiz değildi. Sanki bir taraf öteki ile eşitleniyor gibiydi. Babam bahçemizde bulduğu büyü torbasını kenara atarken, annem onu üfürükçü hocaya götürüyordu. Peşinden beni de sürükleyerek.

Hoca annemin paralarını söğüşlerken, ben inanç dünyasının detayları hakkında fikir edinmeye başlamıştım. Evet bir denge vardı, ama bunun ne olduğunu bilmiyordum.

Hayatın içinde bir denge olduğunu düşünmeye başladığım o günlerde işe girmiştim. Sanırım denge teorimin sebeplerinden biri de buydu. Sen emeğini ve zamanını verirsen, hayat da sana geçinebileceğin kadar para veriyordu. Eğer biraz şanslıysan ilgilendiğin konular üzerinde çalışma fırsatını da buluyordun. Ki ben hiç bulamadım. Ama her zaman umudum vardı.

Bu pek rahatlatıcı değildi. Fakat en azından, hayat denen şeyin içinde mantığıma yatan bir kuralın olduğunu görmüştüm. Bu da bir başlangıçtı. Yaşım ilerlerken bütün çabam, hayatın nasıl bir formülün arkasında saklandığını keşfetmek yönündeydi.

Bunun ne kadar anlamsız bir çaba olduğunu ve mutlak başarısızlığımı ancak şimdi fark edebiliyorum.
İşimden ilk kovulduğum gün, babamı kaybettim. Hurafelerle iç içe yaşayan otoriter annemle baş başa kalmıştım. Hayat acımasız yüzünü göstermeye başlamıştı. Ben hayatla uzlaşmak için uğraştıkça, o buna hiç niyeti olmadığını gösteriyordu. Tam 'artık seni çözdüm' dediğim anlarda, bir anda karşıma yeni bir sürpriz çıkarıyordu.

Hayat geçinmesi zor, kaprisli bir kadın gibiydi.

Bir sürü başarısız ilişki, kötü iş deneyimi ve kayıplardan sonra, bir gün aniden her şeyden vazgeçmeye ve tamamen yeni bir yolda ilerlemeye karar verdim. Bir aydınlanma anı yaşadığımı, ışık gördüğümü, rüyama giren ak sakallı bir dedenin beni bu yola ittiğini zannedebilirsiniz.

Ama böyle olmadı.

Aslında şimdi düşünüyorum da, o günlerde böyle söylemek ne de havalı olurmuş... Keşke bu, o zaman aklıma gelseymiş. Ama ne yazık ki böyle olmadı, aklıma da böyle söylemek gelmedi. Bu sadece çevremdeki her şeyin canıma tak dedirttiği bir anda alınmış, basit bir karardı, hepsi bu.

Böylece yazı hayatına başladım. Aslında her zaman yazmıştım, yazmak benim hayatımın hep bir parçası olmuştu. Okuldayken hayatın sırrını anlamaya çalıştığım günlerde, herkes teneffüse çıkıp tepişirken, ben sınıfta oturup bir şeyler yazar ve çizerdim. O zaman her şeyi çözmeye çok yakın olduğumu düşünürdüm, şimdi ise bundan fersah fersah uzakta bulunduğumu biliyorum.

Başlarda her şey iyi gidiyordu. Kendimce küçük bir hesap yapmıştım. Buna göre bana bir yıl yetecek kadar para biriktirmiş, kendimi eve kapatmıştım. Bu sürede durmadan yazacak, kendimi edebiyat dünyasına tanıtacak ve yazarak, geçinecek kadar olmasa bile ufak miktarda para kazanmaya başlayacaktım. Bu benim için bir umut olacaktı, sonra da devamı gelecekti. Kendimi geliştirecek, kitaplarım ve yazılarımla her geçen gün daha çok insana ulaşacak ve onların ruhlarına dokunacaktım.

Bunların hiçbiri gerçekleşmedi.

Yazılarım pek az insanı ilgilendiriyordu, zaman içinde de sayılarında bir artış olmadı. Böyle olunca, ne kadar idareli harcarsam harcayayım, dolduracak bir musluk olmadığı için havuz boşalmaya başladı. Havuzla banka hesabımı kastediyorum tabii, benzetmelerde pek başarılı olduğum söylenemez.
Bu süreçte tek kazancım, en az benim kadar başarısız olmuş, ama iyi niyetli yazarları tanımaktı. Kendi kendimizin kitaplarını ve yazılarını okuyup eleştirerek geçinip gidiyorduk. Çoğunun yüzünü görmemiştim bile, hepsinden sanal ortam sayesinde haberdardım. Gecelerimiz birbirimizin sosyal medyada paylaştığı ıvır zıvırı beğenerek geçiyordu. O beni, ben birini, öteki diğerini, sonra hepsi birden beni. Kendi çapımızda sosyalleşiyorduk işte.

