Yedi İhtiyar 10
Men dakka dukka...
Barsa kendisine selam duran muhafızların arasından hızla geçti. Sultan onu görmek istiyordu ve bu haber kendine ileteli uzun zaman olmuştu. Olabildiğince seri olmaya çalışmış fakat yine de geç kalmıştı. Fazla yapabileceği bir şey de yoktu aslında. Sonuçta sultanın karşısına gece kıyafetleriyle çıkamazdı. Gecenin bu saatinde her gece olduğu gibi yatakta uyumaktaydı. Mesaiye sabah güneşiyle başlayan biri için de bu gayet normaldi. Kapısını çalan muhafız sultan tarafından acilen beklendiğini söyleyince alel acele hazırlandı ve toplantı odasına doğru yola koyuldu.
Toplantı odasına gelince kapıdaki muhafızlardan biri sultandan destur istedi. Desturu alan Barsa içeri girince gördüğü manzara karşısında şok oldu. On kadar lambeleyle aydınlatılan odada Dersan ve bir cariye üzerlerinde gecelik kıyafetler yuvarlak masanın karşılıklı iki koltuğuna oturmuş, kahkahalarla gülüşüyorlardı. Bu cariye Rüveyda olmalıydı. Tıpkı Barsa'nın düşündüğü gibi biriydi. Otuz yaşlarında asla çirkin denemeyecek fakat Noralya'da daha güzeli her köşe başında bulunabilecek bir kadın. Dersan kaleye yetiştirilmek üzere alındığında on sekiz yaşlarında daha güzel bir kız olduğu açıktı. Dersan da o zaman rakipsizlikten dolayı herkesin dilinde olan bu kızı görünce ona platonik bir aşk duymuş ve büyüyünce de bu aşk artarak devam etmişti. Olay tamamen bundan ibaret olmalıydı.
Dersan Barsa'yı görünce kahkahayı kesti, ayağa kalktı. Her zamanki gibi gayet sakin bir şekilde, kısık bir sesle
'Hoş geldin Barsa.'
'Geç kaldığım için özür dilerim sultanım.'
'Geç kaldığının farkında değilim. Rüveyda ile vakit o kadar çabuk geçiyor ki.'
Barsa bu sözün üzerine gayri ihtiyari Rüveyda'ya baktı. Rüveyda elinde kadeh Dersan gibi ağır hareketlerle saka içmekteydi. Bir an Barsa'nın bakışlarıyla buluşan bakışları ne kadar kendinden emin bir kadın olduğunu gösteriyordu.
Dersan Rüveyda'ya döndü. Son derece nazik bir edayla
'Sevgilim bana biraz daha saka verir misin, misafirimize de sunarsan memnun olurum.'
Rüveyda bir tepsi üzerindeki iki kadehe saka doldurdu. Ağır hareketlerle önce Dersan'ın sakasını verdi. Barsa'ya sakasını uzatırken bir doksan boyunda, elli yaşlarındaki bu heybetli adamı tepeden tırnağa süzdü.
'Demek şu meşhur Barsa sensin.' dedi.
Bir cariyenin sultan yanında izinsiz konuşması bile düşünülemezken Rüveyda başka bir erkeğe iltifat edebiliyordu. Rüveyda'nın sorusunu Dersan cevapladı. Yine sakindi
'Evet Rüveydacığım. Meşhur Barsa bu.'
Rüveyda ağır adımlarla aradan çekilince Dersan ve Barsa yine göz göze geldiler. Dersan koltuğuna oturdu ve Barsa'nın da oturmasını istedi. Barsa boş koltuklardan birine oturdu. Dersan sakadan bir yudum aldı ve sakin bir şekilde söze başladı:
'Mirta ile Sayra bulunabildi mi?'
'Hayır sultanım.'
'Peki halk arasında durum nasıl?'
'Sultanım size kızgınlar.'
'Esteronya kalesinden dolayı mı?'
'Evet sultanım.'
'Gereksiz yere iki ülke ile aramızın bozulduğunu düşünüyorlar değil mi?'
'Evet sultanım.'
'Üstelik de bu ülkelerden biri Morangiz diyorlar değil mi?'
'Doğru sultanım.'
