Yazgı Defteri
Dünya, kendi karanlığından bihaber salaş memleketlerin izbe yoksulluklarına kök salan bir desen gibiydi gözümde. Söz etmiyordum kendime bile, buraya ait olmak gerçeğimin kabul edilmeyen yanlarını. Böyle olmak istemiyordum, böyle yaşamak istemiyordum, başka bir yolu, başka bir seçeneği ve başka bir şansım olmalıydı. Mesela şu boyum! Ortanca çiçeklerinin adları kadar bile bir boyum yoktu, orta boylu bile değildim. Erkeklerin beni çocuk sandıkları bir dönemecin “geç” çağrısına erken yanıt verendim. Hiç almazlardı zaten beni hayatlarına. Ben de hep geçer giderdim. Otuz yaşındayım. İsteklerimin onda birini elde etmişliğim yok, bunlar için bir çaba harcadığım var mı? O da yok.Ben, çabayı kamyonun arkasına yazılan yazılar gibi sanıyorum. Güzel, afili, okunurken göze de gönle de hitap edebilen fakat ne yazık ki yaşamaya gelince elverişsiz alt yapısıyla yürek burkan ve inciten…Bu gece de yalnızım mesela. Saat ise zamanın bilmem hangi kadranda otostop çekip gece yolcusu olmak için can attığı bir anda… Yalnız olmasam, kısa olmasam, kendimi gerçekleştirecek kadar her şey olsam… Uyumak istiyorum kemanın telinden yayına aşina olan kulaklarımın horultulara kendisini kapattığı ninni niyetlerimde. Beni uyutan bir gece olsa……Gözlerimi açmakta zorlandığım bir günaydın sabahı daha. Yatağım mı beni kabul etmedi, ben mi sığamadım ona?“Annee! Anneee!”“Anne mi?”Tek kişilik yatağım nerede? Çift kişilik yataktayım şu an. “Anne” diye seslenen çocuk da kim?”“Hayatım, günaydın. Bugün bayram ama sen her zamanki gibi uykucusun. ““Sen de kimsin?”“Ben de kim miyim? Beş yıllık kocanı tanımadın mı?”“Ne? Rüya görüyorum sanırım, en iyisi uyanayım..”Koşarak yanıma gelen sarışın yeşil gözlü kız çocuğu beni alelacele yatağımdan kaldırıyor ve o da ne?! Aynada kendimi olduğumdan daha uzun boylu görüyorum.“Neler oluyor? Gece uyurken popom açıkta kaldı galiba. Siz de kimsiniz, ben niye bu kadar uzun görünüyorum?”“Sevgilim, istersen bir elini yüzünü yıka.”“Sen kimsin yaa bana sevgilim diyorsun?!”Dikkatlice baktığımda karşımda duran erkeğin yıllar önce âşık olduğum ve aşkıma karşılık alamadığım o adam olduğunu görüyorum.“Oha! Yok artık! Yuh! Haydi be! Sen, ben, sen ve ben, biz, ikimiz, çocuk… Biz…”Bana yaklaşıp sakinleştirmeye çalışarak sarıldığında eğer yaşadıklarım bir rüya ise sonlanmamasını diliyorum.Ben bu adamın peşinden senelerce hayvan gibi, yarış atı gibi koşmuştum. En son evleniyordu, evlenmek üzereydi, belki de evlenmişti, şu an kafam acayip karışık.“Anne’ciğim, haydi gel, bak babamla sürpriz hazırladık. Kahvaltı, her şey bugün bizden… Sen yorulma diye…”“Geleyim kızım, gelmem mi, kızım, benim kızım, bizim kızımız evet kızım… Bu arada, bugün ayın kaçı?”“Bugün 11 Ağustos 2019 Pazar sevgilim.”“Yani bayram, öyle mi?”“Evet.”“Ben de bayram arifesinde kalmıştım en son, sizden önce, yani kızımla senden önce, yani bugünden önce… Of! Ne diyorum ben?”Aynanın karşısına geçerek bir tur döndüm ve 1.70’e dayanmış olan boyumu hayranlıkla seyrettim.Bende olmayan her şey bendeydi şimdi. İyi de nasıl? Öncekiler mi gerçek değildi, şimdikiler mi?Bugün var mıydı, dün yaşanmış mıydı? Şu an var mıydı?Kahvaltı soframızın güzelliğinde ve mutlulukla kahvaltımı yaparak sofrayı kaldırmak için hamle yaptım ki televizyonun ekranında “Yazgı Defteri” yazısının çıktığını gördüm.“Hayatım, kumanda nerede, burada bir yazı çıktı da…”Ayağımın altındaki not kağıdını fark edip eğilerek kağıdı yerden aldım ki artık kısa olmadığımdan popom yere yakın da değildi ve bu çok şahaneydi.Notun üzerinde “Yazgı diyordun, al sana yazgı…” yazıyordu.