Sonra hayat beni gene şaşırtmak istedi. Onu kadına benzetmem boşuna değildi işte. Kendisine ilgi gösterdiğinizde size kötü davranıyor, yüz vermediğinizde size yakınlaşıyordu. Bu hala da böyledir. Benim için gizemini korumaya devam eden bir gerçek.

Her neyse. Aldığım habere göre hiç tanımadığım bir akrabamız ölmüştü. Resmi olarak tek yakınları bizlerdik. Ben, annem ve kardeşim. Adam çok aman aman olmasa da güzel bir para bırakmıştı. Para üçümüz arasında bölüştürüldüğünde bile tatmin ediciliğini koruyordu. Teşekkürler hiç tanımadığım akraba!

Ben gene yapmamam gereken ne varsa, onu tatbik etme eğilimindeydim. Böylece bana kalan parayı bankaya koyup hayatımın kalanını rahat rahat yaşamak yerine, tutup her şehirli bunalımlının hayalini gerçekleştirdim. O zamanlar sakin bir Ege sahil kasabası sandığım Gülhaniye'den koca bir ev aldım. Ev sahibi paraya sıkıştığı için evi bana oldukça hesaplı bir tutara bırakmıştı.

Kendi bahçesinin içinde, denize yürüme mesafesinde, tripleks, pek bir lüksü olmayan, 8-9 odalı bir dev.

Paramı saçıp savurmak için nadide bir ölü yatırım.

Evi sadece temizlemek 2 gün sürüyordu. Bunun sonrasında da 3 gün türlü ağrılar içinde yatıyordunuz.

Hayır, madem ev alıyorsun, böyle büyüğüne ne gerek var? Küçük sakin bir yer alsana? Efendi gibi kapan, ne yapacaksan yap.

Ama hayır, en dibe vurmaya niyetliydim işte. Üstelik batarken, kendimle birlikte başkalarını da sürükleyecektim.

Aklımda türlü fikirler uçuşuyordu. Çok az bir param kalmıştı, bir kaç ay idare edebilecek kadar. Bu eve kendimi kapatıp her şeye yeniden başlayabilirdim. Tekrar yazmaya başlar, tekrar denerdim. Bir kere başarısız olmak, pes etmeyi gerektirmezdi, öyle değil mi? Mücadele etmek için, çabalamak için hiçbir zaman çok geç sayılmazdı.

Ayrıca başka bir fikrim daha vardı, o dönem fikir içinde kalmıştım. Tüm o başarısız yazar arkadaşlarım neden benimle aynı çatı altında yaşamasınlardı ki? Düşünsenize, bir ev dolusu yazar, sakin sessiz bir ortam, yaratıcılığı körükleyecek bir mekan. Evin içindeki sinerji bile durduk yere en az 10 hikaye çıkmasını sağlardı. Sadece kendimi kandırmıyordum, o günlerde onları tavlamak için söylediğim şeyler bire bir böyleydi.

Sanal ortamdaki arkadaşlarımla daha önce de benzer şeyler konuşurduk. O zamanlar herkes destekler gibi görünürdü. Ama elbette ki bilgisayar başında atıp tutmak, gerçek hayatta yapmak kadar kolay değildi. İnsanlar güzel yaşamlarını bırakmaya yanaşmıyorlardı. Dolayısıyla fikrimi destekleyen çok az kişi bulabildim. Ama kararlıydım, niyetim bozuktu. Her şeyi göze almıştım. Ben evime taşınacaktım, isteyen gelir, istemeyen gelmezdi.

Kimse gelmedi.

Kışın terk edilmiş vahşi batı kasabalarına benzeyen Gülhaniye'de, koca evde dımdızlak, tek başıma kalmıştım. En yakın komşum bir, en yakın bakkal iki kilometre uzaktaydı. Aslında yazın etraf cıvıl cıvıldı, öyle görmüştüm. Yakınlarda pek çok market vardı. Ama şimdi hepsi kapanmıştı işte, kış gelince bir tanesi bile kalmamıştı.

Sahildeki bir evi yazın görüp satın alınca, çok kötü şekilde aldanmıştım. Burada kışları sadece ilçe merkezinde hayat vardı. Benimki gibi yazlık evlerde ise tek bir Allah'ın kulu yaşamıyordu.
Soğuktan titreyerek geçirdiğim bir kaç haftadan sonra, internete ilan vermeyi akıl ettim. Çok cuzi bir ücret karşılığında kalabilecekleri pansiyon tarzı bir ev. 'Cevap vereceklerin tercihen en azından yazmakla biraz olsun ilgilenmiş olmaları tercih sebebidir.'

Yazmış ya da yazmamış tek bir kişi bile cevap vermedi.