Dersan bir yudum daha aldı ve devam etti:
'Neyse, o konu çok da önemli değil. Asıl konuya gelelim. Barsa, benim dikkatimi çekti de ben işleri hep seninle yapıyorum ama çoğunlukla önce büyücüyle konuşmak zorunda kalıyorum. Büyücüden bir şey yapmasını istesem de, sonuçta o sana söylüyor ve iş öyle oluyor. Bu durumda bence sana haksızlık oluyor.'
Barsa'nın gözleri bir anda Rüveyda'ya kaydı. Bu bakışlarla neye itiraz ettiği belliydi. Bu tür meseleler bir cariyenin yanında konuşulmamalıydı. Bu manayı anlayan Dersan önce o konuyu aydınlatmak gerektiği düşüncesiyle
'Rüveyda'dan korkma. Biz onunla ne ölümcül sırlar paylaştık.' dedi ve sakin bir şekilde, kısık bir sesle tane tane konuşmaya devam etti
'Dediğim gibi sana haksızlık oluyor. Bu sarayda ikinci adam sen olmalısın.'
'Ben durumumdan memnunum sultanım.'
'İşte bu yüzden ikinci adam sen olmalısın. Ama büyücü öyle mi? Hayır. Hiçbir zaman halinden memnun değil. Hep şikayet, hep şikayet. Ben şunu anladım: Tüm halkı memnun etmek onu memnun etmekten kolay. Sence de kolay mı Barsa?'
'Bilmem sultanım. Siz daha iyi bilirsiniz.'
'Hadi ama söyle. Sence ne yapmalıyım ki bana şu an çok kızgın olan sevgili halkımın bir günde sevgisini kazanabileyim?'
'Siz daha iyi bilirsiniz sultanım.'
'Yok yok. Bunu sen de en az benim kadar iyi bilirsin. Yarın öğleden sonra tüm Tahsanin halkını meydana çağırdım. Bir konuşma yapacağım. Koskoca sultan hediyesiz giderse olmaz değil mi?'
'Olmaz sultanım.'
'O halde Barsa, gel birlikte halkımıza layık oldukları hediyeyi verelim. Büyücünün kellesini kürsümün yanında bir mızrak ucunda sergileyelim. Böylece hem sen ikinci adam olursun, hem de halkımızın sevgisini kazanırız. Bu arada zindandaki tüm mahkumları serbest bırakırız. Aslında ne diyorum biliyor musun? Onu bu gece öldürmeyelim de yarın orada o mahkumların serbest kaldığını görünce kalp krizi geçirerek ölsün.'
Kahkaha atarak bir yudum daha saka içti ve devam etti
'İyi espriydi. Şimdi gidip büyücünün kellesini bana getireceksin Barsa.'
Bu istek Barsa için sürpriz olmamıştı. Daha Dersan'ı ilk gördüğü gece bu keyfine düşkün, öz güveni yüksek gencin sultan olduğu taktirde her şeyi kontrol etmek isteyen Köse'yi kısa sürede öldürmek isteyeceği açıktı ama hırsı her zaman basiretinin önünde giden büyücü bunu fark edememişti. Artık söylenecek tek şey vardı.
'Emredersiniz sultanım.'
Barsa emri yerine getirmek üzere ayağa kalktı. Yalnız Dersan'ın başka bir isteği daha vardı
'Ayrıca Barsa, yarın halkıma bir hediyem daha olacak. Sevgili kuzenimin katilleri olduğu herkes tarafından bilinen ve daha önce halk içinde de infazlar yapmış olan yirmi burakçıllıdan beşini orada idam ettireceğim ve kalanların da aynı cezaya çarptırılacağı konusunda halkıma söz vereceğim. Bunun için yarın o yirmi burakçıllıdan beşini yakalamış olman gerekecek.'
'Ama nasıl olur Sultanım?'
'Ha ben o beş kişiyi bulamam dersen halkım için onların halk arasında ayyaş diye bilinen reislerini idam etmekten çekinmem. İnan bana bu onları daha çok memnun eder.'
'Sultanım ben size başka beş kişi bulsam, onları idam etseniz.'