“Annemle babam, kardeşlerim neredeler?”Tam sesli düşünürken kocam olduğunu iddia eden kocam karşımda dikildi.“Neredeler mi? Onları beş sene önce kaybettik ya tatlım…”“Ne? Kaybettik derken?”“Yani… Sen… İyi misin sevgilim? Bugün bir garip davranıyorsun.”Salonda dev ekran gibi duran ailemle çekilmiş olan mutluluk pozumuzu gördüm.Onları kaybetmiştim… Onlar yoktu. Ama boyum vardı, kocam vardı, kızım vardı ve lüks bir villada yaşıyordum. Durumum da gayet iyiydi. Ama onlar yoktu.Hiç mi olmamışlardı, yoksa sonradan mı yokluğa karışmışlardı? Olmamış olsalardı bu fotoğraf olur muydu? Peki şu an nasıl oluyordu da var oluyordu? Benim en son platonik aşk rüzgarında yelkenliyle açılarak bıraktığım aşkım; şimdi nasıl oluyordu da kocam olabiliyordu?Yazgı Defteri’nin kaçıncı sayfasıydı bu? İlk mi, son mu? Neresini kaçırmıştım hayatımın?Ben daha dün, kısa boylu, yalnız bir bekar değil miydim hayatına lanet okuyup elinde olmayanları dilek duvarına asarken uyuyakalan?“Bana anlatır mısın? Biz nasıl evlendik?”“İstersen anı defterini getireyim. Her şeyi oraya aktarıyorsun zaten. Sahi, hatırlamıyor musun? Aşkım, kafanı çarpmadın değil mi?”“İzninle” diyerek yukarı kattaki benim olup olmadığından emin olamadığım odama çıkıp kapıyı kilitledim ve yatağa uzandım.Bir karaltı vardı sanki odada, ya da bir oda vardı sadece; karartılı gibi olan.Bir ses, bir nefes…“Ürktün mü?”Etrafıma bakındım kimse yoktu.“Boşuna bakma, beni göremezsin ama sadece sendeyim. Belki ruhuna, kalbine, aklına bakarsan görebilirsin. Hiçbir zaman baktığını düşünmesem de belki bakarsın, denersin. Ümit yalnızca sizde var olmuyor, bende de var… Sana senin istediklerini verdim işte. Neden ürküyorsun ve neden rahatsızsın?”“Ben…”Yataktan doğrularak karanlığın gittikçe belirginleştiği odada gözyaşımı sildim. Bir damlaydı, hıçkırıksız, asildi sadece tek bir damla gözyaşıydı ama görünmesini istemedim. Ağlamaktan ve bunun görünmesinden nefret ederdim.“Evli, çok zengin, 1.70 boyunda çoluklu çocuklu olmayı istememiş miydin?”“İstemiştim. Ama yanımda diğer sevdiklerimi de istemiştim. Arkadaşlarım, ailem, bana ait olduğunda acı çektiğim şeyleri bile istemiştim galiba…”Son söylediğimden emin olamadım.“İstememiştin…”“İstememiş miydim?”“İsteseydin, bugün bunları yaşamazdın. Vaktiyle yaşardın yani, yaşasaydın da. Ama sen vaktini ve saatin durgunluklarını değiştirdin. Gün aynı kalsa da, senin hayatın birdenbire değişti.”“Peki, şimdi ne olacak? Onun beni sevmesini istemiştim. Şimdi onunla evliyim kızım var ama yine de bir anlık heves ve bir anlık mutluluk gibi. Sahip olmak için bir çabam olmamış gibi. Evet, her şeyi çabasız isteyenim. Bedel ödemekten hoşlanmayan biriyim de bir anılarımın bile hatırlanmadığı yaşantı da istememiştim.”“Asıl hayat nedir biliyor musun? Onun içinde siyah olmaz hep; asıl hayat, bir renk cümbüşüdür. Hayat, anlık mutlulukların tezahür ettiği bir yanılsama; yanılmaca. Ötesi yok. Sen ise anlık mutluluklarını görmeyip, bütünü istedin ve al işte o bütünü sana verdim. Sen yazdın bu bütünü, bu bütün, senin eserin. Bu yazgı defteri senin imzanı taşıyor, sana ait…”“Kendi kaderimi böyle yazmak istemiyorum. Önce kendime ait olan, benimle olan her şeyi sevmek istiyorum. Yalnızlığımı, kısa boyumu, başarılı olmak telaşımı; acılı yenilgilerimi, koşmaktan korkuşlarımı, beni, ben olamayışımla seven her şeyi ve herkesi sevmek istiyorum. Sonra gerisi yaşanır, gerisi gelir, hem belki daha güzeli gelir.. Defteri değiştirsem olmaz mı?”