İşler hiç iyi gitmiyordu. Param iyice azalmıştı. Ev dipsiz bir kuyu gibiydi, ne varsa yiyor ama doymuyordu. Ne arızası, ne tadilatı bitiyordu. Gün geçmiyordu ki bir yeri sıkıntı yaratmasın. Usta çağırsam bir dert, çağırmasam ayrı dertti. Bunlarla uğraşmaktan yazmak için tek bir dakika bile bulamıyordum.

Delirmek üzereydim.

Sonra bir gün aniden ilana cevap geldi. İstanbul'da yaşayacağının beşte biri kiraya kalabileceği bir yer bulmuş olmaktan dolayı çok mutlu olan bir genç adam, koşulları soruyordu. Üstelik adamın basılmış bir kitabı vardı: Bir Şeyler Serisi. Ne olduğunu bilmiyordum, umurumda da değildi. Fantastik kuntastik bir şeydi muhtemelen, bir şeyler serisi olduğuna göre.

Genç 21 yaşındaydı, daha çocuktu. Söylediğine göre kitabı satmamış, onun yüzünden ailesi ve arkadaşları ile arası bozulmuş, bu genç yaşında onlara küsmüştü. Kitabın devamını yazacağı, kendisine saygı duyulmasını sağlayacak bir şeyler üreteceği bir yer arıyordu. Benim evim de onun için biçilmiş kaftandı.

Bu güzel bir başlangıç olmuştu, sonra gerisi çorap söküğü gibi gelmeye başladı. İnsanlar özellikle de yazın yaklaşması ile birlikte daha çok ilgi gösterdiler. Sosyal medyada yayılan haberler, kulaktan kulağa aktarılan mesajlarla birlikte ev bir anda hareketlendi. Hayata küsen, yaratıcılıklarını körükleyecek yer arayan, İstanbul'da vereceği kiranın beşte birine kalacağı için memnun olan pek çok insan toplandı.

Herkesin beklentisi ayrıydı tabii.

Ama bunu önemsemiyordum. Tam olarak aynı olmasa da, kısmen başta hayal ettiğim gibi yazarlarla dolu, şahane bir ortama kavuşmuştum.

Onlara her ne kadar kalmak için küçük bir para ödüyor olsalar da, aslında hepsinin bu evin sakinleri olduğunu, herkesin elini biraz taşın altına sokması durumunda çok güzel şeyler gelişeceğini anlatmaya çalıştım. Hepimizin eşit olduğu, iş bölümü yaptığı, sinerji dolu, yaratıcılık dolu bir ortam inşa edebilirdik.

Başlangıçta bu fikir hepsini heyecanlandırdı. Gerçi sonra işler pek beklediğim gibi gitmedi. Fakat bunu zamanı gelince anlatacağım.

Şimdi sürekli gelip gidenler olsa da, evin içinde yaşayan altı kişilik kemik kadromuz oluştu.

İki odamız hala boş, aklınızda bulunsun.

İşte bu, bu evin ve içinde yaşayan başarısız yazarların hikayesidir.

Buyrun...

06 Aralık 2012 10-11 dakika 14 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (4)
  • Değerli Yazar arkadaşım Hakan Balcı' yı ve öyküsünü tebrik ediyorum.

    Şiirkolik ailesine hoş geldin...👧👍

  • 12 yıl önce

    Baştan sona ilgi çekici ve biraz da hüzünlü bir hikaye. Hayat insanın karşısına ne sürprizler çıkarıyor zaman zaman. En umutsuz olduğunuz an da bir de bakıyorsunuz makus talihiniz ters dönüyor ve taşlar yerli yerine oturuyor. yazıda anlatılan olayları yaşayan biri eğer sinirleri ve karakteri oturmamış olsa intiharı bile düşünebilir, oysa hayattan beklenti ve umut her zaman vardır, olmalı insanın yüreğinin bir köşesinde beyninin derinliklerinde. Günümüzün tanınmış bir çok yazarının hayatını inceleyecek olursanız gençliklerinde bir çok badireler, yokluklar, yoksunluklar içinden gelip de zirveye çıkmışlardır. Güzel bir öykü ile Şiirkolik ailesine merhaba demişsiniz. Aramıza hoş geldiniz Hakan bey daha nice güzel öykülere gönülden tebrik ve teşekkürler....👍🤐👍

  • 12 yıl önce

    Şiirkolik ailesine hoş geldin Hakan...

    İlk öykün gözteriyor ki her şey çok güzel👍

    Nice paylaşımlara diyorum.

    Kutlarım...

  • 12 yıl önce

    Tebrik ederim sizi canı gönülden ...Öykü yazarak okuyucuda heyecan veya hoşlanma duygusu uyandırabilmek gerçekten çok güzel bir duygu...kendimde yazdığım için bunun ne demek olduğunu çok iyi kavrıyorum ...tşk ederim bu güzel yüreğini yazan kaleme...👍