Dersan bu fikri beğenmedi
'O yirmi kişinin hepsini tanıyorum Barsa, biliyorsun. Beş tanesi yarın idam olacak. Sakın bir kurnazlık düşüneyim deme.'
Barsa çaresiz kabul etti
'Emredersiniz sultanım.'
Barsa çıktıktan sonra Rüveyda Dersan'a döndü
'Neden başka adamların öldürülmesine razı olmadın? Ne farkı var ki, halk nereden bilecek?'
Dersan önce sakayı yudumladı. Gayet sakin bir şekilde, kısık bir sesle cevap verdi
'İkinci adam olmak için bir bedel ödemeli değil mi? Büyücü onun için değersizdi. Onun için değerli bir insan da bulamazdım. Bu yaşına kadar hayatında en önemli şey kurduğu burakçıllı tim idi. Bakalım o tim onun için Tahsan'da ikinci adam olmaktan daha mı değerli?'
'Ya öyleyse. Bu durumda Tahsan devletinin sultansız kalması onun için önemli bir şey mi?'
'Elbette değil. İkinci adam olmak timinden daha önemli değilse beni öldürmekten başka çaresi yok.'
'Öldüremeyeceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?'
'Ben aslında isterse öldürebileceğinden emin olduğumdan rahatım. İnan bana o adam beni öldürmek isterse önlem almanın pek bir anlamı olmaz. Ama öldürmek istemediğine emin gibiyim.'
'Nereden bu sonuca vardın?'
'Üç sağlam gerekçem var: Birincisi bu kadar yüksek bir makamı reddedecek derecede ulvi değerlere sahip değil. Vicdan yok, merhamet yok, Allah korkusu yok. İkincisi eskiye döndüğü taktirde hep gizli biri olarak kalacak, kimse tarafından bilinmeyecek ve taktir edilmeyecek. Bu gerçekten çok korkunç bir şey. Onun gibi biri buna razı olmaz. Üçüncü ve en sağlam gerekçem şu.'
Sakadan bir yudum daha aldı ve devam etti
'Az önce öldürmedi. Evet, kesinlikle bu sağlam bir gerekçe. Çok rahat bizi burada öldürüp saraydan yakalanmadan kaçabilirdi. Gecenin bu saatinde onun gibi biri için hiç de zor bir şey değildi bu.'
Rüveyda sakadan bir yudum aldı. Gülümsedi
'Yani yine kumar oynuyorsun.'
'Evet kumar oynuyorum. Biz ne kumarlar oynadık hatırlarsın. Gördüğün gibi kazandık. Üstelik elimiz zayıftı. Şimdi ise elim epey güçlü.'
Rüveyda tekrar gülümsedi, kadehte kalan sakayı üç yudumda bitirdi.
'İşte şimdi rahatladım.' dedi.
Bu sırada yanına celladı alan Barsa büyücünün odasının kapısını açtı. Büyücü resmi kıyafetlerini cübbesine varana kadar giymiş yatağının üzerinde oturmaktaydı. Gecenin bu geç saatinde yatağında olmaması Barsa'yı şaşırttı. Onları beklediği belliydi. Barsa ve cellat içeri girip kapıyı kapattılar. İdam edilmeden önce büyücünün söyleyeceği bazı şeyler olduğu belliydi. Usule uygun olarak infazdan önce çok gönüllü olmasalar da onu dinlemek zorundaydılar. Barsa on yıldır tanıyordu büyücüyü. Bu hırslı, hırçın adamı ilk kez bu kadar sakin görüyordu.