“Ah çocuk… Safi çocuk… Sen de herkes gibisin. Biri olsa diğeri, diğeri olmasa öteki ama hep başka; başka bir şey, başka şeyler… Elinde olanı istemek, onu sevmek yok. Hep bir pazarlık… Bir aidiyet sıçratmak ve başkalarıyla sidik yarıştırmak arzusu… Hayatın güzel işte, şimdi neyinden memnun değilsin?”“Bana ait değil sanki. Ben buraya gelene kadar başka bir yaşamakla mutlu da olabilirdim. Belki başkasını severdim, başkası tarafından sevilirdim, ne bileyim…”“Defter, yatağının altında… Onu eğer şimdi yırtarsan eski hayatına geri dönersin.”“Peki, bir şey sorabilir miyim?”“Sor…”“Eski hayatıma döndükten sonra güzel bir yazgıya sahip olamaz mıyım?”“Sen zaten o bulunduğun yaşamda güzel bir yazgıya sahipsin. Acılarınla, kusurlarınla, çok üzüldüğün şeylerle bile. Çünkü herkesin yazgısı kendisinin eseridir. O eserin sahibi sensin. Hatalı prosedürlerle karşılaşıp imzanı acılara attıysan suçu yazgının noksan yanlarında arama.”“Peki, evlenebilir miyim, mutlu olabilir miyim biriyle, ya da yine böyle lüks bir hayatım olur mu? Boydan vazgeçtim de bunlar olabilir mi ben defteri yırttıktan sonra bile?”“Zamanı var çocuk ve senin zamanı ne derece iyi kullandığın önemli… Eğer bunların olmasını gerçekten istiyorsan zaman ve emek, inanç ve güven, azim ve yaşamak… Her nefes alanı, her kalbi atanı yaşıyor sanıyor olamazsın. O nefes hayvanlarda da var.”“Yırtmazsam ne olacak? Devam mı edeceğim bu yaşamıma?”“Evet ama her salisede bir kaybın olacak.”“Nasıl yani?”“Önce eşin, sonra boyun, sonra evin derken…”“İyi de her halükarda yine kaybedeceğim o zaman bu yaşamı. Defteri yırtsam da, yırtmasam da…”“Evet.”“Peki o zaman defteri yırtmamı neden söyledin?”“Senin cesaretini ölçtüm. Yol alıp almamak azmini görmek istedim. Yazgı defterinde hiçbir ölümlünün imzası olamaz. Eğer hükmetmeye çalışırsa bedelini öder.“O zaman bu tamamen kadercilik olmuyor mu? Her şeye katlanarak yaşamak zorunda mıyız?”“Hayır, ama katlanmak ile tek kendi imzanı atmaya çalışmak arasında fark var. Yaşananlara katlanmak, ölümlünün sabrıdır; yaşananları yaşamak, ölümlünün imtihanıdır, yaşananları değiştirmek ise ölümlünün azmidir ama şunu unutmadan; o defterde kendi imzası olamaz. Sadece vesile olanlarla yetinmeyi öğrenerek karar yetisiyle yaşaması nasip olur. Anlatabildim mi?”“Ben istediğim gibi yaşamak istiyorum. Mutlulukla…”“Her gün aynı yemeği yediğini düşünsene, bıkarsın. Her gün mutlu ya da her gün mutsuz olduğunu düşün, yine bıkarsın. Hayat da aslının fotokopisi değildir hiçbir zaman; tekrarı sevmez aslında. Siz ölümlüler seversiniz ajitasyonla, bol mutluluk dolu kahkahalar atmayı sanki ikisini yaşamak da zorunlulukmuş gibi…”Defteri yatağın altından aldım.Altında benim imzam vardı.Her zamanki gibi yamuk yumuktu. Ama benim imzamdı.Yazgı defterinin tanrısıydım.Oyuncular da ben, kocam ve kızımdı. Bir de para.Başka da kimse yoktu.Yırttım.Bir nefes hissettim yine karanlığın içinden; derin bir nefes alıştı ama bu.Evim küçük, odam küçük, yatağım küçük ve boyum kısaydı.Aynadan baktım, sivilcelerim de duruyordu.Annem seslendi mutfaktan, kızım da kocam da yoktu ama gülümsüyordum.Belki’nin içerisine göndermiştim öyle bir hayatı, belki yaşayacak, belki yaşayamayacaktım.Ama şu an vardı elimde; şu an, annem ve babam.Küçük yatağım, küçük dünyamın büyük oyuncuları sevdiklerim.Param da yoktu. Kızım da.Olsun, belki kaderin esamesi okunurdu da gül yüzümün hatırına bana her şey hayırlarla dönerek nasip olurdu. Zaten bir “Hayırlısı olsun” a bakmaz mıydı çaresizlikler?İnsanı ayakta tutan sihirli söz buydu.Acısını da alırdı, kederli gülüşünü de. Bir de bazen “Olmadı ama hayırlısı buymuş” yerleştirirdin, hayat, renk cümbüşleriyle tamam olurdu…