'Gel Barsa gel. Bundan yıllar önceydi Barsa. Gençtim. Her genç gibi benim de bir amacım vardı. Saray Büyücüsü olmak istiyordum. O zamanlar Morangizde çok meşhur bir büyücü yaşardı. Satah. Yaşlıydı, çok yaşlı. Herkes bilirdi onu. Paramın büyük bir kısmıyla bir at satın aldım ve Morangize doğru yola koyuldum. Ölmeden önce yetişmeliydim ona. Güney kıtasının en güneyinde yaşamaktaydı. Erinmedim, haftalarca yol gittim ve onu buldum. Son günlerini yaşıyordu. Tahsan'dan geldiğimi duyunca çok şaşırdı ve bu yüzden beni misafirliğe kabul etti. Bir insan ne kadar çok övülmüş olursa olsun onu memnun edecek bir övgü bulunabilir. Benim teptiğim yoldan daha büyük bir övgü de olamazdı. Ölmeden kısa bir süre önce bana hiç kimsenin bilmediği bir büyü ve o büyüyü çözme yolunu öğretti. O öldüğünde böyle bir büyünün varlığından haberdar olan tek büyücü bendim. Tahsan'a döndüğümde zamanın sultanına o büyüyü yaptım. Sultan hastalandı ve yatağa düştü. Saray büyücüsü geldi, bir şey anlayamadı. Böyle bir büyüden haberdar olmadığı için 'Büyü yok, hastalanmış, iyileşir.' dedi. Zaman geçiyor fakat sultan iyileşmiyordu. Dört bir yana münadiler yayıldı. Sultanın hastalığını iyi edecek hekim, büyücü kim varsa saraya çağırılıyordu. Tanınmış tüm büyücüler baktı, fakat büyüyü çözemediler. Genç ve köse olduğu için olduğundan daha da genç görünen bir büyücü iyileştirince tüm saray halkı çok şaşırdı. Sonra beni saray büyücüsü yapmaya karar verdiler. Eski saray büyücüsü için hüküm belliydi. Başarısız olmuştu ihtiyar. Sultan gece öldürülmesini emretti. Ben başaracağımı bildiğim için bütün bu sonuçlardan emindim. İhtiyar büyücünün yatağının altına daha ilk bakışta görebileceği bir yere kabus büyüsü koydum. İhtiyar büyücü uykudan kan ter içinde uyandığında sebebinin kabus büyüsü olduğunu hemen anladı. Her büyücü kabus büyüsünü bilir. Yatağının altına baktı ve kabus büyüsünü gördü. Bu büyücüler arasında mesajdır ve senin yerini ben alacağım demektir. Büyücü mesajı aldı, resmi kıyafetlerini giyindi ve celladı bekledi.'
Büyücü sağ elini uzattı ve avucunu açtı. Bir bez parçası vardı avucunun içinde. Konuşmasına devam etti
'Anlaşılan Mormon denen adam bir büyücü.'
Barsa büyücünün sözlerinin bittiğine kanaat getirince cellada döndü. Artık zamanı gelmişti. Cellat ilmiği büyücünün boynuna geçirdi.
Sultanımız çok yaşa...
Tahsanin meydanı ömründe böyle bir kalabalığı ağırlamamıştı. Tahsan tarihinde ilk defa sultan halka seslenecekti. Hava çok sıcak olmasına karşın bulabilenler şemsiye ile, bulamayanlar şemsiyesiz, zenginler çarıklı, fakirler çarıksız meydanda toplanmışlardı. Hepsi yeni sultanı çok merak ediyorlardı. Mirta'nın devrildiğini hemen ertesi günü sabah tüm Tahsanin ve o günün akşamı tüm Tahsan duymuştu. Oysa sultan Tahsan'ın sadece güneyine bir elçi ile bir haber gönderse sınıra varması günler alırdı. Tahsan'da meşhur bir atasözü bu durumu çok iyi açıklıyordu. Gerçekten de sarayın halk arasındaki muhbirleri hiçbir zaman halkın saray içindeki muhbirleri kadar hızlı haber yayamazlardı.
Halk Mirta'dan genel anlamda memnundu. Büyücüyü yanında tutması her zaman için bir eksi puan olmuştu halkın gözünde ama yine de cezalar hafiflemiş, refah seviyesi ve güvenlik konularında bir nebze de olsa ilerleme sağlanmıştı. Halk Mirta'nın Dersan tarafından tahttan zorla indirildiğine inanıyordu. Halkın saray içindeki muhbirleri böyle yaymıştı söylentiyi. Başka bir söylenti de Mirta'nın öldüğünü söylüyordu. Bunca zaman ortada görünmediğine göre bu söylenti de doğru olabilirdi. Yalnız ölmesi halinde halkın katılacağı bir törenle gömülmesi yeni sultanı güçlendirirdi. Bu yapılmadığına göre Mirta zindanda da olabilirdi. Ama büyücünün olduğu bir sarayda Mirta gibi bir taht adayının zindan cezası alması olanaksızdı. Zaten Dersan geldiği günden beri tutuklanan herkes idam edilmişti.
Günlerdir Tahsan'da halk arasında konuşulan bu konular Tahsanin meydanında toplanan halkın sıkılmadan saatlerce beklemelerine yardımcı olmuştu. Öğleden sonra meydana gelen ve altı beyaz asil burakça tarafından çekilen saltanat arabasına yüz kadar atlı süvari eşlik ediyordu. Ayrıca bir de mahpus arabası bulunmaktaydı. İlk olarak meydanın ortasına o gün sabah konulmuş olan bir metre yüksekliğindeki kürsünün bir metre kadar uzağına bir muhafız bir mızrak sapladı. Sonra başkomutan sıfatıyla Barsa elinde bir çuvalla kürsüye çıktı. Bu sırada meydanda toplanan halk arasından biri yanındakine
'Baksana bu bizim ayyaş değil mi?'
'Olur mu öyle şey. Baksana adamın kıyafetine. Bu kıyafet başkomutan kıyafeti.'
'Ama çok benzemiyor mu?'
Arkadaşı dikkatli baktı ve o da benzetti
'Hakikaten de çok benziyor. Şu an bir sakohanede sızmış olduğundan adım gibi emin olmasam ben de o derdim herhalde.'
'Hangi sakohanede?'
'Ne bileyim, uyandığı yere en yakın sakohanededir.'
'Kesinlikle. Büyük ihtimalle sakohaneci de buradadır.'
Bu söz üzerine kimsenin anlam veremediği iki kahkaha meydandaki sessizliği bozdu
Barsa son derece ağır hareketlerle çuvalın içinden kesik bir baş çıkardı ve saç barındıramayan bu başı iki eliyle kaldırıp kürsüde kendi ekseni etrafında üç tur döndü. Meydanı şaşkınlık nidaları doldurdu. Herkes şoktaydı, gözlerine inanamıyorlardı. Sevinçten göz yaşlarına hakim olamayanlar vardı. Barsa başı mızrağın üstüne koydu. Kalabalığın arka taraflarında bulunan genç bir kadın yanındaki iki çocuğu bıraktı, kalabalığı yararak kesik başın yanına kadar geldi. Başa gözyaşları içinde baktı ve iki eliyle iki yanından tutarak bağırdı
'İki tavuk çaldı diye be zalim, iki tavuk çaldı diye iki oğlumu yetim bıraktın. Üstelik açtık be zalim, çok açtık. Allah belanı verdi işte.' dedi ve başı hışımla yere attı.
Mirta'nın tavuk çalan gence altı ay hapis cezası vermesini sindirememişti Büyücü. Dersan sultan olduğu gibi onu tekrar yargılamış ve Salman zamanındaki gibi bir hüküm vermiş, idama mahkum etmişti.
Mızrağın yanında bekleyen muhafızlardan hiçbiri genç kadına engel olmadı. Biri yere atılan başı tekrar mızrağın üstüne koydu. Meydanda toplanan halk coşkuyla bağırmaya başladı
'Sultanımız çok yaşa.'
'Sultanımız çok yaşa.'
'Sultanımız çok yaşa.'
Kalabalık coşmuştu. Bu Dersan'ın kürsüye çıkma vaktinin geldiğini gösteriyordu. Barsa ağır adımlarla saltanat arabasına yürüdü, arabanın kapısını açtı. Dersan tezahüratlar içinde muhafızlar tarafından açılan koridordan kürsüye doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladı. Bir ara durdu. Bir muhafızın bacakları arasından elini uzatan beş yaşlarında bir erkek çocuğunu yanına çağırdı. Yanına gelen çocuğu kucağına aldı, başını okşadı. Sakin bir şekilde, kısık bir sesle
'Sen beni tanıyor musun?' diye sordu.
'Hı hı.'
'Peki kimim ben.'
'Sultan.'
'Ne yapar sultanlar?'
'Sarayda yaşarlar.'
'Sadece sarayda yaşarlar öyle mi?'
'Hı hı, öyle.'
Çocuğu yere bıraktı, gülümseyerek başını bir kez daha okşadı. Barsa'ya döndü, sakin bir şekilde kısık bir sesle tane tane konuştu
'Şu çocuğa biraz altın ver Barsa. Benim ne iş yaptığımı en iyi o biliyor.'
Barsa'dan bir avuç altın alan çocuk sevinç içinde annesine koştu.
Dersan tezahüratlar arasında kürsüye çıktı. Ellerini kaldırdı, teşekkürleri kabul etti. Kalabalık susup onu dinlemeye hazır hale gelince sakin bir şekilde, avazı çıktığı kadar bağırarak tane tane konuştu
'Sevgili Tahsan halkı, benim halkım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.'
Kalabalık toplu olarak selamı aldı
'Yaşasın sultan, yaşasın Tahsan.'
Dersan konuşabilmek için yine tezahüratların bitmesini beklemek zorunda kaldı.
'Sevgili halkım. Tahtıma oturduğumda etrafımda uçuşan bir vampir gördüm. Halkımın kanını emen ve yalnız bu kanla beslenen bir vampir. Halkımı gece yataklarından kaldırıp saraya getiren ve sabah idama mahkum eden bir vampir. Öğrendim ki bu vampir bu işi yıllardır yapıyormuş. İnanın, onu yaşatsaydım aynı şeyi bir o kadar yıl daha yapacaktı.'
Kalabalık arasından birkaç kişi
'Evet, yapacaktı uğursuz vampir.' diye bağırınca tüm kalabalık aynı şekilde bağırdı
'Yapacaktı uğursuz vampir.'
Dersan kalabalığa şöyle bir baktı. Her şey beklediğinden de güzel gidiyordu. Bir anda yüzünü kin bürüdü, Köse'nin kesik başını gösterdi
'Ama artık ememeyecek.' diye bağırdı ve kalabalık yine coştu
'Sultanımız çok yaşa.'
'Sultanımız çok yaşa.'
Barsa coşan kalabalığa şöyle bir baktı ve genç sultanı taktir etti. Gerçekten Dersan işini biliyordu.
Genç sultan kininden zerre kaybetmeden konuşmasına devam etti
'Artık kan ememeyecek, çünkü emdiği bütün kanları akıttım.'
'Sultanımız çok yaşa.'
Dersan sağ elini havaya kaldırdı. Konuşmasına devam etmek istiyordu. Halk sultanı dinlemek için sustu.
'Ayrıca size bir sürprizim var. Bugün itibariyle ülke çapında genel af ilan ediyorum. Sadece saraydaki değil tüm Tahsan'daki tüm zindanlar boşalacak.'
Kalabalık yeniden coşkuyla tezahürata başladı.
'Sultanımız çok yaşa.'
Kalabalık içerisinde akrabalarından biri sudan bir sebeple hapse atılmamış bir kişi yok gibiydi. İşte bu yüzden bu haber de en az Köse'nin infazı kadar memnun etti halkı.
Dersan uzun süre kürsüden bu sevinç dalgasını seyretti. Artık son darbeyi vurabilirdi.
'Sevgili halkım. İçinizde benim hakkımda dedikodular yayıldığını duydum. Benim hayatım boyunca görmeye can attığım ve sizin de sevginizi kazanmış büyük sultan kuzenim Mirta'yı öldürdüğüm söyleniyormuş. Bu söylentiyi yayanlara, bu kesinlikle yalan olan söylentiye inanlara kızmıyor ve onları yadırgamıyorum. Yadırgayamam da. Çünkü bu şekilde düşünmeleri gayet normaldir. Sonuçta benim tahta oturabilmem için onun inmesi gerekirdi. Ama bu kişiler şunu iyi bilsinler ki sultanlarına çok büyük bir haksızlık yapıyorlar. Benim ciğerim yanıyor.'
Tekrar Köse'nin başını gösterdi
'İşte bu vampir beni kandırdı. 'Seni kuzenin ile tanıştıracağım, o asla sana bir kötülük yapmaz, seni sarayında bir taht varisi nasıl ağırlanırsa öyle ağırlar.' dedi. Sonra saraya geldiğimde kuzenimin öldürüldüğünü duydum. Hemen olayı araştırdım.'
Biraz durdu, kalabalığın dikkatini üzerine çekti ve sakin bir şekilde tane tane devam etti
'Meğer bu vampir bir haydut çetesi kurmuş ve benim değerli kuzenimi öldürtmüş. Nereden bulmuşsa yirmi tane de burakçıl bulmuş. Sonra öğrendim. Meğer bu burakçıllı çete ile halk içinde de infazlar yapmış, istediğini öldürmüş.'
Dersan kalabalığa bir kez daha baktı. Hepsi gerçek anlamda şoktaydı. Elbette ki kalabalık içinde çeteden haberdar olmayan yoktu. Hala bu çeteden korkmaktaydılar üstelik. İşte bu yüzden Dersan'ın bundan sonra söyleyeceklerini merak içinde bekliyorlardı.
'Sevgili halkım. Günlerdir bu çeteyi araştırdık. Sonunda burakçıllarını ele geçirdik ve ordumuza kattık. Ayrıca burakçılların yanında bu haydutlardan beşini de ele geçirdik. Şimdi ben size sorarım. Tahsan'ın sultanına suikast yapmanın cezası ne olmalı?'
Kalabalık gür bir sesle defalarca
'İdam.'
'Alın kellelerini.' diye bağırdı.
Dersan sesinin tonunu arttırarak devam etti
'Şimdi size soruyorum ey halkım. Benim halkımın insanlarını sorgusuz sualsiz infaz eden bu haydutların, kan içici vampirin uşaklarının cezası ne olmalı?'
Kalabalık da sesinin tonunu arttırdı
'İdam.'
'Alın kellelerini.'
'Mirta'nın katillerine ölüm.'
'Vampirin uşaklarına ölüm.'
Dersan muhafızlara döndü
'Muhafızlar, getirin şu hainleri.'
Muhafızlar mahpushane arabasından beş kişiyi çıkarıp kürünsün önüne getirdiler. Elleri arkadan bağlı olan haydutların gözleri ve ağızları da sıkı sıkıya bağlanmıştı. Bir şeyler söylemek istiyorlardı ama elbette Dersan bu işte yalnız olmadıklarını söylemeye çalışan haydutların konuşmalarına izin vermeyi asla istemiyordu. Haydutlardan birinin kürsüye çıkarılmasını istedi. Yaka paça kürsüye çıkarılan haydutun saçlarından tutan Dersan haydutun yüzünü halka gösterdi.
'Bu kirli yüzü tanıyan var mı?' diye bağırdı.
Kalabalık içinden gelen homurdanmalar çok kişinin tanıdığını gösteriyordu ama aralarından cesaret edip de çıkan olmadı. Yaşlı bir kadın kalabalığın önüne kadar geldi ve
'Ben tanıyorum bu alçağı.' dedi.
'Gece geldiler, oğlumu aldılar. Yüzünü saklamak istedi ama büyük ayın ışığı bana bu yüzü gösterdi.'
Kadın ağlamaya başladı.
'Gencecik oğlumu aldılar, götürdüler. Bir daha da onu göremedim.'
Dersan çok sinirlenmişti. Haydudun yüzüne tükürdü ve sonra bağırarak cellada seslendi.
'Cellat, tez bunları idam et. Tüm halk da buna şahit olsun.'
Celladın infaz ettiği her hayduttan sonra kalabalık
'Sultanımız çok yaşa.' diye bağırdı.
Haydutların hepsi infaz edildikten sonra Dersan halka bir söz verdi
'Ey halkım. Size söz veriyorum. Kalan haydutları da bulacak ve onları da idam edeceğim. Kuzenimin kanı yerde kalmayacak.'
'Sultanımız çok yaşa.'
'Sultanımız çok yaşa.'
Barsa yerde yatan beş kişiye baktı. Gözünden bir damla yaş akmak üzereydi ki buna son anda engel olmayı başardı. On yaşında annesinin öldüğü gün ağlamış ve sonra hiç ağlamamıştı. Çok ağlamış, çok üzülmüştü o gün. Bu canını çok acıtmıştı ve bu yüzden kendi kendine söz verdi. Asla ağlamayacak, asla üzülmeyecek ve bu şekilde canı hiç acımayacaktı. Bu gün de ağlamamalııydı. Ama canı biraz acıdı.